Kalp çarpıntısı
— "Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi."
Huzursuzluğun Kitabı'nda böyle söyler Portekizli yazar Fernando Pessoa.
Geçenlerde bir dost sesiyle farkettiğim bu cümle günlerce zihnimde yankılandı durdu.
Kalp düşünebilseymiş, atmaktan vazgeçermiş. Dururmuş yani. Ölürmüş. Sahibini öldürürmüş..
Hakikaten de böyle mi olurdu acaba?
Kalp düşünebilseydi, gerçekten de atmaktan vaz mı geçerdi?
Sanmıyorum.
Kalple düşünebilmeyi mümkün gören bir geleneğin çocuğu, düşünen bir kalbin duracağına inanmaz. İnanamaz.
"Siz kalpsiz misiniz, hiç düşünmez misiniz?" sorusuyla, ısrarla benden kendime gelmemi talep eden bir kitabın ışığında bakmışken dünyaya, hem de asırlarca, nasıl inanabilirdim düşündüğüm takdirde kalbimin duracağına?
Kalbiyle düşünenlerin inşâ ettikleri bir geleneğin mirasçısıyız. Kalbiyle düşündükleri için düşüncelerini şiirin sînesine emanet eden bir geleneğin... Şiirleştiremedikleri takdirde düşünceyi hep kuru ve yavan bulan büyük ustaların...
Kalbimizle düşünürdük düşünmeyi kendimize yol edindiğimiz çağlarda. Hani o, düşünmezsek ölürüz diye düşündüğümüz çağlarda. Kalbimizle de düşündüğümüz çağlarda.
O hâlde, kalpsizlerin düşünemeyeceklerine inanmışken, aklın iktidarını bile elinden aşk ile almışken, nasıl kabullenebiliriz kalbin sırf düşündüğü/düşünebildiği için atmaktan vazgeçeceğine? Öleceğine?
İnanmak yetmez ey talib, görebilmelisin de!
Görebilmeli ve gösterebilmelisin.
Kalbinle de düşünebileceğini.
Düşünürsen, düşünmeye muktedir olursan, kalbinin atmaktan vazgeçmeyeceğini.
Akla haddinin aşk ile bildirilebileceğini.
Pessoa'nın bu aforizmasıyla ilk karşılaştığımda, hemen küçük bir müdahalede bulunmak ihtiyacı hissetmiştim. Bilinçsizce.
— "Kalp düşünebilseydi, çarpmaktan vazgeçerdi."
Hiç düşünmeden, daha ilk anda 'atmak' fiili yerine 'çarpmak' fiilini yerleştirivermiştim cümleye.
Önce, bunun dil düzeyinde bir rahatsızlık olduğunu sanmıştım. Selîka meselesi, zevk-i selim filan denilerek geçiştirilebilirdi. Fakat bir süre sonra çatışmanın dil düzeyinde olmadığını farkettim. Bilinç düzeyindeydi.
Kısacası, rahatsızlık bilincimdeydi, ama bilinçsizceydi.
Metnin orijinaline uygun olanı da belki budur, bilemem. Çünkü orijinaline, yani "Livro do Desassossego"ya bakamam.
Oysa dikkat edilirse görülecektir ki kalbin "atmaması" ile "çarpmaması" arasındaki fark, fark-ı azîm. Çünkü düşünmeyi becerebilen kalp atmaktan vazgeçerse/vazgeçmişse, durur. Fakat çarpmaktan vazgeçerse/vazgeçmişse, bu sefer durmamış, sadece heyecanını ve coşkusunu yitirmiş demektir.
Bu arada, coşkusunu yitirmiş bir kalp de zaten ölmüş sayılır ki bu takdirde aradaki fark da ortadan kalkar şeklindeki bir itirazı duymamazlıktan gelemeyiz.
Gelmiyoruz da nitekim. Duyuyoruz. Gönlümüzde. Anlamın salınımını zevkle seyrediyoruz. Kalbimizde. Tüm kıvrımlarını, tüm renklerini, tüm seslerini idrak ediyoruz. Yüreğimizde.
Hâsılı, akılla hisler, duygularla düşünceler arasındaki karşıtlığı sedef kaplı bir inci gibi idrakimize sunduğu için, Pessoa'nın aforizmasını, bütün doğallığıyla, âşina bir sesin sıcaklığıyla algılıyoruz. Huzursuz bir adamın sesinin sıcaklığıyla. Çarpan bir kalbin coşkusuyla. Duyguların sıcaklığının kalbin sıcaklığından, düşüncelerin soğukluğunun ise dimağın/beynin soğukluğundan kaynaklandığı inancıyla.
Lâkin her hâlukârda kavramak ve kavradığımızdan emin olmak istiyoruz.
Bir kez daha düşünmek istiyoruz.
Kalbimizle. Gönlümüzle. Yüreğimizle.
Coşkuyla.
Şiirin eşliğinde.
Bazen de bulantıyla.
Tıpkı deniz kenarında şişmiş bir köpek leşinin kararmış bir martı gagasınca biteviye didiklenmesine dayanamayıp suya atlayan o küçük çocuğun hıncını gözlerinden okurcasına.
Huzursuzca.
Çengelköy'de. Çınarın altında.
Düşünmeye adandığı için çarpmaktan vazgeçmiş bir kalbin hüznüyle.
Hep yalınız.
Ey talib, kelimeleri, kavramları bir kenara bırakıp hakikatin kendisini talep et Hak'tan.
Gözlerinin içinde kaybolduğun sevgilinin gözlerinden gayrısını görmemeyi.
Çarpan bir kalbi.
Yaşamı.
Tüm kusurlarıyla.
Bir tek "görme"yi iste O'ndan. Cemâlini.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.