Dücane CÜNDİOĞLU

Dücane CÜNDİOĞLU

Sen kendin kaybolmuşsun, neyi arıyorsun?

Sen kendin kaybolmuşsun, neyi arıyorsun?

İslâmcı kızlara İslâm sosyolojisi türünden lafazanlıklarla vakit kaybetmek yerine, önce doğrudürüst reçel yapmayı öğrenmelerini tavsiye etmiştim de bir zamanlar kıyametler kopmuştu.

Anadolu'da verdiğim bazı konferanslardan sonra —lâtife kabilinden— bendenize bir iki kavanoz reçel ikram eden kızlarımız bile olmuştu. (İkramların hiçbirini geri çevirmedim.)

Muradım basitti oysa.

Din'in her yaştan insanı beşikten mezara muhatab alan o dingin, o vakur sürekliliğine karşın, İdeoloji'nin sadece 20-30 yaşları arasındaki gençlerin dünyayı kavrayışlarına heyecan katan o geçici aculluğuna işaret etmekten ibaretti.

* * *

Sürecin kaçınılmaz olduğunu bilmez değildim. Kapitalizm başka çare bırakmıyordu. Anadolu toprakları da ister istemez dünyevileşecekti. Artık suyu çeşmeden veya musluktan içme vakti geçmişti. Plastik şişeler ellere alınmak zorundaydı. Direnilemez bir güçtü gerçek.

İyi güzel de bu gerçekle, böylesi gerçeklerle hiç mi pazarlık yapılamazdı? Biraz olsun direnemez miydik kıyıcılıklarına?

Ekonomi-politik aleyhimizde diye hayallerimize de mi sahip çıkamayacaktık?

Türban türedi diye yazmalardan, yaşmaklardan vaz mı geçecektik? Reçellerden... bizi biz yapan tüm remizlerden... sembollerimizden... hurafelerimizden...

Kuvvet ve iktidar hasreti miydi bütün varlık sebebimiz?

Maddî kuvvet ve maddî iktidar...

Bu kuvvet ve iktidarın manevî olanı yok muydu?

Hep ölmeli miydik?

Biz ne zaman olacaktık?

* * *

Üniversite kampüslerinde karşıt görüşlü (!) gençleri susturacak ideolojik jargonun o gürültülü çekiciliğine kapılmak yerine, dinî terbiyenin sakin gücünü edinmeyi bilmek mümkün değil miydi?

Aydınlar yerine âlimler... âlimler yerine ârifler... gazeteler yerine dergiler... dergiler yerine kitaplar... kitaplar yerine yazmalar... miting alanları yerine konferans salonları... konferans salonları yerine sohbet meclisleri...

Acaba ikincileri birincilerin yerine koyamaz mıydık?

Sloganla düşünmenin yerine derinlikli düşünmeyi... yani haykırmanın yerine konuşmayı...... konuşmanın yerine öğretmeyi... öğretmenin yerine öğrenmeyi... bilgisizliğin yerine bilgiyi... bilginin yerine sezgiyi... malumatın yerine ilmi... ilmin yerine irfanı...

Din'le ideoloji karşıtlığı bazen "din'e karşı din" mahiyetine bürünür de kimse farketmez.

Yorumun, yorumsamanın (anlamanın ve açıklamanın) hakkını vermek yerine güncelin ve gündemin çekiciliğine kapılmak... kitapların arasında kararmayı göze almak yerine sözümona sokakları aydınlatmak... tedris yerine tebliğ... talim yerine telkin... tekâmül yerine tekemmül...

Kısaca din yerine ideoloji... Biz gibi yenilmek yerine, onlar gibi yenmek...

Mürekkebin şehadeti yerine kanın şehadeti...

Cemâl yerine celâl...

Niçin?

İktidarın gereği olduğu için!

Yani iktidarı elde etmenin, ve iktidarı elde tutmanın...

* * *

Türkiye'de siyasetin hep acelesi vardır.

İlim irfan lâfları bütün ağırlığını kaybeder işin içine siyaset girince.

Türkiye'de siyasetin hep kana ihtiyacı vardır. Yasa değişmez: İktidar meseleleri hep kan çuhalar üzerinde analiz edilir. Kanla yıkanan çuhalar üzerinde...

Gerçek bu.

"Mavi Marmara" sürecinden kalemimi niçin esirgediğimi merak edenler olduğu için söylüyorum: Talibin hayali, hakikatin vasıtalarına değil, kendisine dair olduğunda değerlidir.

Kuvvet ve iktidarı değil, bilâkis kuvvet ve iktidara rağmen hakikati taleb edebildiğinde...

Özgürlüğün unsurlarda değil terkibde aranabileceğini bildiğinde...

Düşünmenin cevaplara değil sorulara sahip çıkmakla başladığını anladığında...

El kaldırıp 'dur' demenin hazzıyla büyüyen inançlar zamanla "tek enayi ben miyim?" kolaycılığıyla yitirildiğinden, sırf bu soysuz döngüye akıl sır erdirebilmek adına, talib, yolda yorulmaya devam etmek zorundadır.

Zorundadır ve çaresizdir.

Ne mutlu ki çaresizdir!

* * *

Kuvvet ve iktidar ehlinin hakikatin sesini duymaya ihtiyacı yoktur. Zanlarınca.

O sese muhtaç olanlar ise asıl yoksullar ve yoksunlardır. Hakikatten yoksun ve yoksul olanlar.

* * *

Boşuna ne aranıyorsun ey talib, insanın hakikatten başka kaybedecek bir şeyi yoktur!

Sen kendin kaybolmuşsun, taşrada ne arıyorsun?

* * *

NOT : Bu yazı, Selim İleri'nin dünkü Zaman'da yayımlanan yazısından mülhemdir: "Temmuz şurupları temmuz şerbetleri..."

Bu yazı toplam 8659 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dücane CÜNDİOĞLU Arşivi