Dücane CÜNDİOĞLU

Dücane CÜNDİOĞLU

Ecelbeşiği

Ecelbeşiği

Birini anlamak sanıldığından zordur. Birini, yani bir düşünsel yapı'yı, bir bütünü, bir kompleksi...

Anlamak demek, çözümlemek demektir.

Bir yapı'yı en küçük unsurlarına varıncaya kadar parçalamak, ve sonra aynı yoldan tekrar inşa etmek... işte, birine "Seni anladım!" demenin maliyeti.

* * *

Bir cami'yi değil, bir minare siluetini gözünüzün önüne getirin, ve o basit bütünü en çok nereye kadar parçalarına ayırabileceğinizi düşünün. Örneğin gövdesi... şerefesi... alemi...

Başka?

Belki bir de külâhı...

...

En iyisi, kendimizi fazla zorlamadan birlikte bir minareyi unsurlarına ayırıp çözümlemeyi deneyelim, hiç değilse bir minareyi açıklama yoluyla anlamaya çalışalım.

* * *

Bir minare'nin yedi kısmı vardır.

Aşağıdan yukarıya doğru, sırasıyla:

1. Kürsü (Kaide), 2. Pabuç, 3. Gövde (Farisî), 4. Şerefe, 5. Petek, 6. Külâh, 7. Alem.

* * *

Bir minarenin 'gövde'sinin üstü de tekrar kendi içinde onbeş kısma bölünür.

Aşağıdan yukarıya, sırasıyla:

1. Stalaktit, 2. Şebeke, 3. Farisî, 4. Petek, 5. Petek silmesi, 6. Kara çivi, 7. İskaça, 8. Tabla, 9. Payanda, 10. Gergi, 11. Göndel, 12. Çiğdene kaplama, 13. Seren, 14. Bayrak, 15. Alem.

* * *

Bir minarenin o küçücük görünen 'alem'i bile sekize, bazı unsurlarının tekrarıyla da on bölüme ayrılır.

Yine aşağıdan yukarıya doğru, sırasıyla:

1. Kaide, 2. Küp (simit, karpuz) 3. Kaide, 4. Boyun (alt bilezik), 5. Küp, 6. Boyun (orta bilezik), 7. Armudî, 8. Küp , 9. Boyun (üst bilezik), 10. Hilâl (Boynuz).

* * *

Minare yapımı kolay değildir. En azından taş işçiliği, ahşap işçiliği, bakır işçiliği ve sıcak demir işçiliği gerekir.

Ancak bir minarenin yapımından daha zor olanı, o minarenin külâhını tamir etmektir. Çünkü bu iş genellikle iskele kurulmadan yapılır, ki zor olanı da budur.

Peki bir minare külâhı nasıl tamir edilir?

* * *

Şöyle:

- "Minareyi tamir edecek usta, önce seren'in üzerine kendisine basamak teşkil edecek ahşap parçaları çakarak, külâh'ın içinden çıkabildiği yere kadar tırmanır. Belirli bir yerde, külâh'ın darlığı yüzünden, çalışamaz hâle gelir. Bu noktada kaplama tahtalarını kırarak dışarı çıkabileceği büyüklükte bir delik açar. Dışarıya çıktığı nokta, genellikle alem'den birkaç metre aşağıdadır. Ustanın, minarenin en tepesine ulaşabilmesi için alem'in tam altına bir kement geçirmesi gerekir. Bunu gerçekleştirebilmesi için, bulunduğu noktada minarenin etrafında bir ip dolaştırır ve bu ipin iki ucunu şerefe'de bekleyen çırağına sarkıtır. Çırak ipi iki ucundan tutarak burmaya başlar. Burulan ip minarenin çevresinde bulunan kısmının çapı daraldığından yavaş yavaş minarenin tepesine doğru 'tırmanır'. Usta bu ipe tutunarak tepeye kadar tırmanır ve alem'in hemen altına bir kement bağlar. Bu kementin üzerine iki adet makara yerleştirir. Bunlardan birisi kendi beşiğini asacağı makara, diğeri ise şerefeden malzeme çekmesini sağlayacak olan makaradır. Usta, yukarıda 360Ş dönerek ve makaraya bağlı beşik sayesinde yukarı-aşağı hareket ederek minare külâhını tamir eder, değişecek kurşun levhalarını değiştirir. İşi bittiğinde, minarenin etrafında tekrar bir ip dolaştırır ve ipin iki ucunu şerefe'ye sarkıtır. Çırak bu ipi yine burarak ustasının minareden inmek üzere kullanabileceği tek bir halat hâline getirir. Usta bu halata tutunarak daha önce bağlamış olduğu tüm ipleri söküp şerefeye iner. En sonunda da burgulu ipin burgusunu açar ve şerefe'ye düşmesini sağlar."

* * *

Minare külâhının tamiri bile bu kadar zorken, koca bir düşünce geleneğinin sorunlarını çözmek kolay mıdır sanıyorsunuz?

Yani düşünsel bir bütün'ü, bir yapı'yı biçimiyle, içeriğiyle anlamak ve açıklamak için onu tüm ögelerine varıncaya değin parçalarına ayırmak ve sorunlu kısımlarını mümkün olduğunca tamir ettikten sonra tekrar o bütünü yeniden kurup işlevini yerine getirmesini sağlamak....

Usta'nın çalışırken oturduğu beşiğin adı da çok ilginçtir: ecelbeşiği.

Tepelerde çalışmak zordur çünkü.

Yaşamdan uzakta, göğe yükselmek... nefes almaktan çok nefes vermek... bir ileri bir geri gidip gelmek... biteviye... burçları onarmak... haysiyeti... izzeti... kendini...

Yaşamdan ve insanlardan uzakta... siyasetten ve ticaretten...

Makam, mansıb ve rütbeden...

Evden ve aileden...

Bir dağın tepesinde, bir mağarada göğsünü yumruklamak...

Nefsim, nefsim, nefsim diye inlemek...

Sırf dünyayı güzelleştirmek uğruna...

Dünyayı, yani bizi, yani beni...

Kimbilir belki de burçlarda asılı kimsesiz bir beni...

* * *

Hâl böyleyken söyle ey talib, düşünmenin ecelbeşiğinde sallanmayı göze almaksızın iki denizin birleştiği yerde senin işin ne?

* * *

Not: Bu bilgileri baba, oğul, torun, üç mümtaz mimarın Fatin, Bülent, Mehmet Bengü ULUENGİN'in takdir edilesi emekleriyle neşredilen bir şaheserden aktardım: "Osmanlı Anıt Mimarisinde Klasik Yapı Detayları" (YEM, 3. bas. Mayıs 2010). Fatin Bey, hatırlanırsa, Ankara Kocatepe Camii'ni tasarlayan iki mimardan biridir. Bu mimar ailenin dördüncü kişisi de Fatin Bey'in gelini mimar Nihal Yöney Uluengin. Onun da zevkle okuduğum çok değerli bir çalışması var: "Osmanlı-Türk Sivil Mimarisinde Pencere Açıklıklarının Gelişimi" (YEM, 2. bas. Ocak 2000). Bir münasebetsizlik olarak telâkki edilmesin lütfen, ama, nasıl oluyor da bu çalışkan ailenin öyküsü yazılmıyor, hakikaten anlamakta zorlanıyorum. Bana verilen bilgi yanlış değilse, Fatin Bey, bir yaşlılar evinde kalıyor. Bu büyük zekânın, bu mahviyet ehli değerli mimarın tecrübelerinden nasıl olur da gereğince istifade edilmez, dizinin dibine çökülüp katledilen mimari mirasımızın o asırlık hikâyesi niçin kendisinden dinlenilmez? İnanın, hiçbirinin sebebini bilmiyorum.

Bu yazı toplam 6974 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Dücane CÜNDİOĞLU Arşivi