Niyetin iki ucu
Sevdalı yayıncılar ve yayınları hakkında yazmak çok zordur, sanılanın tam da aksine. Bilhassa çeviri kitaplar neşreden sevda sahipleri hakkında.
Umumiyetle bu tür yayıncıların kendileri de 'mütercim' olduklarından, takdirin yanısıra eleştiri de içeren yazılardan çok alınırlar; verdikleri emeğin, yaptıkları fedakârlığın küçümsendiğini düşünürler.
“Kaç yüz sayfalık kitap çevirdik, onca emek verip bastık, o kadar özendik, ama yine de birkaç yanlış yüzünden emeğimize kara çalınıyor” diyerek kendilerini savunurlar. Nefsi müdafaa ile emeği müdafaayı birbirine karıştırırlar.
Haksız da sayılmazlar. Ne hisleri bozuk, ne de hissiyatları yanlıştır. Çevirileriyle kendilerini özdeşleştirir böyleleri. Aşıktırlar çünkü.
Üstelik sırf ukalalık olsun diye bir iki hatadan dolayı nice emek mahsulü eser ceffe'l-kalem tenkid edilmiştir matbuat tarihimizde. Öyle ki birçok züppe eleştirmenliğe soyunup anlamadıkları kitapları hem de anlayışsızlıklarına istinaden eleştirmekten hiç ama hiç çekinmemişlerdir.
Kimse inkâr edemez, matbuat tarihi, eleştirmen görünüşlü b.k atıcılarla dolar dolar taşar; yani ömürleri boyunca ciddi bir iş yapmamış aylak gevezelerin iftiralarıyla... kusmuk suretindeki eleştirileriyle...
Ne var ki işaret etmeye çalıştığım algı bozukluğu (alınganlık sendromu), yetersiz ve kötü niyetli eleştirmenler üzerine yüklenerek açıklanabilecek gibi de değildir. Algılama sorununa yol açan, hep yetersiz ve ukala eleştirmenlerin yazıları değildir, dostların yazıları da, iyi niyetli uyarılar da aynı şekilde olumsuzlanır. Tabiatıyla.
Uzunca yazılıp çevirilerdeki hatalara genişçe yer verilse, bu sefer yayınevinin, yayıncının, mütercimin veya eserin aleyhinde kampanya başlatıldığına inanılır.
Sözün özü, çok emek verdikleri, çok yoruldukları, çokça fedakârlık yaptıkları için küçük bir îma bile sevdalı adamları incitir. İyi bilirim.
Yaptığı işle kendini özdeşleştiren âşıkların kaderi budur. Koca taşlar değil, gül yaprakları bile onları incitir. Övgüye ihtiyaçları vardır, tüm kahramanlar gibi. Fedakârlıkları ölçüsünde dış dünyanın kendilerine borçlandığına inanırlar. Ne yaptılarsa başkaları için yapmışlardır. Ödeme, ancak övgü suretinde yapılabilir. Sadece övgü, takdir ve tebrik.
Öteden beri takdir ettiğim, tebrik ettiğim, lâkin tenkid de ettiğim/etmek istediğim birkaç sevda sahibi mütercim-yayıncı vardır matbuat hayatımızda.
Adeta hayatlarını bu işe adamışlar gibidirler. Tek başlarına bir ordu gibi yayın yapmışlardır, kimseyi umursamadan kendi bildiklerinin dikine giderek hem de. Neleri var neleri yok hepsini ortaya koyarak... en değerli şeylerini vererek: zamanlarını... göz nûru vererek...
Evet, maddi ve manevî neleri varsa harcamışlardır hayallerindeki kitapları Türkçeleştirmek, ve o kitapları neşretmek için...
Batı dillerinden.... Doğu dillerinden... Bilseler, bilebilseler, tüm dünya dillerinden...
Karınca kaderince... sabırla... azimle... yıllarca...
Büyük kitaplıklar oluşturmayı başarmışlardır, dünyaya inat, hasımlara inat, hasudlara inat...
Ellerine geçen nedir?
Elbette sadece görmezlikten gelinmek.
Niçin?
Çünkü hayattalar.
Açıktan her takdir onları büyültür, bedavacıları ise küçültür. Bedavacıları... yani ruhsuz, gönülsüz, heyecansız rakiplerini...
Israrla görmezlikten gelen bu sevda sahibi mütercim-yayıncılara misal vermekten çekinmeyeceğim.
Türkiye'de düşünce ve sanatın seviyesi ileride birgün ciddi bir noktaya ulaşırsa/ulaşacaksa, bu başarının, böylesi emektarların -nâdan tarafından ısrarla görmezlikten gelinen- katkıları sayesinde mümkün olacağını sanıyorum.
Meselâ Aziz Yardımlı ve “İdea Yayınları”.
Meselâ Hüsamettin Arslan ve “Paradigma Yayınları”.
Meselâ Muhyittin Macit ve “Litera Yayınları”.
Sadece bu üç ismin ve yayımladığı kitapların düzeyi, içeriği, sayısı ve kalitesi bile her türlü takdir ve tebrikin üzerinde addedilmeli.
Batı'dan ve Doğu'dan onlarca cilt... Çoğu da felsefe metinleri... hepsi de kibirli metinler... okurunu küçümseyen, yanına gelmem, çok istiyorsan sen gel bana diyen metinler...
Bu ülkenin okuyan, düşünen çocukları bu sevda sahibi adamlara bir gün adam gibi teşekkür etmeyi bilmeli. Teşekkür etmeli ve kıyasıya eleştirmeli. Yapabiliyorsa, daha iyisini yapmalı. Ama önce takdir etmeli, teşekkür etmeli. Sonra gerekli bulursa tenkid de etmeli.
Kütüphanelerimizdeki onlarca kitap bir kârın değil, düpedüz bir zararın marifeti. Zararına süren bir sevdanın marifeti. Yanlışları da olsa, yetersiz de kalsa, ısrarlı bir inancın marifeti.
Sadece bu isimler mi? Başkaları yok mu?
Vardır elbette. Düşünülürse bulunur, birkaç kişi daha. Hayallerini gerçekleştirmek için çırpınan birkaç mütercim-yayıncı daha.
Bu üç mütercim de çevirilerinden/çeviri tekniklerinden/Türkçelerinden ötürü kıyasıya eleştirebileceğim ve fakat buna rağmen çabalarına/titizlenişlerine duyduğum saygıdan ötürü susmayı uygun bulduğum kimseler.
Dil anlayışımın neredeyse tam karşısında yer alıyorlar. Görebildiğim kadarıyla felsefî duruşları da, kavrayışları da öyle.
Fakat yaptıkları işe âşık adam sayısı o kadar az ki! Özenen, titizlenen, şöyle veya böyle bir şeyler yapmak için çırpınan adam sayısı... Varını yoğunu koyan adam sayısı...
Kitabı sayan ve emeğe saygı duyan her namuslu kalemin bu adamları da sayması gerekir.
Ey talib, bu arada seni unuttuğumu sanma da şu öğüdümü bir kenara yaz:
İnsanların söyledikleri kadar söylemek istediklerine de kulak ver! Eleştirdiğin insanların yaptıkları kadar yapmak istediklerini de dikkate al!
Ahmakların canı cehenneme, firaset sahibi olup niyet okumaya devam et!
Ve sakın unutma, ancak ahmaklar niyet okumaya karşı çıkarlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.