Dücane CÜNDİOĞLU

Dücane CÜNDİOĞLU

Kadın ve yılan ve yaşam

Kadın ve yılan ve yaşam

Hiç dikkatinizi çekti mi bilemiyorum ama, daha bir iki hafta önce bir gazetede şöyle bir haber vardı:

- “Bayburt'a bağlı Kırkpınar köyünde her yıl mayıs ayında ortaya çıkan yılanların birçok hastalığa iyi geldiğine inanılıyor.

Kırkpınar köyünde mayıs ayında yer yüzüne çıkan ve başta yılancık olmak üzere, sedef, egzama gibi ağrılı tüm hastalıkları tedavi ettiğine inanılan yılanlar, haziran ayının ortalarına kadar bu amaçla köylüler tarafından kullanılıyor.

Yurt dışından ve Türkiye'nin birçok bölgesinden vatandaşlar, köylüler tarafından özel hazırlanmış toprak kaplarda sütle beslenen yılanlardan şifa bulmak için köye geliyor.”

Ne ilginç değil mi?

Yılan ve şifa... yılan ve deva... sağlık ve yaşam...

Daha da önemlisi: yılan ve kadın.

Şifacı kadınlar, yılanlı kadınlar, yılanla şifa veren kadınlar, yaşlı kadınlar...

Kadın ve şifa, kadın ve yaşam, kadın ve büyü...

Bu kavramlar metaforik açıdan birbirlerinden ayrılamaz(dı). En azından hikmet-i kadimede kadının şifacı olduğuna inanılır, sağlık, yaşam ve pek tabii ki büyü/gizem sözkonusu olduğunda 'önce' kadınlar akla gelir(di).

Bilgeliğin kadınsı bir tarafı vardı(r). Yaşlı kadınlar ve bilgelik. Ortaçağ'ın Batısında ise cadılar, acuzeler, arrafeler... Önündeki küreye bakıp bilinmeyeni okuyabilen kadınlar...

Cadılar, Ortaçağ zekâsının korkulu rüyası...

Kilise hep kadından, kadınlardan, kadınlıktan korkmuştur. Ne kadar nefret ediyorsa o kadar da korkmuştur.

Alfred Dürer, peki o niçin korkmuştur?

 

* * *

Kadını antik çağda histeri'yle, ortaçağda melankoli'yle, günümüzde ise depresyon'la özdeşleştiren her ne ise, onun için korkmuş ve korkutmuştur Alfred Dürer.

Histeri, melankoli ve depresyon...

Her üçü de kadınlığın bedeli olarak görüldü... Ayın dönüşümünün bedeli... Işığını güneşten almanın maliyeti...

Menstruation ve menopause... Kadının peşini bırakmayan küre: ay.

Fuzulî “felek bi-rahm, devran bî-sükun” der. Kadınlar için tamıtamına öyledir. Devran kadınlar için hiç durmaz. Biter ve yine başlar. Zaman durmaksızın akar. Bir nehir gibi. Bir ırmak gibi. 28 günlük daireler içerisinde... Döne döne. Lâkin durunca, çokluk kadın da durur. Kadın durmasa, kadınlığı durur. Pause! Evet, sonuç budur: men-o-pause.

 

* * *

Kırkpınar köylülerini dinlemeye devam edelim:

- “Köyümüze tedavi olmak için gelen yüzlerce, binlerce hasta var. Türkiye'nin dört bir yanından özellikle deri hastalıklarıyla ilgili geliyorlar.

Köyümüzde 70-80 yaşında büyüklerimiz var.

Onlar doğdu doğalı bu yılanlar var. Onlar da net olarak, ne zamandan beri yılanlarla tedavi yapıldığı bilmiyor.

Yılanlarla uygulanan tedavide iyi olan hastalar da var, iyi olmayan hastalar da.

Özellikle yılancık hastalığına, iltihaplı hastalıkların çoğuna iyi geliyor. Yılan, ağrılı olan yere konuluyor. Yılan gövdesiyle o pis mikrobu alıyor. Daha sonra altı ay soğuk, altı ay sıcak akan bir suyumuz var, yılanları o suyun içine bırakıyoruz ve yılanları temizliyoruz.”

Yılan hem zehir, hem panzehir...

Gücün, kudretin ve ölümsüzlüğün simgesi. Tabii bir de fısıltının, vesvesenin, sinsiliğin, soğukluğun, kansızlığın...

Kadın ve Yılan... Kadın ve Şeytan...

Kadın, yani Havva... hem aldatan, hem aldatılan...

Hristiyanlığa göre, menstruation'la cezalandırılmış. Peki ya menopause? O da şifa. Kadınlıktan çıkış. Devranın sükunu. Dönüşün durması.

Histeri, melankoli ve depresyon...

Karanlık ve suskunluk. İnsanlardan kaçış. Sürekli uyku. Uyku yoksa, baygınlık. Anhedonia: haz yitimi. Yani kapanış.

40 yaşından sonraysa: açılış. Parayı elinde tutan, makası da elinde tutar. VE kadın aile dışına açılır. Aile dışına, yani gerçek dünyaya. Bütün iğrençliğiyle gerçeğin dünyasına.

 

* * *

RESMİ GÖRÜŞ:

- “Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. ... yılanların bazı hastalıklara iyi geldiği yönündeki inanışın, bilimsellikle bir ilgisinin olmadığını söyledi.”

 

* * *

Doğa'yı ve yaşamı kim bu hâle getirdi? Elbette bilimsellik. Doğayı ve yaşamı, yani kadını.

Kadın, bir zamanlar, doğururdu. Erkek ise, doğuramadığı için, çaresiz, yaratırdı.

Ne üzücü değil mi, doğuramayan kadın, artık yaratmak zorunda kalıyor.

Bu yazı toplam 8873 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dücane CÜNDİOĞLU Arşivi