Anne Sevgisine Bedel Ödüyoruz
“Benim için ne yaptın ki?”, "Benim için yeterince şey yapmadın!" Tanıdık geliyor mu sizlere? Ne zaman duydunuz bu cümleyi en son, ya da ne zaman söylediniz. Kendini başkalarına teslim edenlerin sürekli şikâyeti budur.
İnsan yıkıcılığının üzerine sayısız tez üretilmiştir. Sigmund Freud; insanlardaki yıkıcılığın kökenini insanın doğasında var olan ölüm dürtüsüne mal ederken, bu görüşe karşı çıkan psikanalizci Arno Gruen; insandaki yıkıcı ve ölümcül edimin kişinin, yanıltıcı bir iktidardan pay alma uğruna kendisine ihanet etmesinden kaynaklandığını savunmaktadır.
Arno Gruen’in kitabındaki bu cümlelerin ana mesajı ve kitabının tümündeki tez, “Kendinden vazgeçiş bütün kötücül davranışlarımızın kaynağıdır” şeklinde…
Derin bir konu ama önemli olduğu için paylaşmak istedim. Kendinden vazgeçiş bir sorumluluk duygusu, bir fedakârlık değildir. İnsan kendi iç yaşamından kopmuşsa yalnızca kendisine dikte edilmiş düşünce ve tasarımlarla tepki verir. Bundan sonra bir robota dönmesi an meselesidir…
Kendini tâbi kılan genellikle bunu kendi isteği ile yaptığının farkında da değildir. Kişi tâbii olduğunun farkında olmadığı için ve bu nedenle bütünlük içinde olamayacağından huzursuzluk, boşluk duygusu ile yaşar. Bunu düzeltme çabası da tüm edimlerini (davranışlarını) belirleyecektir.
Ancak kişi, tâbii olmaya o denli hazır olan, kendi benliğine karşı olabilirse (bu acı çektiren bir süreçtir.) kendine duyduğu nefreti azaltabilir. Bu da tabi oluşu görüp, kabul etmekle olur.
Peki bu süreç nasıl başlar?
Yani insan ilk ne zaman kendinden vazgeçer?
Çocukluğumuzda sevgiyle onaylanmak bizim için temel ihtiyaçlardan bir tanesidir. Anne babamızın sevgisiyle kendimizi onaylanmış hissederiz. Bu gelişim açısından vazgeçilmezdir.
İnsan güven duymadan yaşayamaz. Güveni de sevecen bir ilgi yoluyla kazanırız. Bebekler ve çocuklar ilgisiz kalırlarsa duygu yitimine uğrayabilirler, hastalanabilirler hatta ölebilirler. Sevgiden yoksun yaşamak zorunda kalmak, bir insan için en derin çaresizlik duygusuna yol açar. Sevgiden yoksun kalmamak için anne babanın söylediklerini yaparak, onların onayını almak adına kendi özerkliğimizden vazgeçeriz. İlk burada öğreniriz kendimizden sevgi adına vazgeçmeyi. Bu noktada ya kendi iç yaşamımızla olan bağı sağlam tutarız ve özerlik potansiyelimizi koruruz ya da kendi iç yaşantılarımızdan ve deneyimlerimizden giderek koparız.
Kişi, kendini koşulsuz sevmeyen bir anne baba tarafından, sırf kendisi olduğu için sevilme isteği içinde çaresiz hisseder. Anne baba onayını almak adına kendine duyduğu saygı pahasına, anne babanın istediği gibi davranarak, onlarla işbirliğine girişir. Bunun yarattığı çelişki insan ruhundaki ilk yarılmadır.
Kişi tâbii oluşuyla yüzleşmelidir. Bir insanın kendinden nefret etmesine neden olan ve sonra kendisine ne yaptığını hatırlattığı için çevresindeki tüm yaşamdan nefret etmesine yol açan, bu tâbii oluştur. Kötülük, yıkıcılık, insancıl olamamak, bütün bunların kökleri, insanın doğumla hak ettiği kendisi olma hakkından vazgeçişine dair yaptığı çok gerilerde kalmış tercihin sorumluluğunu üstlenemeyişindendir. Bu boyun eğişi, toplum ve kurumlar “sorumlu” davranışla aynı gördüğünden destekleyecektir.
“Ben sorumluluk sahibiyim”, “üstlerimin istediklerine harfiyen uyarım”, “ben sorumluluk sahibi bireyim annemin onayı olmadan dışarı çıkmam”, “babamın onayını almadan evlenmem”, “arkadaşımı yalnız bırakmam”,gibi tekrarladığımız cümlelerdeki tâbi oluşu fark etmektir ilk yapılması gereken. Fark ettiğimizde ancak yaşadığımız öfke ve yıkıcılığı, belki de bize boşluk duygusu yaratan bütünleşememe duygusunu çözebiliriz.
*Ruhsal değişimler ancak insanın kendi hikayesini anlamasıyla mümkün olabilir. Her psikoterapi veya psikanalizde çocukluk dönemi yaşantılarının ve etkilerinin iç içe geçmiş zaman dizimini çözmek gerçek değişimleri sağlamaya yetmeyebilir. Ancak kişi, bir zamanlar iktidara boyun eğme kararını kendisinin verdiği konusundaki sorumluluğunu üstlenirse değişme sürecine girebilir. Çünkü özerk güçleri sakatlayan ve ruhsal deformasyona neden olan bu boyun eğiştir.
Bu yorumlara katılıp katılmamak bu yazıyı okuyanın seçimidir. Bana doğru geldi tüm bu yorumlar. Daha fazla detaylandırmak ya da karşıt durumları savunmak için sanırım bir kitap yazmam gerekecek. Ancak yıllardır yaptığım gözlemlerde, danışanların problemlerini dinlediğimde, hayatlarında fark edemedikleri bir tâbi oluş, buna bağlı olarak öfke, çaresizlik görüyorum. Bunun yarattığı ruhsal sorunlarsa ayrı bir yazı konusudur. En basit maliyeti empati duygusunu kaybetmektir ki, sonuç kendinle ve diğer insanlarla ilişkilerde problemdir.
Kişi bu yüzleşmeleri kabul edebiliyorsa benliği ile ilişkisi devam edeceğinden sorun yaşasa da çözebilecektir.
Şimdi bir bakalım kimlerin onayını almak için kendimizden vazgeçtik? Neden bazen çok sevdiğimiz annemize, babamıza, çocuklarımıza, arkadaşlarımıza yıkıcı duygular hissediyoruz. Yoksa bunu fark etmedik mi henüz!
*Arno Gruen- Normalliğin Deliliği
Psikolojik Danışman&Psikodrama Grup Terapisti
Perihan Demirbaş
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.