Dücane CÜNDİOĞLU

Dücane CÜNDİOĞLU

Vasiyetimi yenileyemem ama yineleyebilirim

Vasiyetimi yenileyemem ama yineleyebilirim

Bir dağın tepesinde... küçük ve dar bir mağarada... karanlıkta.... taş üstünde... ve tek başına... yalnız... yapayalnız... kimsesiz...

Düşünmekten zonklayan bir zekâ... rikkat ve ızdırap titreyişleriyle seyrelmiş bir kalp... iyice zayıflamış... narin bir beden... neredeyse aç ve susuz... yemekten içmekten kesilmiş... hâlsiz... mecalsiz... ve yorgun... dalmış... bilinmezlik suretine bürünmüş bir belirsizlikler deryası içinde...

Tamat değil, şatahat değil, hakikat... boğulmak üzere... kaybolmak üzere...

Ah!..

Ah efendimiz!

Ah!...

* * *

Tecellînden ümid kestim, hani cilvelerin ey hakikat!

Ne de nazlısın.

Hâlâ müphemsin çünkü... hâlâ meçhul... görünmen, bilinmen, soyunman imkânsız gibi... öyle bir muammâsın ki hâllin müşkil gibi...

Hani rahmetin? Hani hayalin? Hayalin bile mi muhal?

Ah hakikat!

Bir kez düşde olsan.... peçenle olsan... bari olsan... yeter ki gelsen... düşde gelsen... düş yoluyla gelsen... bir kez gelsen... ne yanımda, ne yanıbaşımda, razıyım, gelsen de ötelerde dursan!

Kudretim olsa uruc eder katına çıkardım. Güçsüzüm oysa. Hâlsizim. Rahm etsen de sen gelsen... insen buraya... tutsan elimden, alsan... alsan beni benden... bedenden... beni bana bırakmasan... kızmasan... sadece sevsen... yetim kalmış kalbimi ısıtsan... okşasan... adaletin zahirde kalsın, asıl sen beni bâtında, bâtınında rahmetinle sarsan...

Ah!..

Ah efendimiz!

Ah!...

* * *

VE derken Cibril-i Emîn geldi. Kadir gecesi. Yârin mektubuyla. 'Oku!' dedi haşmet ile.

Tam üç kez Kevser pınarını akıttı bir garibin avuçlarından. Bir kimsesizin. Bir yetimin. Efendimizin. Kana kana içsin diye. Şefkat ve rahmet nedir bilsin diye. Cemâlin görsün diye.

Hakikat bâdesi kadehsizdi bu yüzden. Sureti perdesiz. Çehresi peçesiz.

Gördü ve gözü gördüğünü yalanlamadı.

* * *

Ey talib, her yıl Ramazan kime gelir bilir misin?

Yârin mektubunu bekleyenlere... yetimlere... kimsesizlere... mağaradakilere... 'ah' demeyi bilenlere...

Hüzünle gelir... okuyalım diye gelir... 'ah' demeyi öğrenelim diye gelir... onun kokusunu duyalım diye gelir... 'ah' diye diye gelir...

Tıkınmayı bırak, önce bir 'ah' de!

Al eline 'Lâ" süpürgesini, süpür hayatından ikilikleri, ve önce adam gibi bir 'Lâ' (Hayır) çek şu dünyanın üstüne!

Efendimiz gibi.

* * *

Ramazan ayı tıkınma ayı değildir; karnavallar ayı ise hiç değil.

Kim için? Yetimler için. Mağaradakiler için. 'Ah' demeyi bilenler için.

Ey talib, o pahalı, o şatafatlı, mükellef sofralarda verilen iftarlardan uzak dur, çünkü hem orucun oruç olmaktan çıkar, hem kendini Muhammed'in kokusunu duymaktan mahrum etmiş olursun.

Akşam tıkınmak için sabahtan kendini aç bırakan zavallılar gibi de olma! Çünkü iftar ve sahurlarda şatafat içinde tıkınanların orucu fasiddir.

Zahirde değil, bâtında. Orucun ahkâmınca değil, esrarınca.

Anlamıyor musun onlara helâl, ama bize haram.

Bize, yani 'ah' diyenlere...

Muhammed'in yetimlerine...

Vasiyetimdir.

Bu yazı toplam 3446 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dücane CÜNDİOĞLU Arşivi