Öfke içinde değil, rahmetle; elinde kandille...
— "... Ben müziği bilmiyorum tabii. Ayrıca dinlemeye gidecek olsam bile, müziğe kulak vereceğim yerde müzisyenleri seyrederim."
Böyle söyler sanatın, resim sanatının büyük vicdanı.
Vincent Van Gogh.
'Vicdan' deyince, güneşin battığı topraklarda akla gelecek ilk isimlerden biri.
Van Gogh.
Sanatın vicdanı; resmin, rengin, insanın.... pek tabii ki siyahın... kapkara siyahın... katranî siyahın... acının... ve mavinin... hep acının...
Dahî, sarının... tuvalde erimiş altın gibi sarının... güneş sarısının...
Sarı'nın sultanı...
Ama gençken... henüz ümidini kaybetmemişken... Arles'te...
Ne yazık ki hep Arles'te...
Siyahı ise, Saint-Remy siyahıdır; Saint Paul Hastahanesi'sinin siyahı...
Ölümün siyahı. Ürkütücü. Delici. Hoş.
Hakikatın Siyahı.
Gerçek.
***
— "Öte yandan, kendi gövdemin içindeyim; gövdemse, değirmen taşlarının arasındaki mısır tanesi gibi güzel sanatların dişli çarkları arasında öğütülmekte..."
Zavallı Van Gogh, sevdiklerine yük olmamak için yaşamın yükünü taşımaktan vazgeçti. Tutunamadı. Şuurlu şuurlu çıldırdı. Siyahı, karayı, kapkarayı sevimleştirmek uğruna.
Henüz 37 yaşındayken kendi canına kasdettiğinde, üzerinden çıkan mektupta bile öylesine sakin, öylesine vakurdur ki!
Kendi ifadesiyle: "elinden gelenin en iyisini yapmaya kararlı bir kafanın son kertesine dek zorladığı çabanın içtenliğiyle" söyler; ve üstelik "ölmüş ressamları satanlar ile yaşayan ressam ticareti yapanlar arasında durumun çok gergin olduğu bir anda" yazar.
Birçok kez aklını kaybetmiş ama vicdanını hiç kaybetmemiştir. "Akıl içindeki akıl" diye tanımladığı o vicdanı... vicdanını....
***
Müziğe kulak vermek yerine, müzisyeni seyreden bu adam Zola'ya hayrandır.
"Biz ki La Terre ve Germinal'i okumuşuz" diye neşeli neşeli kabardığı bile olur.
Bir defasında, Zola'nın "Mes Haines" adlı kitabından küçük bir alıntı yapar; tek tek resimler üstündeki yargılarında korkunç yanlışlar yaptığını belirtmiş olsa da "çok güzel" bulduğu bir sözünü...
— "Bir resimde, bir sanat eserinde benim aradığım, sevdiğim şey insandır, sanatçının kendisi." [dans le tableau (l'oeuvre d'art) je cherche, j'aime l'homme –l'artiste.]
Zola'nın bu sözünü aktardıktan sonra, "Bak işte!" der Van Gogh, "bu çok doğru bence."
Sanatta sanatçıyı görmekten hiç vazgeçmemek. Yaratıcıyı. İnsanı. Eylemde eylemcinin kendisini. Sanatının ihtişamı arkasında saklanan sanatçıyı.
***
Ne tuhaf değil mi, Van Gogh'un en yakın arkadaşı Paul Gauguin de hiç farklı düşünmez.
— "Ben resme değil, insana hayranım!" (Ich bewundere nicht das Bild, ich bewundere den Menschen)
İnsana... hem resimdeki insana, hem de resmin önündeki insana... temsiline değil, gerçeğine... gerçeğe... gerçeğin kendisine...
***
Bir düşün bakalım, HERŞEYE KADİR OLAN'ın bu âlemde kadir olamadığı tek şey nedir ey talib!?
Van Gogh da düşünmüş bu sorunun cevabını, ve henüz 28 yaşındayken bu soruya bir cevap bulmuş:
HERŞEYE KADİR OLAN TANRI ASLA BİR GÜNAHKARI TERKEDEMEZ!
Rahmeti nefsine yazmış.
Kullarını gazabıyla korkutmuş ve fakat hep rahmetiyle affetmiş.
Beraat etmemişler hiçbiri, beraat ettirilmişler. Şefkat ve rahmetle.
***
Ey talib! Putlarını terket, çünkü hepsi bir gün seni terkedecekler.
Sen seni terketmeyecek olanı ara. Öfke içinde değil, şefkatle ve rahmetle.
Beraat gecesinde. Kendini ara.
Elinde kandille.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.