Dücane CÜNDİOĞLU

Dücane CÜNDİOĞLU

Niçin şimdi mavilere bürünmeliyiz?

Niçin şimdi mavilere bürünmeliyiz?

Ulemadan biri, maviler giyinmiş bir dervişe bu rengi tercih etmesinin sebebini sorar, derviş de kendisine şu cevabı verir:

— "Efendimizden (s.a) bize üç şey miras kaldı: fakr, ilim ve kılıç.

Kılıç sultanların eline geçti ve fakat onlar kılıcın hakkını veremediler.

İlme varis olanlar da âlimlerdi, ama onlar da ilmi sadece başkalarına aktarmakla yetindiler.

Dervişlerle gelince, onların payına da fakr düştü. Lâkin onlar da yoksulluğu zengin olmanın aracı yaptılar.

Benim mavilere bürünmemin nedeni de şu üç zümrenin içine düştükleri zavallığı protesto etmek!"

* * *

Mavi bir zamanlar itirazın rengiydi; muhalefetin ve isyanın... karşı olmanın ve karşı çıkmanın... direnişin... ayak diremenin... sabr u sebatın yani!

Acaba niçin?

* * *

Kılıç, güç ve iktidarı sembolize eder. Güç ve iktidarın hakkını vermemek ise, yönetimde adaletten sapmak, dolayısıyla halka 'zulmetmek' demektir.

Siyasîlerin vazifesi, ellerindeki gücü, kendi nefisleri için değil, bilâkis halk arasında adaleti gerçekleştirmek ve zulme mâni olmak için kullanmaktan ibarettir.

Güç ortada, güç sahipleri de!

Peki adalet?

Adaleti arıyoruz. Israrla. İnatla.

Adalet ve merhameti!

Kılıç, yeryüzünde sadece yoksul bırakılmışların, zayıfların, mazlumların yanını tutmalı ve yöneticilerin elindeki kılıca aslâ mazlumların kanı bulaşmamalı!

Kılıcın varlık sebebi zulme mâni olmaktır.

Adil olamayacaksan sakın elini o kılıca sürme, yoksa yanarsın!

Öte dünyada değil, bilâkis bu dünyada.

* * *

İlme varis olan alimlerin sahip oldukları ilmi başkalarına aktarmakla yetinmelerinin mânâsı, ilim adamlarının, bilme çabalarını nefsin bilgisiyle ilişkilendirmeyi bir türlü beceremeyişleridir.

Derviş, ilim sahibi olanların irfan sahibi olamayışlarını eleştirmekte, sanki böylelikle bizlere bir ayeti hatırlatmaktadır:

— "Evlere arka kapılarından girmeyiniz!"

Peygamberlerden cevabını öğrenmek istediğiniz sualler dış dünya hakkında olmamalı, çünkü doğanın bilgisini sen kendin de öğrenebilirsin.

Niçin hilâlin hâllerini, vakitlerini sorarsın ey talib! Peygamber'e kendini sorsana, ondan sana seni anlatmasını istesene! "Ustam, söyle bana, kimim ben?" desene!

Peygamberlerden insanlara miras olarak kalan bilgi, dünya bilgisi değildir. İnsanlar dış dünyayı (doğayı) bilmek için değil, bilâkis iç dünyalarını (kendilerini) bilmek için peygamberlere ihtiyaç duyarlar. Kendilerini kendilerine anlatacak kılavuz şahsiyetler onlardır çünkü! Nefsin haritasını bilenler! İnsanın zavallılıklarını... aldanışlarını...

Bir ilim adamı düşünün ki bir ömür boyu işi gücü bilmek/öğrenmek olsun ve fakat kendisini bilmeyi hiç akıl etmesin! Kendisinden gayrı her şeyi bilsin ama bir tek kendinin cahili olsun!

Meselâ adam arzdaki veya toplumdaki depremin âlimi, ama kalbinden/gönlünden bîhaber. Kendindeki depremi bir türlü ölçemiyor, çünkü konuşmayı biliyor ama sevmeyi bilmiyor.

Doğa veya Toplum bilimlerinde bir ömür harcetmiş zevat bir yana, ilâhiyatçıların hâli çok mu farklı sanki!? Ömür boyu Kur'an oku ama bir türlü kendi kitabını (nefis kitabını) okumayı becereme, hiç olur mu?

Oluyor ne yazık ki! Bir de bakıyorsunuz, dinî ilimler bizzat sahibine perde teşkil ediveriyor. "Allah! Allah!" diyor, lâkin Allah'tan gafil!

Her şeyi Kur'an'da arıyor ve aradıklarını da buluyor, ve fakat aramadığı ve tabii ki bulamadığı bir tek kendisi! Ne yazık ki Kur'an, ona ondan gayrı her şeyi anlatıyor.

İlim bir perdedir irfana, bilen beri gelsin!

* * *

Fakr, Efendimizin (s.a) bizlere en büyük mirasıdır gerçekte. Yani yoksul ve muhtaç olmak duygusu. Varlık karşısında biteviye acziyet.

Nefsin şımarıklığının önüne geçmek için muhtaç olduğumuz tek duygu, biteviye muhtaç olma duygusu! Kırılganlıgın gücü, kırmak değil çünkü, kırılmak!

Hani fakr ehli, nerede?

Tarikat, barikat olmuş irfan âleminde. Keramet sanki tac ile hırkada. Dervişler yoksulluklarından değil, teberru makbuzlarından güç alıyorlar.

Derviş –ki fakir demektir— demek istiyor ki: Fakr, zenginliğin aracısı. Yani dilencilik meslek hâline gelmiş. Ferdiyetin mânâsını, yani özgürlüğü öğretmeyi bile beceremiyorlar; çünkü çoğalmayı önemsiyorlar, kalabalıkları etkilemeyi. En ve boydan müteşekkil bir surette yayılıyorlar. En ve boy, yani satıh. Mahrumu oldukları tek şey derinlik. Sathî olmayı marifet bellemeleri bu yüzden. Durmadan genişliyorlar. Oysa "Dervişlik hırka ile değil, hurka iledir" denir; yani kalabalıkların arasında güven içinde ısınmakla değil, aksine o ateş korunu bizzat avucuna almakla...

* * *

Siyaset ve ilim ve irfan mirasımıza, her üçüne de sahip çıkmalıyız; yani hiç vakit geçirmeden, hem de acilen mavilere bürünmeliyiz.

İmdi, söyle bana ey talib, niçin başka bir renk değil de mavi?

Bu yazı toplam 3574 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dücane CÜNDİOĞLU Arşivi