Dücane CÜNDİOĞLU

Dücane CÜNDİOĞLU

'Keşke' demek bize yasak!

'Keşke' demek bize yasak!

Etimoloji'nin aslı, Yunanca Etymologia. Anlamıysa, sözcüklerin kökeni inceleyen bilim dalı.

İlginç olan, ilgimizi çekmesi gereken: sözcüğün kendisine dayandığı kökün, yani "étymos"un 'hakikat' anlamına gelmesi. Bu açıdan bakılırsa, etimoloji, birdenbire, sadece sözcüklerin kökenini değil, eşyanın/nesnelerin de kökenini inceleyen bir dilim dalı anlamı kazanır. Çünkü bir zamanlar bir sözcüğün anlam köküne/kökenine ulaşmak, hiç değilse kadîm dünyanın sâkinleri açısından, hakikate ulaşmakla, hakikati bilmekle eşdeğerdi.

'Kelime' demek, 'Hakikat' demekti. Küçüle bozula en nihayet '-loji' ekine dönüşse de bilmeli ki önce 'Logos' vardı.

Logos, yani 'Kelâm', yani 'Akıl', kısaca "Dil ve Düşünce".

Zâhir ile bâtının tam ortasında insan vardı. Berzah'ta. A'raf'ta. Yani arada.

Evet, bilmeli ki önce insan vardı.

* * *

Etimoloji'nin bizim düşünce geleneğimiz içerisindeki karşılığı İlm-i İştikak.

İştikak, yarma/yarılma demek. Dilerseniz, toprağın yarılışını akla getiriniz; toprağın yarılışını ve köklerin ortaya çıkışını... Dilerseniz karanlığın yarılışını... ve tâ derinlerden kendini gösteren hakikat ışığının o pırıl pırıl yanışını...

Kelimelerin köklerine inmek demek, yarılan dil çatlağından içeriye bakmak, bakışı köklere, kökene değdirmeye çalışmak demekti.

Bir zamanlar, hakikati örten perdeyi ortadan kaldırmak, ve böylelikle insan bilincinin derinliklerine uzanmak, en azından bir zamanlar, ancak 'dil' ve 'söz' aracılığıyla mümkündü; 'lisan' ve 'kelâm' aracılığıyla...

Zâhir ile bâtının ortasında insan vardı.

Önce insan...

Bütün haşmetiyle ve bütün zavallığıyla insan!

* * *

Dün, Taraf gazetesinde Sevan Nişanyan'ın 'Paradise' başlıklı yazısına tesadüf ettim.

Hakikatle aramızdaki perdenin, onca çabalardan sonra incelir göründüğü anlarda bile birdenbire nasıl da kalınlaştığına değinmek için küçük bir fırsat olarak telakki ediyorum o masum yazıyı.

Dilin, muhatabına tam da gerçeği gösterecekken âniden bir oyun oynayıp gerçeği gizleyebileceğini iştikak oyunlarını tecrübe edenler bilir. Bu yüzden her defasında daha derine kazmak zorunluluğu vardır, hep daha derine...

Yarma teşebbüslerinin neticesinde elde edilecek yargılar, kocaman yarıklardan ziyade küçük çatlakların arasında da gizlenmiş olabilir.

Değil mi ya, hakikat sürprizden hoşlanır.

* * *

Nişanyan, Yunanca 'parádeisos' hakkında, Pers kralının etrafı duvarla çevrili cennet misali bahçeleriymiş diyor; Atina'lı tarihçi ve komutan Ksenofon'a dayanarak. Kelimenin Farsça aslını, 'paridaeza' olarak tahmin edenlere de işaret edip 'pari-'nin 'çepeçevre', 'daeza'nın da "duvar veya sur" anlamına geldiği gösteriyor. Sonra, MS 1. yüzyılda 'parádeisos'un İncil'de karşımıza çıktığını belirtiyor, Aramice gannetâ kelimesinin çevirisi olarak. Bu da "saklı bahçe" demekmiş, "etrafını duvarla çevirmek, tahkim etmek, saklamak" anlamına gelen g-n-n kökünden... [Burada hemen 'cennet' kelimesi hatırlanmalı.]

Kelimenin Yunanca'dan Latince'ye (Paradisus), oradan da modern Batı dillerine geçtiğini, hepsinin de 'cennet' anlamına geldiğini kaydettikten sonra, Yahudilikte bu kavramın bulunmadığını, ama Hz. İsa'nın sık sık bahsettiği, doğru yolu seçen müminlere tanrının vaadettiği mucizevî bahçe'nin işbu bahçe olduğunu söyleyen Nişanyan, biraz tereddüt içinde şöyle diyor

— "Benzer bir bahçe, daha ayrıntılı servislerle donatılmış olarak, İslami mitolojide de mevcuttur yanılmıyorsam."

Birdenbire "İslâmî mitoloji"ye geçtik, ne ilginç değil mi?

Oysa sözlüklerin dini olmaz, olsa olsa sınırları olur?

Neyse geçelim.

Son olarak, yazarın, dört yanı yüksek duvarla çevrili Ortaçağ usulü iç bahçelere paradise garden yahut jardin de paradis dendiği şeklindeki açıklamasını da zikredelim. ["cennet bahçeleri" yani.]

* * *

Özetlersek, Farsça Paridaezas kelimesi, önce Yunanca Parádeisos'a, sonra Latince Paradisus'a, oradan da Paradis/Paradise/Paradies hâlinde diğer Batı dillerine geçiyor.

Anlamı da 'bahçe' demek, etrafı surlarla veya duvarlarla çevrili bahçe... hatta Aramice kökenine binaen: saklı bahçe... gözlerden saklı bir tür iç bahçe... [Görmüş olanlara kadîm Şam evlerinin iç avlularını hatırlatırım, otantik yapısını koruyan bu iç avlular, hakikaten birer cennet bahçesi gibidir. Endülüs bahçeleri de aslında işbu Suriye bahçelerinin ardılıdır.]

* * *

Sözü daha uzatmadan sadede geleyim:

Nişanyan'ın kısa tedkikinin en büyük zaafı, kendisine Farsça, Yunanca, Latince silsilesini takibe izin vermesine, hatta Aramîce 'gannetâ' (cennet) köküne ulaşmasına yardımcı olmasına rağmen, elindeki kaynakların, Paridaezas'ın karşılığı olarak Kur'an'da geçen Arapça 'Firdevs' kelimesini görmekten kendisini mahrum etmiş olmasıdır.

Sayın Nişanyan "İslâmî mitolojiyi" (!) öğrenmeye vakit ayıramayabilir ama bari Arthur Jeffery'nin 1938'de basılan "The Foreign Vocabulary of The Qur'an" adlı kitabını el altında bulundursa! Tavsiye ederim, gerçekten istifadeye şâyândır.

İlgilisine büyük hatalar yaptırsa bile kesinlikle onu küçük hatalardan korur.

Lâtife yapmıyorum, küçük hatalar, ciddi araştırmacılar nezdinde, büyük hatalardan daha tehlikeli ve daha örseleyicidir.

NOT: 'Paridaezas' ve 'gannetâ' sözcüklerinin anlam-analizini derinleştirmek ve daha sahih sonuçlara ulaşabilmek için, Etymology'nin, hatta Lexicography'nin tarama teknikleri yeterli gelmez, tarihsel anlambilim'in ufkuna da dahil olmak gerekir; yani geleneğin "fıkh'ul-luga" şeklinde adlandırdığı bir dil felsefesinin ufkuna.

Keşke bu fıkaralığımıza rağmen Fârâbî'yle olsun yola düşebilecek bir coşku ve heyecanın adamları olabilseydik!

Ne ki "Keşke!" demek bize yasak!

Bu yazı toplam 5496 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Dücane CÜNDİOĞLU Arşivi