Dücane CÜNDİOĞLU

Dücane CÜNDİOĞLU

Geçmişin sayfalarında dolanırken

Geçmişin sayfalarında dolanırken

Kendisinden uzun bir süredir ayrı olduğum 'İstanbul', son vuslatımızda bu fakîri boş ellerle karşılamadı da büyük bir âlicenaplık göstererek nicedir hasretini çektiği değerli bir eserle ikbal eyledi:

— Kitabu İlm'il-Musiki ala vechi'l-Hurufât (Musikiyi Harflerle Tesbit ve İcra İlminin Kitabı)

Rumenlerin 'Dimitrie Cantemir', Batılıların 'Demetrius Cantemir' (1673-1723) şeklinde tesmiye ettikleri Kantemiroğlu'nun bu kıymetli eserinin bir kısmı 1970'lerin başında ancak birkaç fasikül halinde yayımlanabilmiş ve fakat bir türlü devamı gelmemiş, gelememişti.

'Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi' adlı —Türkçe'ye de çevrilmiş bulunan— eserinden de hatırlayabileceğiniz bu ilginç şahsiyetin musikî tarihimiz bakımından fevkalâde ehemmiyet taşıyan mezkûr kitabı en nihayet bu yılın Temmuz ayında neşredilmiş bulunuyor. (1. cilt Edvar, 2. cilt Notalar; Haz. Yalçın Tura, Tıpkıbasım, Çevriyazı-Çeviri-Notlar, Editör: Sabri Koz, İstanbul, Temmuz 2001, YKY)

Giriş kısmında Kantemiroğlu'nun hayatı, eserleri, bilhassa Edvar'ının musikî tarihimiz açısından ehemmiyet ve kıymeti üzerine değerli bilgiler ve değerlendirmeler yer alıyor. Kitapla birlikte -tuhfe kabilinden- Kantemiroğlu'nun bestelerinden seçilme eserleri ihtiva eden iki de CD veriliyor.

* * *

Uzun söze ne hâcet!

Nice emek sarfedip göz nûru dökmek sûretiyle ilim ve kültür hayatımızı zenginleştiren sayın Yalçın Tura'yı ve bu eseri kültür hayatımıza en iyi şekilde kazandırmak için ne denli didinip uğraştıklarını bildiğim neşir sorumlularını, bâhusus sayın Sabri Koz'u can u gönülden tebrik ediyorum. Susuz kalmış fikir ve gönül bahçemiz sâyelerinde biraz olsun serinledi; istikbale dair ümitlerimiz canlandı; bütün olumsuzluklara rağmen hâlâ birşeyler yapmanın mümkün olabileceği böylelikle bir kez daha ispatlanmış oldu.

* * *

İkinci ciltte bir 'sonsöz' var:

— 25 Yıllık Bir Öykü.

Sayın Tura, kitabın neşir sürecini tahkiye ettiği bu yazısında, yazma nüshayı yıllar önce ne zorluklarla elde ettiğini, ne büyük sevdalarla neşretmeye başladığını, akabinde nice sıkıntılar çektiğini, kısaca büyük sevdaların esasen büyük acılar demek olduğunu —biraz da genç nesillere ibret olması kabilinden— anlatıyor.

Bu hikâyenin en etkileyici bulduğum tarafını sizinle de paylaşmak isterim:

— “O sıralarda birgün telefonum çaldı ve kendisini Romanya Sosyalist Cumhuriyeti'nin İstanbul Başkonsolosu olarak tanıtan bir kişi, benimle görüşmek istediğini, bunun için, gerekirse evime kadar gelebileceğini bildirdi. Zahmet etmemesini, uygun bir zamanda kendisiyle görüşmeye gelebileceğimi söyledim.

Adının Miron Sava olduğunu öğrendiğim Başkonsolos, Taksim'deki Konsolosluk binasında beni dostça karşıladı ve şunları söyledi:

— “Kantemir'in kitabı üzerinde çalıştığınızı işittim. Size nasıl yardımcı olabilirim?”

İşte, kitabın yayımlanması hayallerimi gerçekleştirecek anahtar karşımda duruyordu. Bir sözüm, bütün kapıların açılması için yeterli olacaktı. Ama “Penbe İncili Kaftan”ı okuyarak yetişmiş benim gibi biri, böyle bir teklife 'evet' diyebilir miydi?

Adamcağızın, ulusal geçmişi ve kültürüyle ilgili konulardaki duyarlılığını, haber alma ve eyleme geçme hızını takdir etmekle birlikte, teklifine olumlu cevap vermem mümkün değildi.

Teşekkür ettim, hiçbir şeye ihtiyacım olmadığını bildirdim ve yanından ayrıldım.” (s. 694)

* * *

Acaba bugün Pembe İncili Kaftanı okuyan, okumuş olan, okuyarak büyümekte olan kaç kişi var?

Kaçımızın zihin dünyasında Pembe İncili Kaptan'da tasvir edilen fazilet, şeref, haysiyet tabloları yer alıyor?

Kaçımız dünyayı bize mahsûs bir 'fazilet' tasavvurundan hareketle anlamayı, yorumlamayı önemsiyor?

İnanın, bu ve benzeri can sıkıcı suallere ne cevap vereceğimi ben de bilemezdim; eğer İstanbul'da ve Berlin'de Pembe İncili Kaftan'ı —hem de Osmanlıcasından— okumaya başlamış gençler olmasaydı.

şükür ki hâlâ hikâye okumayı sürdürenler var.

şükür ki hâlâ okuyacak/okutacak yeni hikâyelerimiz var.

Not 1: Yıllar önce yazılmış bir yazı bu. 28 Aralık 2001 tarihli. Berlin'den yazmıştım. Sevinçle. Sanırım biraz da gururla. Bir hurafeperestin gururuyla.

Not 2: 20 şubat Cuma günü, Altunizade Kültür Merkezi'nde. Saat 19.00'da. Bir hikâye daha okumak için.

Bu yazı toplam 3106 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dücane CÜNDİOĞLU Arşivi