Turfanda yazılmış bir yazı bu...
Ne kadar yazık değil mi? Ebeveynler yıllarca emek verip bir sürü harcama yaparak çocuklarının istikbali için fedakârlıkta bulunuyor, çocuklar en güzel dönemlerini yarış atı misali koşturmaca içinde geçiriyor, sonuçta ortaya koskoca bir mutsuzluk hikâyesi çıkıyor…
Küçüklüğümde, annemle, haftanın belli günlerinde pazara giderdik. Alışverişin sonlarına doğru geldiğimizde annem, canımın bir şey çekip çekmediğini sorar, ben de tutar adım başı satılan sebze meyveyi değil de hiç mevsimi olmayan yiyecekleri tercih ederdim! Annem, haklı olarak bir yandan turfanda satılan gıdaların uzaktan gelmesi sebebiyle pahalı olmasından yakınır; bir yandan da beni kıramaz, istediklerimi alırdı. Henüz ‘vakti gelmeden’ meydana gelen oluşumlar, beni hep o tahta tezgâhlar arasında dolaştığım çocukluk yıllarıma ve turfanda satılan yiyeceklerin albenisine götürür. Normal şartlarda haziran ayından itibaren yazılması gereken bir yazıyı, oldukça erken yazmamdan ötürü, bana göre ‘turfanda’ yazılmış bir yazı bu ama kendime göre ‘haklı’ sebeplerim var…
15 Haziran 2008 günü, birçoğuna göre büyük bir anlam ifade ediyor. Yıllardır süregelen çalışmaların, masa üstünde çürütülen dirseklerin, yaz kış demeden okul ve dershane güzergâhında aşındırılan yolların, sayfalar dolusu eskitilen müsvedde kâğıtların ardından, binlerce kişinin hayatında büyük bir dönemeç olacak o gün. Şimdiden görebiliyorum; üniversiteye giriş sınavının çıkışında kimisi yüzünde güller açarcasına kendisini saatlerce bahçede bekleyen anne ve babasının yanına koşup ‘Çok iyi geçti! ‘diye haykıracak; kimisinin de başı önde, sapsarı benizle çıktığı sınavın ardından ağzını bıçak açmayacak…
Ve yine görebiliyorum; kimisi kazandığı bölümde eğitim görmeye başladıktan sonra ideallerine ulaştığı için büyük bir mutluluk duyacak; kimisi de birkaç ay sonra hayal kırıklığına uğradığının farkına varıp karaları bağlayacak. Bu konuda yanılmış olmayı çok isterdim ama uzun zamandır sağlık sektöründe faaliyet gösteren bir tıp dergisinin yaptığı araştırmanın sonuçları, tahminlerimi maalesef doğruluyor. Üç bin tıp fakültesi öğrencisinin katıldığı anketin sonuçlarına göre, örgencilerin çoğunun eğitim gördükleri branşta mutsuz olduğu, azınlıkta kalan kısmının ise her türlü zorluğa rağmen hâlinden memnun olduğu ortaya çıkmış. Yine aynı anketin sorularını yanıtlayan ‘mutsuz kesim’; ‘meslek tercihini yaparken tamamen etrafındaki insanların etkisi altında kaldığını, aslında eğitim gördüğü alanın fıtratına hiç uygun olmadığını geç de olsa fark ettiğini belirtmiş.
Ne kadar yazık değil mi? Anne babalar yıllar boyunca hem emek verip hem de bir sürü harcama yaparak çocuklarının istikbali için fedakârlıkta bulunuyor, çocuklar en güzel dönemlerini yarış atı misali koşturmaca içinde geçiriyor, sonuçta ortaya koskoca bir mutsuzluk hikâyesi çıkıyor…
Peki, okumamak bir çözüm mü? Şayet yukarıda bahsettiğim duruma düşmemek için ‘En iyisi okumadan, kestirme yoldan başarılı olayım, mesela sanat hayatına falan atılayım…’ diye düşünüyorsanız, o şekilde de huzuru bulabilmenin pek mümkün olmadığının altını çizmek isterim. Ben yıllardır oyunculuk yapıyorum ama hâlâ mevcut koşullara güvenerek, bu sektörü hayatımın merkezine oturtamıyorum. En dar günümde, diş hekimliği diplomam koşuyor imdadıma; ‘Yine ne varsa üniversitede mezun olduğum bölümde var. İyi ki okumuşum!’ diyorum...
Turfanda bir yazı yazmamın sebebi, daha tercih yapmaya hatta sınava bile aylar varken, sizi meslek sahibi olma yolunda korkutup kaçırtmak değil, tam aksine bilinçlendirmek. Sevgili arkadaşlar, her ne kadar benim için ‘vakitsiz’ yazılmış bir yazı olsa da, ne mutlu ki sizin sıkı bir tempoyla çalışıp durumunuzu düzeltmek ve kendinize en uygun mesleği seçerek hayatınıza yön vermek için daha çok ‘vaktiniz’ var. Hepinize şimdiden başarılar diliyorum…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.