Sevgili nefesim ile mutlu birlikteliğim
Kıymetli ilk nefesim! Onu, dünyaya gözlerimi açtığım anda, daha ne olduğunu bile anlamadan, içgüdülerimle içime çektim ve çok sevdim.
Anladık ki birbirimize muhtacız, o günden bu güne hiç ayrılmadık, hep yan yanayız.
Kadim arkadaşım...
Sağ olsun öyle sever ki beni, geceleri uyusam dahi o uyumaz, sabaha kadar yanımda bekçi gibi dikiliverir.
Sonra ertesi gün başlar, yine peşimi bırakmaz.
Ben oradan oraya koştururum, düşerim kalkarım, ağlarım sızlarım, rahat durmaz yaramazlık yaparım gelin görün ki o hep sakindir, beni dizginlemeye çalışır.
Ben nankörüm, o değil!
Malum, dünya telaşında çoğu zaman varlığını bile unuturum ama o hep beni kollar gözetir.
Ahh!! Nefesim ahhh!!
Çok çekti benim yüzümden.
Ciğerlerim dile gelse, neler neler anlatır kim bilir?
Nefesim benim can yoldaşım, ciğer parem, bense biraz nötr duruyorum ona karşı.
Evet, ona gösterdiğim tepkisizliğin telafisi yok, bunu gayet iyi biliyorum ama ne yapayım işte!
Onu ihmal ediyorum.
Nefesim hep yanımda olsa da nedense onunla baş başa kalamıyorum.
Gündelik hayatta piksellere dağılıyor zihnim, onun kıymetini bilmek bir kenara, nefes aldığımı dahi hatırlamıyorum.
Lakin o bir melek gibi daima vazifesini yapıyor, beni hiç unutmuyor.
O olmasaydı şayet ne yapardım bilmiyorum…
Bazı sabahlar uykumdan uyandığımda, yerimden kalkasım gelmiyor. Gözümü açar açmaz perdenin arkasından sızan ışığın parlaklığıyla allak bullak oluyorum. Kendimi yeni bir güne hazır hissetmiyorum.
‘İçimde hâlâ gün ağarmamışken, o beni umursamıyor, pırıl pırıl parlıyor’ diye güneşe kızıp yorganı üstüme çekesim, dünya ile irtibatımı kesesim geliyor.
Çok geçmeden derdime yine nefesim yetişiyor, ılık bir rüzgâr gibi varlığını hissettiriyor.
Sadece nefesim ve ben, köşeye çekilip birlikte hoşça vakit geçiriyoruz.
Küçüklüğümden beri oynadığımız bir oyun var.
Önce ciğerlerimi tıka basa doldurana dek nefesimi içime çekiyorum, sonra teneffüs ettiğim havayı yavaş yavaş geri veriyorum. Bu esnada çıkan tiz sesi sonuna kadar işitmek, üzerine yoğunlaşabilmek, beni çocukluk yıllarıma götürüyor, dinginleştiriyor.
Mahalle arkadaşlarımla oynadığımız oyunları hatırlıyorum.
Ve mutlu oluyorum…
Nefesim, bunu fırsat bilip iki kolumun altına değnek gibi girerek beni ayağa kaldırıyor yani her zaman olduğu gibi imdadıma yetişiyor.
Yalnız bırakmıyor.
Zaten kendime güvenim ne zaman azalsa, sırtımı ona dayayıp varlığıyla huzur arıyorum.
‘Olsun be Melda!’ diye geçiriyorum içimden. ‘Nefes alıyorsun ya sen, hâline şükret!’
Bazen zamanı doğru göstermeyen bir saatin, duvarda asılı durması gibi anlamsız oluyor, yaptıklarım.
Nefesim ise daima canıma can katıyor.
Bazen bir çatının üstünde asılı duran yaprak tanesi gibi zayıf duruyor cüssem. Rüzgâr hangi yönden eserse o tarafa savruluyorum.
Nefesimse kökleri toprağın derinliklerine kadar işlemiş bir ağaç gibi, en şiddetli fırtınalarda bile yerinden oynamıyor.
Aydınlık ve karanlık… İyi ve kötü… Güzel ve çirkin…
Fıtratım gereği bunların hepsinden eser ya da çok miktarda, ruhumda barındırıyorum.
Aralarında her daim savaş yaşanıyor. Bazen biri, bazen de diğeri üstün geliyor. İnsanın sahip olduğu duyguların, hangisi kalıcı ki? Öncelik sıralaması sürekli değişiyor.
Nefesimdeyse sadece ‘sadakat’ hissi var, kendisine geri çekilme emri gelinceye kadar bekliyor.
Zamanı geldiğinde varsın, beni bıraksın. Bedenime verdiği hizmetten dolayı, ben sonsuza dek ondan razıyım.
Aksiyon Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.