Psk. Özlem KANDEMİR

Psk. Özlem KANDEMİR

Süper Kadın / Süper Anne Sendromu

Süper Kadın / Süper Anne Sendromu

İşten çıkar çıkmaz, daha arabanın kontağını çevirmeden plan program yapmaya başladı zihninde: “Eve varınca önce mutfağa girsem, yemekleri ocağa koysam, onlar pişerken çamaşırları makineye atarım, temizlik de yapmak lazım aslında, tatlı da yapsam mı acaba eşim günlerdir isteyip duruyor… Acaba bakıcı ben bunları yapana kadar bekler mi? Eğer hemen giderse Mert'i devralmam gerekecek. O da benimle oyun oynamak ister. Beni odasına götürürse yemeği hiç hazırlayamayacağım. Orhan gelince belki Mert'le o oynayabilir ve ben de yemeği hazırlayabilirim. Ya bugün onun işi uzarsa, ya çok yorgunum biraz dinleneceğim derse..."

Meryem Hanım, bir yandan kafasında bu düşünceler bir yandan aceleyle araba kullanarak bir an önce evine ulaşmaya çalışıyordu. Oğlunu bütün gün görmediği için özlemişti. Yorucu bir iş gününün ardından kendisini bitkin hissediyordu, evde yoluna koyması gereken bir sürü iş de onu beklemekteydi. Kendi kendine iyi bir organizasyonla her şeyin üstesinden gelebileceğini düşündü. Oğluyla birlikte olmak istiyordu; ama aynı zamanda onun taleplerini karşılayamayacak kadar da yorgundu. Sonunda eve geldi, anahtarıyla kapıyı açarken oğlunun sevinç içinde "Annem geldi, annem geldi" diye bağırdığını duydu. O anda kendisini çok mutlu hissetti. Oğluyla kucaklaştılar, birbirlerini öptüler. Meryem Hanım, çantasını bırakırken, oğlu gün boyu neler yaptığını, anaokulunda o gün yaptığı faaliyetleri, arkadaşının ona neler söylediğini, öğle yemeğinde yediği pilavı heyecanla anlatmaya başladı. Mert bunları anlatırken, bakıcı hanım hazırlanmış, ertesi gün görüşmek üzere vedalaşıp gitmişti. Meryem Hanım, odasına gidip üzerini değiştirmek istedi. Mert de peşinden... Meryem Hanım, tuvalete gitmesi gerektiğini söyleyerek, kapıyı kapattı. Bu kısa ayrılık üzerine, Mert tuvalet kapısında oturup ağlamaya başladı. Meryem Hanım, kendini giderek daha kötü hissetmeye başladı; suçluluk ve yetersizlik duyguları içini iyice kemiriyordu. İyi bir anne olamadığı açıktı: Kapıdan girdikten kısa bir süre sonra oğlunu ağlatmayı başarmıştı ve birazdan oğlunun karnı acıktığında ona yedirebileceği bir şey de hazırlayamamıştı. Kendisini toparlayıp banyodan çıktı, oğlunu kucakladı ve onu çok sevdiğini söyledi...

Kadının koluna taktığı altın bileziği, onun altın tasması haline geliyorsa, bir yerlerde bir yanlış anlamanın söz konusu olduğunu düşünmemiz gerekiyor.

Bu tablo çoğu çalışan annenin kendisinden bir şeyler bulabileceği bir durum. Hem iyi bir kariyer sahibi olup hem de mükemmel bir anne ve eş olmak için kendini paralarcasına çırpınan kadınlara artık çok sık rastlıyoruz günlük hayatta. İşyerinde başarısını kanıtlamak için var gücüyle çalışan bu kadınlar, aynı mükemmeliyetçi tavırlarını ev hayatında da sürdürebilmek adına olağanüstü bir performans ortaya koymak için çabalıyorlar. Bu süper annelerin zamanı ev, iş, eş ve çocuklar arasında mekik dokumakla geçiyor. Sonuçta ise her yere her şeye yetişmeye çalışan ama giderek kendini tüketen, tükendikçe kendini eksilten ve en çok da çocuklarına karşı yetersizlik ve suçluluk duygularıyla boğuşan bir kadına dönüşmek kaçınılmaz olabiliyor.

Değişen sosyal rollerle beraber, günümüzde “kadın olmak” çok daha zor bir hale geldi. Dünyanın en önemli ve en meşakkatli işi olan annelik mesleğini icra ediyor olmak, insanların önemsediği ve yücelttiği bir durum olmaktan çıktı. Erkekler de karşılarında hem kariyer sahibi bir iş kadını hem de kusursuz bir ev hanımı kombinasyonu olan kadınlar görmek istiyorlar. Bugün toplum olarak sadece çocuk yetiştirmenin ve anne olmanın tek başına ne kadar ağır bir meslek olduğunu ve asıl iltifata tabi olması gerekenin, iş kadınlığından önce annelik olduğunu unutmuş durumdayız.  Sadece “anne” olduğu için takdir edilen, çocuklarını en iyi şekilde yetiştirebilmek için didinip elindeki tek mesleği “annelik” olan bir kadının; yalnızca bu vasfından dolayı övgü aldığına hiç şahit olmuyoruz nedense. Üstelik eğitim ve kültürel vasıflar açısından, kadınlar artık daha donanımlılar ve daha büyük özgüven sahibi bir kişilik sergiliyorlar. Haklı olarak da sadece eşleri ve çocukları etrafında bina edilmiş bir hayat kurgulamayı tercih etmiyorlar. Dolayısıyla kadınlar “çocuk da yaparım kariyer de” sloganının eşliğinde, “süper kadın” olmaya doğru ister istemez yol alıyorlar. Çevremize şöyle bir bakınca, bir yandan işyerinde da­ha iyi bir kariyere ulaşmak için yoğun çaba sarf eder­ken, bir yandan da sosyal etkinlikler arasında mekik dokuyan kadınlara çok sık rastlıyoruz . Bu kadınlar aynı za­manda evlerindeki tüm gereksinimleri eksiksiz karşı­larken, çok iyi bir eş ve anne olmak için de yoğun ça­ba sarf ediyorlar. Her daim bakımlı olmak, eşe karşı iyi görünmek, çocuklarını mümkün olan en mükemmel şekilde yetiştirmek, evin her daim derli toplu ve temiz olmasını sağlamak, iş yerinde kendini ispatlamak, eve maddi katkı sağlamak bu süper kadınların, ilk bakışta sayabileceğimiz kabarık görevlerinden sadece bazıları.

Süper kadın olmak, vitrine bakınca çok hoş görünüyor olsa da, aslında çok yıpratıcı ve çok sıkıcı. Yapılması gerekenler listesinde o kadar çok şey var ki, geriye “yaşamak” için ayırabilecek zaman kalmıyor ya da çok az kalıyor. Hem bütün gün bir iş yerinde olmak, hem çocukla ilgilenmek ve bütün ihtiyaçlarını gidermek, hem ev işlerinin altından kalkmak, hem iyi bir eş olmak için uğraşmak tek kişinin başarabileceği bir şey değil; bir kişinin bu kadar çok rol üstlenmesi de oldukça sağlıksız bir durum olduğu gibi, ayrıca bütün bu işlerin her zaman aynı standarttaki kusursuzlukta olması mümkün de değil. Evin her daim temiz ve düzenli olması ve yemeklerin her akşam envai çeşit olması, çocuğa daha az zaman ayrılması demek. Bunu telafi etmek adına daha da yorulan daha da çok kendini tüketen ve sonuçta hem iyi bir anne olmaya çalışıp hem de sosyal arenada söz sahibi bir aktrist olmaya çabalayan, görünüşte ideal ama daha yakından bakılınca tükenmiş, sıkılmış, yorgun kadınlarla dopdolu bir yığınla karşı karşıya kalmamız da kaçınılmaz oluyor.

Her rolün üstesinden gelen ve pek çok alanda başarıya imza atmış hem de iyi bir aileye ve çocuklara sahip kadınlar, çoğumuzun imrendiği ve olmak istediği bir model belki. Oysa bu tip ka­dınların çoğu aslında günümüzde hızla yaygınlaşmaya başlayan "Süper Kadın Sendromu" nun etkisi altındalar. Üstelik, bu sendromdan yakınan kadınlar, tahmin edildiği kadar mutlu olmadıkları gibi, zamanla gelişen ruhsal sıkıntılarla da baş etmek zorunda kalıyorlar.

Burada değişen ve dönüşen modern hayatlarımızda kadının üstlendiği yeni rol ve sorumlulukları tekrar gözden geçirmemiz elzem hale geliyor. Bu minvalde iş kadınlarının çalışma şartlarının, toplumsal rollerinin ve yükümlülüklerinin, çocuk yetiştirmekteki annenin yerinin, akrabalık ilişkilerindeki beklentilerin yeniden değerlendirilmesi önem taşıyor. Kadının koluna taktığı altın bileziği, onun altın tasması haline geliyorsa, bir yerlerde bir yanlış anlamanın söz konusu olduğunu düşünmemiz gerekiyor.

Bu minvalde benim dikkat çekmek istediğim önemli bir diğer husus ise, hiçbir şeyden kusur kalmayalım, “çocuk da yapalım kariyer de” koşuşturmacasının içinde tükenen kadının, kadınlık rollerini tekrar sorgularken; bu ailenin içinde en az kadınlar kadar sorumluluk üstlenmesi gereken bir de erkeğin olduğunu yadsıyor oluşumuzdur. Aileden sorumlu olan tek kişi kadınmış gibi hareket ettiğimiz sürece, kadının ve ailenin yıpranması kaçınılmaz olacaktır. Aileyi güçlendirmek ve süper kadın sendromunu atlatabilmek için; hadi gelin biraz da "erkek ve aile" ikilisi üzerine kafa yoralım derim. (Bu konu da, bir sonraki yazının konusu olsun)

Bu yazı toplam 7471 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Psk. Özlem KANDEMİR Arşivi