Psk. Özlem KANDEMİR

Psk. Özlem KANDEMİR

ANLAMLI MISINIZ?

ANLAMLI MISINIZ?

Hayat dediğimiz, bütünüyle zapt edilemeyen, çoğu zaman öngörülemeyen bir yolculuk. Hepimiz çok incinebilir varlıklarız, yaşadıklarımız kimi zaman canımızı çok acıtabiliyor. Yine de her şeye rağmen insan, ızdıraplarının toplamından çok daha fazlasını ifade ediyor. Her şeyden öte, dünya adı verilen bu mavi gezegende yaşayan insan denilen varlık; var olduğunun “bilincinde olduğunun bilincinde” olan ve varoluşuna bir “anlam” üretmeye çalışan tek canlı. İnsan, yaşamın değerini ve anlamını sorguladığı oranda anlamlı! Bir anlam var ise, çekilen acılar bile değerli!

Geçtiğimiz yıllarda bir Amerikan üniversitesinde, intihar girişiminde bulunan 60 öğrenci üzerinde bir anket çalışması yapılmış ve bu öğrencilerin %85’i intihar girişimlerine gerekçe olarak “yaşamın anlamsız görünmesi”ni göstermişler. Ayrıca bu öğrencilerin %93’ünün aktif bir sosyal yaşantının içinde, akademik performanslarının yüksek ve aileleriyle olan ilişkileri de oldukça iyi düzeyde olduğu bildirilmekte. Burada söz konusu olan şeyin “duyulmayan bir anlam çığlığı” olduğunu ve sadece bu üniversite öğrencileri ile sınırlı olmadığını belirtmenin yanlış olmayacağı kanaatindeyim. Modern çağın insanlarının kesin ve keskin bir varoluş krizi yaşadıkları ortada.

İnsan, savunma mekanizmaları için yaşamaz, etki-tepki oluşumları uğruna ölmez. Ama bir anlam için yaşar, bir dava uğrunda ölebilir. Doğası gereği ve doğuştan gelen bir güdüyle, anlam yönelimlidir tüm insan/lık. Anlam arayışının sekteye uğraması, “varoluşsal bir kara delik” yaratır. Bu yüzden insan, yaşamını anlamlı kılacak bir “mânâ” nın peşinden koşmak zorundadır.

İnsan arar. Aramak dediğin zor bir eylemdir. Her arayış sıkıntılı ve zahmetlidir. Hele de nerede arayacağınızı, bir de neyi aradığınızı bilmiyorsanız, bu arayışların içinde kaybolmuşsunuz demektir.

Bugünün toplumunda doyumsuz kalan ve modern psikoloji akımlarının birçoğunun göz ardı ettiği en önemli kilit soru, işte burada bu önemli kavşakta bir uyarı levhası olarak karşımızda dikiliyor: “İnsan, hayatına anlam ararken, düşünce kervanlarını hangi tarafa doğru yöneltecek, hangi kadehlerden hangi mânâları yudumlayacak?”

Kadim dünyanın bütün büyük kültürlerinde, ilahi ve insani olan arasında bir merdiven vardı. En ilkel olarak tanımlayabileceğimiz insanlar bile, parçası oldukları büyük bir ilahi Gizeme ait ve dahil olduklarını hissediyorlardı. Hayatlarındaki anlam ihtiyacını bu aidiyetten doğru devşiriyorlardı.

Dinsel inançlar, anlaşılmazın anlaşılmasına ve hayatın meydan okumalarına karşı koymada etkilidirler. İnanç, bir anlam duygusu ve zorluklara göğüs germek için ihtiyaç duyulan cesareti aşılar ve bizim kim olduğumuzu ortaya koyar.

Kimileri için bilimin sağlam(!) temelini reddetmek ve inanca yönelmek şaşırtıcı olabilir. Ancak inanmaya  yöneliş insanî durumun doğal bir parçasıdır. Eğer psikoloji insana ilişkin bütün görünümleri tasvir etmek istiyorsa, onun manevî yönüyle de ilgilenmelidir. Diğer taraftan elbette ki Psikoloji tüm inançlara ve ifade şekillerine açık olmalıdır. Psikoloji bir yandan deneysel bir yapı içinde çalışırken diğer yandan metafizik, ahlakî ve dini inançları da dikkate almak durumundadır. Çünkü aslında pratikteki insanlık gerçeği bu şekilde işlemektedir.

Dünyayı kocaman bir rahim ve insanı da bir fetüs olarak tasavvur edersek; ana rahmindeki fetüsün beslenebilmesi, canlılığını sürdürebilmesi için plasentaya ihtiyacı olduğu gibi, işte bu plesanta vazifesini ruhu beslemek adına da “inanç” üstlenmektedir. Hayata dair bir anlam üretebilmek için, insanın inanç kaynaklarından beslenmek zaruriyetinde olduğunu kabul etmek durumundayız. Bu noktada ilgilendiğimiz asıl konu inancın “ne” olduğu değil, bir inancın var olup olmadığı mevzusudur.

Dünyadaki tüm değerlerin maddileştiği bir zaman diliminde “anlam” üzerine konuşmak, bir psikolog olarak benim için çok anlamlı. Çünkü hayatımızın yönünü/yönelişini belirleyen, şeklini, dokusunu, rengini, kokusunu tayin eden temel mefhum işte bu anlam duygusunun ta kendisidir. Varoluşumuzun gayesini keşfetmek ve yerine getirmek insan olmanın en temel belirleyicilerinden biridir.  

Fransa’da yapılmış olan bir kamuoyu araştırmasında, katılımcıların %89’u, insanın uğruna yaşayacağı “bir şeye” ihtiyaç duyduğunu söylemişlerdir. Buna ilaveten araştırmaya katılanların %61’i, yaşamlarında uğruna ölmeye bile hazır oldukları bir inanç ya da bir insan bulunduğu yönünde beyanda bulunmuşlardır. Bu araştırmanın aynısını, Viyana’daki kliniğinde uygulamış olan Logoterapi  (Anlam Yoluyla Terapi) nin kurucusu  Psikiyatr Dr. Victor Frankl da, Fransa’da yapılmış olan araştırmanın sonuçlarına benzer bulgular elde ettiğini yazmıştır. Victor Frankl, iki yılı aşkın süre kalmak zorunda olduğu Auschwitz Toplama Kampındaki deneyimlerini “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabında anlatmış ve akabinde psikiyatrinin insancıllaşması ekolünün kurucusu olarak adı zikredilegelmiştir. Bu kamplarda kendi “çıplak var oluşundan” başka her şeyini yitiren ama anlam duygusunu koruyan kişilerin, yenilgiyi nasıl bir insan onuru zaferine dönüştürdüklerini birinci ağızdan iletmektedir. Ceset yığınlarının arasından “Sevgi, ölüm kadar güçlü” diye haykırma gücünü devşirebildiği “sahip olduğu anlam duygusu” bugünün dünyasına da anlam dolu bir insanlık mesajı yolluyor.

Zihnimin içinde bir kayıt cihazı varmışcasına yıllardır insana dair halleri gözlüyor ve fikir kumbaramda biriktiriyorum. Bir hikaye biriktiricisiyim ben, insan/lık hallerine dair çeşit çeşit hikayeler dinliyorum her gün. Kendi aczini kabullenemeyip hayatın kontrolünü tümüyle kendi elinde olduğunu düşünen, bütün anlamsal yüklemeleri kendi “ben”liği üzerinden devşirmeye çalışan insanların acıları ile karşılaşmışlığım çoktur. “Ben”le başlayan, “ben”le biten “şey”lerin insana yetmediğinin en yakın tanıklarındanım.  İnsan her zaman kendinden yüce ve Aşkın olana ihtiyaç duyuyor. İhtiyacını nereden ve nasıl karşılayacağını bulamayan kişiler için derin varoluşsal boşluklar yaşamak kaçınılmaz oluyor.

İnanç mefhumunun, yaşamın zorluklarına dair direncimizi artıran en büyük itici güç olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben hem bir insan hem de bir psikolog olarak Aşkın olan ile bir rabıta kurmadan, yüceler yücesi bir Varlığa sığınmadan hayata nasıl anlam yüklenir bilmiyorum. Sözgelimi, iki çocuğunu birden elim bir trafik kazası sonucu toprağa veren bir anneyi; bu bağ/lantı olmaksızın, ötelere dair bir kelam etmeksizin, nasıl teselli ve teskin edebileceğime dair bir fikre sahip değilim.

Hayatına anlam duygusunu katan herkesin her koşulda her biçimde çok mutlu olduklarını söylemeyiz elbette. Ancak yaşamında anlam duygusu olmayan kişilerin mutsuzlukla boğuştuklarını rahatlıkla ifade edebiliriz.

Asıl önemli soru/n şu olsa gerek: Nerede bulacağız aradığımız anlamı? Global köyün kavalcısının u/yutturduğu ninnilerde mi, hiç değişmeyen aslolan Aşkın olan AŞK’ta mı?

İnsanı ve hatta eşyayı anlamlandırırken çıkış noktamızın, referans kaynağımızın ne olduğu çok önemli.  Kimse anlam boşluğu içinde ve kimlik bunalımlarının yarattığı vehimler ile yaşamak istemez. Günümüzde inanç denilen mefhum, seküler rüzgarlarla bizlere sanki hayatımızın bir kompartımanı olarak takdim ediliyor, oysa ki inanç tüm yaşamı kapsayıcı ve kuşatıcı bir kavramdır. Yaşamı nasıl anlamlandıracağımızın ve hayat rotamızın temel belirleyicisi olan lokomotifimizdir.

Naçizane kanaatimce varoluş sorunlarımızı ve çelişkilerimizi, Hayat Kitabına hakkıyla muhatap olarak çözebiliriz. Çünkü bütün erdemleri, ancak O’nun şahitliğinde inşa edebiliriz. İşte bu sebeplerle din işleri ile psikoloji işlerinin birbirinden ayrılmasının ve ayrılmasının teklif dahi edilmesinin mümkün olmadığını düşünenlerdenim ben.  Din ve psikolojinin birbirinden ayıklanması, yürümek için ihtiyacımız olan iki ayağımızdan birine taş bağlamak gibidir. İnsan denilen çok bilinmeyenli denklemin en bilinenleri din ve psikoloji eşitliğinin içindedir.

İnsan yeryüzü yolculuğunda solmayacak, batmayacak, değişmeyecek, terk etmeyecek ve kendinden Aşkın olacak hakiki bir anlam arayışının peşine düşmedikçe; varlığını da hayatını da anlamlı kılmakta zorlanacaktır!

Bu yazı toplam 10867 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Psk. Özlem KANDEMİR Arşivi