Sosyal medya: Tam pansiyon teşhir vaadi
İngiltere'de bir hayır kurumunda çalışan 42 yaşındaki Simon B. intihar ettiğini facebook'taki sayfasından duyurduğunda, tarih 25 Aralık'ı gösteriyordu. 1408 kişiden oluşan arkadaş listesinin kayıtlı olduğu sayfasına 'Haplarımı içtim, yakında ölmüş olacağım' yazdı. Listedekilerden bazıları mesajı şaka olarak algılayıp kendi seçimin yazarken; bazıları da dikkat çekmeye çalışıyor diye yazdı. Bazıları ise sadece beğen tuşuna basarak mesajın içeriğiyle ilgilenmedi bile. Simon B. intiharı bir yardım çığlığı olarak kullanmak istemişti, çığlık 1408 kişinin sayfasında yankılana yankılana karşılık bulamadan kayboldu gitti.
Video paylaşım siteleri, bloglar, facebook, twitter... Sosyal medya hayatımızda neden ve nasıl bu kadar çok yer işgal ediyor?
Kişinin gerçek hayatta tanıdığı, iletişim içinde bulunduğu insan sayısı ne kadar az ise facebook'taki kayıtlı sanal arkadaşı o kadar çok! Gerçek hayatta bir kişi yetiyor insana. Sanal alemde her şey sayılara endeksli olduğu için yetmiyor. Önce agresif bir şekilde ünlülerden başlayarak ekleniyor kişiler arkadaş listesine. Devamında tanımak, ismini duymuş olmak bile gerekmiyor; sadece onaylama ihtimali olması yetiyor eklenen kişilerin.
Facebook yirmi milyon kullanıcıya ulaştığında; herkes gibi olmaktan, herkes arasında bulunmaktan sıkılanların imdadına Twitter yetişti. Şimdilik bir milyon kullanıcı mutlu mesut twitleşiyorlar. 140 vuruşta şu anda ne yapıyorum sorusuna cevap arayan Twitter, tam bir yargı cehennemi. Kendi kendine söylenmek gibi. İzlenmenin ve izlemenin nasıl bir his olduğunu merak edenlerin gözdesi.
Obama etkisiyle siyasilerin özel ilgisine mazhar olan Twitter; seçim dönemi yaklaştıkça daha çok kullanılacak ve ilgi görecek. Seçim stratejilerinin sergilenme yeri olacak.
Polemikler, magazin atışmaları Twitter üzerinden yapılıyor artık. Medya şöhretleri magazin basınının uğrak yerlerinde uzatılan mikrofonlara polemik çıkaracak cümleler sarf ederek korurlardı şöhretlerinin tazeliğini. Şimdi Twitter'da bir hesap açıp twitlemek yetiyor da artıyor bile. Twitter muhabirleri anında haberleştirdikleri için twitleri, her dem taze yargılar, taze polemikler ortalarda dolaşıyor.
İzlediği bir televizyon programı hakkında beğenilerini ya da eleştirilerini paylaşanlar; o anda ne yaptığını şeffaf bir şekilde duyuranlar; köşe yazarlarından daha yazar olanlar; ünlülerin hak etmedikleri bir üne sahip olduklarını, aslında kendilerinin daha zeki, daha kültürlü, daha hazırcevap olduğunu ispat etmeye çalışanlar. Sevdiklerinden daha çok sinir katsayılarını yükseltenleri takip edenler, öğrenmekten daha çok öğretmeye talip olanlar. Kısacası kendini göstermeye çalışanların toplaştığı bir yer Twitter. Sanal sözlüklerle hayatımıza dahil olan yorumlama/yargılama/haddini bildirme olayının evrim geçirmiş hali.
Herkes hem her şeyi bilmek istiyor hem herkesin hakkında her şeyi bilmesini. Kişi kendini izler kıldığında, insanların kendisi hakkında yorum yapmasını sağladığında, birey olduğunun bilincine varıyor. Kendi halinde bir girişimci haline getirilen modern insan; hayatını ince hesaplarla bir yatırım aracına, bir şov programına çevirebilme becerisine sahip her türlü platformda. Varlığını kapitalizmin bir ürünü olarak kurguladığında değerli hissediyor çünkü kendini. Çok şeffaf, çok dürüst iddiasında; kendinden başka bir karakter yaratıyor. TV ekranından tanınan oldukça nazik, anlayışlı kişiler sosyal medyada bir anda klavyenin şiddetine yenilebiliyorlar rahatlıkla. Hangisi gerçek sorusu sorulduğunda bu kişiler hakkında; verilen cevap, ikisi de değil oluyor. Çünkü hem TV rol hem sosyal medya. Hayatlarını ve karakterlerini tekrar ve tekrar yorumluyorlar sosyal medya aracılığıyla.
Ünlü olmak için büyükşehirlere kaçmaya gerek kalmadı, sosyal medyada yerinizi almanız yeterli.
Sosyal medya nasıl bu kadar hızla kabul görebiliyor? Gerçek hayattaki neyin karşılığı sorularına cevap ararken; Hal Niedzviecki'nin Dikizleme Günlüğü kitabı yetişti imdadıma. Youtube, bloglar, facebook, twitter bütün sosyal ağları irdeleyen yazar, neden sorusuna şöyle cevap veriyor kitapta.
Endüstri Devriminden önce insanlar küçük kasabalarda yaşardı. Herkes herkesi tanır, herkes birbirinden ne bekleyeceğini bilirdi. Sözlü kültürün etkili olduğu kapalı ve küçük toplumlarda dedikodunun gücü çok yüksekti. Dedikodu çoğu zaman gerçek sayılır ve bir insanın saygınlığını ve yerini yerle yeksan edebilirdi. Dedikodu bir gruba ait olma ve o grup tarafından kabul görme ihtiyacını tatmin ediyordu. İnsanların özel hayatları hakkında konuşmak, gelenekleri ve sosyal düzeni korumak için güçlü bir araçtı. Dedikodu sayesinde kişi kendini diğerleriyle kıyaslama fırsatı buluyor, bu sayede kendi hayatına ilişkin genel bir fikir sahibi olabiliyordu.
İnsanları birbirine bağlayan dedikodu; utanç duygusu ve bilinme arzusuydu.
Sanayileşme ve şehirleşme sonrası sosyal çevre değişti. Kalabalık şehirlerde tanıdık insan sayısı azaldı, ilişkiler yüzeysel. Her yerde gelip geçici olduğunun farkında kişi. İş değiştirmek, ev değiştirmek her an söz konusu olabilir. Yer değiştirmelerin de etkisiyle; kimlik, geçmiş sürekli yenilenebilir, kişi kendini yeniden inşa edebilir. Utanç duyması mümkün değil çünkü tam anlamıyla tanıyan kimse yok hayatında. Dedikodusunu yapan, toplum standartlarına uygunluğunu kontrol eden kimse yok. Diğer insanlardan ayırt edilebilmek için, kitleler tarafından yok sayılmadığını anlamak için ayıplanmaya bile gönüllü katlanıyor modern insan.
Dikizlemenin hayatımızın bir parçası haline gelmesinin sebebi, koloniler halinde yaşarken benliğimizi saran uyum ve farkındalığa duyduğumuz özlemden başka nedir ki diyor Hal Niedzviecki.
Dikizleme Kültürünün bir parçası haline gelerek, hem hayatımızdaki boşlukları doldurmaya çalışıyoruz hem de dedikoduyu yeniden işlevsel kılmaya.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.