Dücane CÜNDİOĞLU

Dücane CÜNDİOĞLU

Hakikati kavramanın bir tarzı: Cinsellik

Hakikati kavramanın bir tarzı: Cinsellik

İslâm ilim ve irfan geleneğinde 'cinselliğin' hususî bir yeri vardır ve bu 'yer', zannedildiğinin tam da aksine, Hikmet ehlinin “eşyanın hakikatini kavrama” tarzıyla doğrudan alâkası vardır.

Esasen, bu hakikati kavrama tarzı, Doğu dinlerinin müşterek vasfıdır. Hakikatin bilgisi olmak itibariyle Hikmet, sadece ruhun değil, aynı zamanda bedenin de bilgisini içerir. Hakikat yolcusu, mânâ kadar maddeye hâkimiyeti de, madde üzerinde tasarrufu da önemsemek zorundadır. Tek kanatla göklerde yükselmek mümkün değildir. Bu bakımdan Hikmet, hakikatin bütününe vukuf iddiasındadır, sadece bir parçasına değil.

Madde ve Mânâ... Ruh ve Beden... Fizik ve Metafizik... Erkek ve Kadın...

Hepsi de kuşatılması, kavranılması istenen hakikatin birer vechesi. Hakikatin, yani insanın hakikatinin, yani Tanrı'nın hakikatinin...

Hep söylerim, yeri gelmişken yine söyleyeyim: “Kişi sahip olmadığı şeyi terkedemez!”

Hakikat yolcusunun, “insanı”nı “hayvanı”na ezdirmemesi gerekir. Ezdirmemek için de kendisindeki “hayvanı” bilmesi/tanıması gerekir. Yolcunun bu yaşam yolunda bilmek zorunda olduğu esasen kendisidir. İnsanı, insanını evvela kendisinde bilmek zorundadır. İnsanını, yani erkeğini ve kadınını. Jung'un terminolojisiyle söylersek, anima'sını ve animus'unu. (Animal'i bir yerlerden hatırlıyor musunuz?)

Hasılı, hakikati bütünüyle bilmek demek, kendini bilmek demektir! Hakikat, insanda, insanın kendisinde saklıdır çünkü.

***

Bu 'temel' hakikatin kavranılması için önce şu türden sorulara cevap aramalı:

- Dinî veya tasavvufî metinlerde, peygamberlerden âlimlere, âriflere, sufî şeyh ve dervişlere varıncaya değin manevî yönleriyle temayüz etmiş değerli isimlerin birçok hâllerinin yanısıra, niçin bilhassa cinsî kuvvet ve kudretlerine dikkat çekilir? Hem de öyle komplekse filan kapılmaksızın? Evet, Doğu bilgeliği cinsellik konusunda abartılı aktarımlardan kaçınmak bir yana, niçin cinsel kudret ve kuvvet meselesini özendirici bir tarzda sunar?

Abaza muhabbeti yapmak için değil elbette. Hikmeti öğretmek için. Çünkü ruha, nefse, mânâya hâkim olan, bedene de, doğaya da hakim olur. Nefs üzerinde iktidar, beden üzerinde iktidar demektir.

Bir sufinin su üzerinde yürümesi veya tayy-i mekân eyleyip bir anda bir beldeden diğerine gitmesi ya da arslanları, kaplanları dize getirmesi türünden aktarılan doğaüstü, hatta bazen akıldışı anlatılar ile filan peygamber veya falan şeyh ya da velî, bir gecede bin kadınla birlikte oldu, yahut bir kadınla bin kez birlikte oldu gibi anlatılar arasında hiç ama hiç fark yoktur. (Mucize ile keramet arasındaki farkı unutmayınız!)

Bu tür anlatılar “Filan peygamber, velî ya da şeyh bir vuruşta bin kâfirin kellesini uçurdu” ya da “bir ok attı yüz düşmanı öldürdü” gibi rivayetlere benzer. Hakikati değil, pedagojik değeri daha mühimdir. Anlatı, ve anlatıda abartı bir sanattır. (Daha doğrusu sanatın kendisi abartıdan ibarettir.) Müstehcen anlatıların ayıp olmaması bu pedagojik ilkeye binaendir. Etkileyerek öğrenmenin ve öğretmenin bir yoludur abartı. Anlatanın da, dinleyenin de bildiği küçük bir ayrıntıdır. Nitekim sadece Hz. Mevlana'nın Mesnevîsi bile cinsel anlatıların Doğu bilgeliğinin en önemli ifade tekniklerinden biri olduğunu isbat eder.

Kime?

Öncelikle avama. Yani gazetecilere.

***

Bu menkıbelerde esas itibariyle anlatılmak istenen: mânâya hâkim olanın, maddeye de hâkim olacağıdır. Meditasyon aracılığıyla yerçekimi yasasına karşı koyan, karşı koyabileceğini gösteren, göstermek isteyen budist rahiplerin anlatıları da aynı klasik anlam dairesi içinde yer alır. Kamasutra veya Kung-Fu teknikleri, Doğu bilgeliğinin, yani bir felsefî kavrayışın ürünüdürler. Hepsi de manastır hayatının veya vahşet ve gurbet içinde geçen yaşamın, çilenin, nefse hakimiyet savaşlarının ödülleridir. Çin'de, Hindistan'da veya İslâm topraklarında...

Kısacası, bu insanlar alelâde şehvetten veya kavgadan uzak duruyorlarsa, bu tutumları bir zaaftan, bir noksandan kaynaklanıyor değildir. Bilâkis onlar sadece zihinlerini değil, bedenlerini de, bedenî güçlerini de nefislerine kul olmuş kimselerden daha iyi yönetirler. Aç gezerler ama toklardan daha güçlüdürler. Az uyurlar ama gerçekte hep uyanıktırlar. Kadınlardan uzak dururlar ama kadının doğasını en iyi onlar bilirler. Sessiz ve mütevazidirler ama gerekirse en iyi onlar dövüşürler, cesaret abidesidirler, vs. vs.

Bu tipin bizdeki karşılığı Abdalan-ı Rum'dur, bir diğer tabirle alp-eren dervişlerdir. Bektaşî, Mevlevî, Kadirî erlerdir. Hem alp, hem de eren. Hem asker, hem derviş. Hem gönlü pak, hem yüreği pek. Böyleleri nefislerini yendiklerinde düşmanlarını da yeneceklerini bilirler. Nefsi yenmek, şeytanı yenmek demektir; içerideki şeytanı veya dışarıdaki şeytanı...

Bedenî iktidarsızlık, ruhî iktidarsızlığın sonucudur. Bedendeki her kusur, ruhtaki sorunun/sorunların belirtisidir; yani çiğliğin, hamlığın, ermemişliğin.

Sizin anlayacağınız ruh pişerse, beden de pişmiş olur. Aksi ise aslâ varid olmaz!

***

Meraklısına önemli not: 30 kişiyi öldüren bir sosyopat, bir seri katil ahlâksız değildir. Keza öldürdüğü kişileri sekize bölüp bavulda taşıyan manyak da ahlâksız değildir, 20 çocuğa tecavüz eden bir sapık da. Böyleleri ahlâksız değil, hastadır. Akıl hastasıdır veya ruh hastasıdır. Akıl veya ruh hastasına 'ahlâksız' denemez. Her hâlde 'müslüman' da denemez. Zira kabil-i hitab (dinle mükellef) olmaktan çıkmıştır. Veya hakikatte hiç olmamıştır.

Bu yazı toplam 8961 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Dücane CÜNDİOĞLU Arşivi