Cüneyt Kayhan

Cüneyt Kayhan

FİLM İLE YAŞAM ARASINDA

FİLM İLE YAŞAM ARASINDA

'Bana yeni bir hayat verin' diyene film izlemesini önerirdim diyor sinemanın efsane yönetmenlerinden Francis Ford Coppola. Evet filmlerle başka hayatlar, deneyimler yaşamak, birkaç saatliğinede olsa kendi gerçek yaşam öykümüzden sıyrılmak..Belkide bizi sinemaya yaklaştıran, tercih etme nedenimiz olan bu duygudurumumuz, ama en önemlisi sıkıldığımız veya rutinleşen yaşam örgümüzden uzaklaşmak değil mi!

Zor bi iştir film yapmak. Karakterler, olaylar, kurgular, ortamlar ve anlatılmak istenen hikaye..bir bütün olmalı ve birbirinden kopuk olmamalı parçaları. Komleks bir yapıdır yani. Film yapmayı ve film üzerinden hikaye anlatmayı bir labirente girmeye benzetirsek, çıkış yolunu bulabilmek adına labirente girerken elimize bir ip almalı bir ucunu labirente giriş noktasında bırakmalıyız. Hikayemizde ne anlatmak istiyorsak onunla ilgili tüm odaları gezmeli ve yine nihayetinde çıkış yolunu dışarıda bıraktığımız ip yardımıyla bulabilmeliyiz. Kopacak olan ip, bizi çıkışa götürmeyecek, böylecede anlatmak istediğimiz hikaye yarım kalarak amacına ulaşmayacaktır. Böyle bir benzetme bile film yapmak ve çekmenin ne denli zor bir iş olduğunu bize anlatmaktadır.

Toplumsal sorumlulukları en fazla olan sanatçı kimlikli topluluklardan biriside belkide film yönetmenleridir. Kitleleri rahatlatma, tamin etme, toplumsal bilinç aşılama.. günümüz sinema dünyasına baktığımız zaman kendi kültürel değerlerini pazarlama ve dış dünyaya tanıtma uğraşında olan Avrupa, Uzakdoğu ve Ortadoğu filmlerinin çoğunlukta olduğunu görebiliriz. Ancak bu filmlerin sinema dünyasında pastadan fazlaca pay alamama gibi bir sorunları vardır. Bunun en önemli nedeni olarak Hollywood' un sinemanın para ve güç olarak kullanılarak tüm bu filmleri kamufle edebilme amacında olduğunu söyleyebiliriz. Yani kapitalizmin sonuna kadar kendisini hissettirdiği bir sinema endüstrisi karşımızdadır. Korkunç para kaynakları, siyasal iradeli sponsor destekleri Hollywood' un sinema dünyasına hükmetmesi için adeta seferber olmuşlardır. İzleyiciye çekici gelebilecek tüm görsel ve işitsel efektleri en organize şekilde kullanarak, ilgi ve beklentileri kendi değerleri doğrultusunda belirlemeye çalışmaktadırlar. Yani kendi kültürel değer ve inanç sistemlerini her alanda dayatmaktadırlar. Son yıllarda ise bunun bilincinde olan, ancak para ve altyapı yetersizliğinden yapabilecek hiçbirşeyi olmayan ülke sinemaları, artık dar bütçelerlede olsa izleyicide merak uyandırıp, gerçek kültürel örüntülerini verebilme imkanlarının varlığına inanarak film çekmeye başladılar. Bu ülkeler özellikle; İran, İspanya, İtalya ve Fransa ile Fillandiya, Danimarka, İsveç gibi kuzey avrupa ülkeleri. Yani sinema dünyasını bugünlerde Hollywood ve karşısındakiler diye ikiye ayırabiliriz. Bu elbette bir güç savaşı ve bu savaşın galibini izleyici, özelliklede donanımlı izleyici belirleyecektir.

İzleyici ne için film izler, bir filmden neler bekler, beklentileri karşılanmadığında neler yapabilir? Tüm bunlar film yapım şirketlerini uzun araştırmalar sonucu izleyiciyi ele geçirme ve özelliklede yönetmenlerin izleyiciye kendileri gibi düşünmeleri için neler yapabileceklerini gösterirler. Yani film çekmek yönetmenin bir çeşit egosentrik masturbasyon aracıdır. Kendilerini başarılı sayan yönetmenler; izleyicinin düşünce sistemini değiştirebilen, kendi değerlerini idealize ederek izleyiciyi ele geçirebilen yönetmenlerdir. Ancak bilinç düzeyi yüksek olan izleyici bugün yönetmeni ve filmini tartışarak eleştirebilmektedir. Sinema asla salt bir eğlence aracı değildir. Bir sorgulama yolu, eğitim, ortak bilinç oluşturabilme ve bunları toplumsal çıkarlar doğrultusunda kullanabilme taraflarıda vardır. Çok boyutlu film izleme mantığıda budur zaten. Biblo izleyici olmamak!

Toplumsal ve kişisel dinamiklere göre film izleme nedenlerimiz elbette değişiklik gösterebilir. Sinema, bir savaş anında milliyetçilik duygularını açığa çıkarabilme, doğal bir afette ortak paylaşımlar meydana getirebilme, herhengi bir sosyal olayda açıklayıcı ve belirleyici olabilme kaygıları taşımalıdır. Olayın kişisel boyutunda ise, bireyin normal sosyal hayatında yaşayamadığı, yaşamakta zorlandığı duygular ve yaşam şekillerini filmin kahramanıyla birlikte yaşayarak bir çeşit katarsis (arınma) yaşamak vardır.

Yapamadıklarımızı birkaç saatliğinede olsa yapıyor olmayı yaşamak film izlemenin çekici hale gelmesinin en önemli nedenlerindendir. Tam tersi bir durumda yaşananlarda bunu açıklayabilir. Zayıf olan güçlü olmayı yaşayarak katarsis sağlayabildiği gibi güçlü olanda zayıf olma duygusunu yaşayarak katarsis sağlayabilir. Özünde hiç tadılmamış olana duyulan özlem vardır. Sevgilisi Petacci' yi gizleyen bir Mussolini korkaklığı, Guernica' ya uçaklarını gönderen bir hitler faşizmi veya ölüm anında ki bir Gandhi gururu. Hepimizin farklı şekillerdede olsa yaşadığımız duygulardır tüm bunlar. Ancak açıklayamadığımız veya anlatamadıklarımızdan ibarettir birçoğu. Birilerinin bizim yerimize bunları anlatmasına ihtiyacımız vardır. İşte budur hissettiğim veya bende bunu düşünüyordum, kendimi buldum bu filmde demelerimizin nedenleridir bunlar.

Bu korku tüneline girip o duyguyu yaşayıp çıkmak veya komik aynalarda bir süreliğine de olsa kendimize bakarak eğlenebilmek. Bizi çeken yaşamlarımızda olan veya olabileceğini düşündüğümüz şeylerdir. Yani film, izleme nedenimize göre bize verdiği haz duygusu farklılık gösterebilen bir kavramdır. Eğlenmek için izliyorsak farklı, öğrenmek için izliyorsak farklı, başka bir hayat için izliyorsak farklı, hepsini birden yaşamak istiyorsak çok farklı bir duygulanım içine girdiğimiz ortadadır. Kişisel beklenti, değerler, sosyo-kültürel ve ekonomik farklılaşmalarda film kültürlerinin değişiklik göstermelerinin başlıca nedenlerindendir.

Aslında hepimizin içinde varolan bastırılmış yönetmenlik güdüsü, belkide tek bir zamanda ve yaşamlarımızın sonunda ortaya çıkıyor, hayatlarında hiç film yönetmeyerek bu duyguyu bilmeyenler için çok geç oluyordu. Veya yönetmenlik duygusunu bilemler bile yönetmenliğin böyle bir tarafınında olduğunu görerek sadece gülümsüyorlardı. Sinema anlatımıyla; hayatlarımızı, sadece ölümü en çok hissettiğimizde ve ölüm çok yaklaştığında, gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi geçişini sağlayarak yönetmiyor muyuz ?

Bu yazı toplam 5747 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cüneyt Kayhan Arşivi