HEPİMİZ BİR TÜRK FİLMİYİZ ASLINDA
Türk sineması 1950’li yıllarla birlikte bir sıçrama yaşamış ve uzun yıllar isimleri sinema tarihimizin önemli filmleri arasında sayılacak eserler ortaya çıkmıştır.
1960 darbesinin ardından ülkemiz siyasal yapısındaki değişiklikler sinemayı da etkilemiştir. Toplumsal hayattaki bu önemli değişikliklerin beyaz perde üzerindeki etkileri göz önüne alındığında sinemanın olumlu bir değişim sürecine girdiğini söylemek doğru olacaktır. Çünkü bu dönemdeki filmlerin bakış açısı toplumsal ve daha realist olarak nitelendirilebilir. Daha sonraki dönemlerde de Türk sineması kendi içerisinde birçok farklılık doğurmuştur. Bu farklılıklardan bahsederken akla gelen bir nokta ise Yılmaz Güney sinemasıdır. Ayrıca saf duygular, tertemiz aşklar artık gençlik rüzgârlarıyla ve toplumsal problemlerle göze çarpar. Tarık Akan, Ediz Hun, Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Gülşen Bubikoğlu veya Hale Soygazi... Artık toplumun iyiden iyiye parçasıdırlar. Komedi oyunculuğun da ise özellikle Şener Şen, toplumsal komedide Kemal Sunal ve İlyas Salman ile birlikte çok başarılıdır.
80 yıllara ise televizyon damgasını vurmuştur. 1980 yılına tek kanallı ve devlet eliyle giren televizyonculuk daha sonraki yıllarda renkli hale gelmiş, çeşitlenmiş ve görsel iletişim ihtiyacını karşılar hale gelmiştir. Özel kanalların bu yıllarda sayıca artması Türk filmlerinin sinemadan sonra TV’lerde de ilgiyle izlenmesine sebep olmuştur. Özel kanal yöneticileri aynı filmleri defalarca ve haftada birkaç kez yayınlarken bile bir an olsun reyting kaygısına düşmemişlerdir.
Çünkü toplum olarak hepimizin yaşamı biraz Türk Filmi aslında. “Anneciğim, bu amcayı çok sevdim, ona baba diyebilir miyim?” diyecek kadar şefkate muhtaç, “Benim de senin yaşlarında bir oğlum vardı evladım” diyecek kadar acılar çekmiş, asla kovulmayan, kovulduğunda “Hayır siz kovmuyorsunuz, ben vazifemden istifa ediyorum” diyen, kafasındaki sargılar açıldığında kör olan, araba çarptığında gözleri açılan, “Hayır durun, o suçsuzdur, aradığınız suçlu benim” diyecek kadar dürüstüzdür. “Tıp bilimi bir yere kadar, ancak tanrıdan ümit kesilmez” diyecek kadar gerçekçi, “Sen kaç yiğidim, ben onları oyalarım” diyecek kadar fedakârızdır.
Sırtımızda taş taşır ama oğlumuzu ya da kardeşimizi okuturuz, sonra o çocuk savcı olup bizi tutuklar. “O kızla evlenirsen, seni mirasımdan mahrum, evlatlıktan men ederim” diyecek kadar ataerkil ve otoriterizdir. Annemiz biz doğarken ölür, okulda çocuklar bizle alay eder, tatillerde simit satarız. Ne kadar çok sırrımız vardır. Sevdiğimiz kızın yıllar önce kaybolan kardeşimiz olduğunu zifaf gecesinde öğrenecek kadar talihsizizdir. Ne kadar da bedbahtızdır. En güvendiğimiz arkadaşımız, sevdiğimiz kızı elimizden alıverir. Hepimizin sesi yanıktır. Ne zaman şarkı söylemeye başlasak, o sırada oradan geçmekte olan bir gazinocular kralı tarafından keşfedilir ve meşhur oluruz. Ve fakat parayla saadetin olmadığını anlarız.
Sevdiğimiz kıza bir türlü onu sevdiğimizi söyleyemeyecek kadar utangacızdır. Geç kalıp kızı başkaları aldığında alkole veririz kendimizi. Bütün meyhaneciler kalender, halden anlayan insanlardır, bize nasihat ederler. İyi içeriz, dışarılarda nara atarız, saçlarımız, sakallarımız uzar, berduş oluruz. Fazla yaşamaz, çabuk ölürüz, arkamızdan birileri mutlaka sessiz sessiz ağlar. Hepimiz yakışıklıyızdır, güzelizdir. Çirkinsek bile kral oluruz.
Birde Türk Filmlerinde karakterlerin sağlık sorunları göze çarpmaktadır. Türk filmlerinin olmazsa olmaz hastalığı şimdilerin tüberkülozu o zamanların ince hastalığı bize en yakın ölüm gününü haber verir. Çocuğunun ameliyat parasını bulabilmek için her yol denenmelidir. “N'olur gerçeği söyleyin doktor bey yaşayacak mıyım?” Sorusundan sonra arka fondaki dramatik müzik eşliğinde sadece hastanın yüzüne sessizce bakan doktorlarımız…
Esas oğlan doktorsa kesinlikle alkolik olmuştur. Sevdiği kızı kurtaracak ameliyatı koca ülkede sadece o yapabiliyordur. Ya da amansız bir hastalığı varsa, çok az ömrü kalmışsa, kurtulması için çok paraya ihtiyaç duyuluyorsa o kişi mutlaka fakirdir. Doktorlar hep evlere gelir kanser teşhisi koyar ve sonrada tedavi için yurtdışına gönderirler.
Kahramanımız ağır hastadır, tek tedavi yurt dışındadır, doktor bunu ve gereken ücreti söyler. Bunu ödeyemeyecek olan kahramanımızdan “Fakat nasıl olur doktor bey?” cevabını alır. Ya da karıştırılan röntgen filmleri kısa süre sonra öleceğimizi müjdelerler bize.
Hepimiz biraz Türk Filmiyiz aslında. Her filmin mutlu sonla biteceğini sanacak kadar da safızdır. Dudaklarımızın kenarında nereden geldiğini hatırlamadığımız hafif bir tebessümle ve karşımızda TV ekranında ki o yazıyla baş başa kalıveririz.
Son - Erler Film…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.