Sosyal Yalnızlık Kader Mi Tercih Mi?
İçsel bir dürtü olan yalnızlık kavramı; kişilerin kaderi değil tercihleri sonucu ortaya cıkan bir durumdur. Yalnızlık insanın varoluşsal gerçekliği içinde bulunan ve zaman zaman da yaşaması gereken bir duygudur. Bu duyguyu yaşamak insan sağlığı açısından önemlidir. Tek başına kalmak, kendisiyle yüzleşebilmek, kendini doğru tanımak yalnızlığın yaşanması gereken bir duygu olduğunu göstermektedir. Fakat insanın yalnız kalmayı tercih etmesiyle zorunda kalması arasında patolojik bir fark vardır. Bu durumu keşfetmede en önemli şey ise farkındalıktır.
Endüstrileşme ve modern çağın bize getirdiği tehlikelerden biri de farkındalığın olmadığı yalnızlıktır. Kent insanı; komşuluk, akrabalık, dostluk kavramlarını hayatın yoğun temposu yüzünden anılara gömmüş ve ‘tek başınalık’ nevrotikleşme sürecinin adımlarını atmaya başlamıştır. İnsanlar gelişen teknolojinin etkisiyle sosyalleşmeden uzak olan bireyselliğe dönüş yapmışlardır. Kalabalıklar içinde yalnız kalmaya, yalnız hissetmeye başlamış ve bu durum depresyon, uyku bozukluğu, yeme bozukluğu gibi nevrotik süreçlere sebep olmuştur.
Yalnızlık kişiye özel bir duygudur. Fakat en çok rastlanan sosyal yalnızlık; sebepleri ve sonuçları açısından her bireyde benzer özellikler göstermektedir.
Sosyal yalnızlık; kendisini yaşadığı toplum içinde yalnız hissetmeye başlayan, sosyal yönden tüm etkinliklerden uzaklaşmış ve aynı zamanda içinde yaşamış olduğu topluma yabancılaşmış kişilerin yalnızlığıdır. Bu kişiler için kalabalıklar sıkıcı bir hale gelmiştir. İnsanların içine girerek topluca yapılmakta olan bütün etkinlikler anlamsızlaşmıştır. Toplumun bir parçası olmayı kabul etmezler.
Sosyal açıdan yalnız kalan birey; düşük benlik saygısı , depresyon, utangaçlık, kaygı , gerginlik, nevrotiklik ve içedönüklük gibi sonuçlarla baş etmek zorunda kalır.
Eric Fromm; “Yaşadıkları ortak duygular kadar hiçbir şeyin insanları birleştiremediğini” söylemiştir. Bütünün parçası olamama, ‘biz’ olmanın bireyselliğe dönüşmesi, hızla değişen topluma ayak uyduramama, sosyal açıdan yalnız kalmanın temellerini oluşturmuştur.
Sosyal yalnızlığın önlemi alınmadığı takdirde kişi içinde bulunduğu duruma anlam katmaya çabalarken depresyon ve kronikleşme süreci ortaya çıkmaktadır. Kişi hem bu yalnızlıktan kurtulmak istemektedir hem de topluma karışma özelliğini yitirdiğinden korkmaktadır. Tüm bu süreçlerin yanında fobi, kaygı bozuklukları ve kendini suçlama depresyonu çağırmaya başlar. Yalnızlık bu hale gelmeden bir uzman yardımı alınmalı ve yüksek farkındalık ile kişi tekrar ‘biz’ olma düzeyine ulaşmalıdır.
Doğru ve sağlıklı iletişimin yüz yüze olması gerektiğini, bireyselleşmenin bilinçli ve yüksek farkındalıkla yapılmasının ve modern çağa rağmen topluma, her birey kadar ayak uydurmanın gerektiğini unutmamalıyız.
Sonuç olarak sosyal yalnızlık modern çağın getirdiği fakat kişinin de zayıf karakteristik özelliklerinden kaynaklanan bir yalnızlık sürecidir. Önemli olan bu sorun kronikleşmeden ve bu yalnızlıktan zevk almaya başlamadan yaratıcı ve istekli bir şekilde harekete geçmek, eylem için hazır olmaktır. Çünkü insanoğlu toplumsal yapının bir parçasıdır ve bu durumun aksi benlik algısında yıpratıcı süreçlerin oluşmasına sebep olur. Bu yalnızlık bize ağır gelmeye başladığında bir uzmandan yardım almalı ve eyleme geçmeliyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.