Dücane CÜNDİOĞLU

Dücane CÜNDİOĞLU

Ölümün dört rengi (I)

Ölümün dört rengi (I)

Ölüm, insan için meçhulün diğer adı. Bir muammanın. Doğu irfanı ölümü insanoğlunun hakikatle randevusu gibi algılar. Sevgiliye kavuşma ânı. Bir düğün gecesi. Uykudan uyanış. Bir geçiş ânı.

Ölen için. Ayılan, ve kavuşan için.

Bu yüzden irfanın penceresinden ölüm hiç de karanlık görünmez. Bir gecedir ölüm, aydınlık bir gece. Bizce. Yıldızların aydınlattığı bir gece. Umudun aydınlattığı.

Bir düş.

Nâdan için bir kâbus. Kara. Kapkara. Cehalet kadar, gaflet kadar kara.

Rıza lokmasından tadanlar içinse ışıl ışıl. Bazen gün batımı kadar hüzünlü. Lâkin bu hüzün güneşin hüznü değil, bilâkis onu seyredenlerin hüznü; arkasından seyredenlerin...

Çınarın yaprakları birer kaya gibi tek tek üzerine düşerken tâ karşıdan süzülen sevgili kolunu süleymaniyenin güçlü omuzlarına dayayıp tebessüm edecek de çınarınaltındaki hüzünle de olsa karşılık vermeyecek, mümkün mü?

Yeniden gelmesi için, gelebilmesi için, gitmesine izin verir.

Bir nedenle. Vuslattaki şiddetin hatırına.

Şiddetin ve şiddetlenmenin.

* * *

Şaşırmayınız, elbette ölümün de renkleri var.

Çeşitleri var çünkü. Ölümler var.

Dizimin dibinde büyüdüğüne göre, şimdi sormalısın ey talib!

Büyüdüğün kadar sormalısın, büyüttüğün kadar. Sorularını. Öfkeni. Cehaletini. Aşkını. Büyüdüğün ve büyüttüğün kadar.

"Hangi ölüm?" diye sormalısın.

Rengârenk ölümler: beyaz, kırmızı, yeşil ve siyah.

Ölümün dört rengi.

Ölmeden önce ölmenin.

İrfanın. Yani bilmenin değil, tanımanın.

Beni.

Belki, sonra seni.

* * *

— "İki aşığın arasındaki sevgi, birbirini tamamlayan iki rengin birliğiyle, o iki rengin karışımı, karşıtlığı, benzer tonların arasındaki gizli titreşimle anlatılır.

Bir alındaki zekâ pırıltıları koyu fon üzerine daha açık ton kullanılarak betimlenir; umut bir yıldızla, insanın tutkularıysa kıpır kıpır gün batımıyla..."

Üstadı Delacroix'nın etkisiyle de Van Gogh duyguları renklendirirken hem zıtların birliğinden yararlanır, hem de benzerlerin karıştlığından...

Üç temel renkten birini, öteki ikisinin karışımıyla karşı karşıya getirir; maviyi, sarıyı, kırmızıyı... Meselâ mavi'nin karşısına 'turuncu'yu (kırmızı+sarı), sarı'nın karşısına 'mor'u (kırmızı+mavi), kırmızı'nın karşısına ise 'yeşil'i (sarı+mavi) koymak suretiyle birbirinden güçlü renk yoğunlukları elde eder; güçlü ve yoğun duygu anlatımları...

* * *

Umudun bir yıldızla, tutkunun ise kıpır kıpır gün batımıyla anlatılacağına işaret eden Van Gogh, 'ölüm'ü nasıl anlatmış veya anlatmak istemiştir, dersiniz?

Bir uzmanın cevabına veya uzmanca bir cevaba henüz rastlamış değilim. Fakat intihar ettiği ay, Auvers-sur-Oise'de, Temmuz 1890'da yapmış olduğu o ünlü "Mısır Tarlasında Kargalar" tablosunda nice ipucunun bulunabileceğine inanmışımdır hep.

Aranırsa, belki ölümün rengiyle orada da karşılaşılabilir; bilindik ölüm-rengiyle...

Van Gogh, bu tablosunde üç temel renge de yer verir: sarıya, kırmızıya ve maviye...

Renk teorisine uygun bir biçimde onların arasına bir de 'yeşil'i katar; ardından da gökyüzünde fırtına öncesi kararmış göğün sinesine doğru yükselen kargaların karalığını... adeta ölümün karalığını... yani katranî siyahı...

Sadece ölümün karalığını değil, ölüme doğru oluşun da... karaltının... meçhulün... yas ve hüznün... dahî uğursuzluğun...

Ölüme özgü renk katranî siyah mıdır?

Ölümün rengi hep siyah mı olmalıdır?

Hem de katranî siyah?

Maalesef öyle.

Biz ölümlüler ölümü pek tanımayız. Yanlış da biliriz bu yüzden.

Kaçarız.

Kara çalar kaçarız.

* * *

Hikmet'in ve/veya dinin sahihliği nasıl anlaşılır? Bir dinin sahtesi hakikîkisinden nasıl ayırdedilebilir?

Geçen yüzyılın başında bir bilgin bize bu suâli cevaplamayı mümkün kılacak bir ölçüt vermiş görünüyor:

— Varlık karşısında mütevazı davranmayan, yani bütün muammaları açıklıyor olmakla övünen her iddia sahte, her iddiacı sahtekârdır.

Bu durumda, Varlık'ın gizemi karşısında olanca alçakgönüllülüğüyle "Seni hakkıyla tanıyamadım ey sevgili!" diyenleri, sadalarından değil ama belki edalarından tanıyabiliriz.

Tanıyamadığımızı itiraf ettiğimiz için ölmeliyiz.

Ölmeden önce.

Ölümü dört rengiyle de tatmalıyız.

Melâmet neşelerini kaybetmiş Nakşî dervişlerin ellerinden tutup boya küpünün içine önce onları atmalıyız.

Şah-ı Nakşıbendînin hatırına.

Ölümü renklendiren büyük ustaların hatırına.

Çınarınaltında.

Bu yazı toplam 7457 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Dücane CÜNDİOĞLU Arşivi