Hayata farklı merceklerden bakabilmek…
Her yaz tatilinin sona erdiği dönemde olduğu gibi yine, yeni bir düğün sezonundayız!
Evlenme kararı alan arkadaşlar sağ olsunlar, sayelerinde her gün, o nikâh töreni senin, bu kına gecesi benim derken İstanbul’u turluyor, salondan salona koşturuyorum. Yorgunluk argınlık bir kenara, bu süreç zarfında bir sürü gözlem yapıyorum!
Bazı geleneksel öğeler ilgimi çekiyor. Mesela gelinler, niçin beyaz gelinlik giyiniyor? Hadi gelinliğin beyaz renk olması saflığın ve temizliğin göstergesi diyelim, peki ya tülden yapılmış duvağa ne demeli?
O duvak, gelinle içinde bulunduğu ortam arasına mesafe koyuyor besbelli! Gelin, nikâhın kıyıldığı zamana değin duvağı açmıyor, böylelikle etrafını olduğundan daha farklı görüyor.
Aynı durum, düğüne gelen konukların, gelini farklı görmesi açısından da geçerli. Ne diyelim; büyüklerimiz, böyle uygun görmüş demek ki…
Yanlış anlaşılmasın; bu geleneği yadırgamıyorum hatta sonuna kadar destekliyorum. Bence bazı durumlarda, hayata farklı zaviye, mesafe ve filtrelerin ötesinden bakabilmeli, tıpkı fotoğraf ya da film çekenlerin yaptığı gibi!
Evet, evet!
Fotoğraf ya da film çekimiyle uğraşanlar bilir, objektife takılan farklı mercekler vardır. Bunlar çeşit çeşittir, kimi yakını gösterir kimi de uzak mesafeyi.
Kullanıcı tarafından hangisi işe yarayacaksa, o mercek takılır, objektifin ucuna. Eğer yakın plansa görmek istenilen farklı, yok geniş plansa, başka bir mercek kullanılır yani işleve göre seçim yapılır.
Zihninizden geçen soru cümlesini görür gibiyim; ‘Yahu düğün dernekten bahsederken, şimdi bu mercek konusuna nereden gelindi?’
Sevgili Okur, yaşadığım bir hadiseden sonra anladım ki sadece çekimlerde değil, gündelik hayatta da gözümüze farklı mercekler takmamız ve böylelikle kimi zaman benliğimize, yaşadığımız çevreye ve olaylara biraz daha yakınlaşmamız, kimi zaman da tüm bu saydıklarımdan uzaklaşmamız gerek.
Anladım ki uzaktan bakabilmek! Evet, zaman zaman kendimize uzaktan bakabilmek gerek…
Nasıl? Yaşadığım o hadiseyi mi merak ettiniz?
Bakın anlatayım…
Her zamanki gibi hastanedeydim ama her zaman bulunduğumdan farklı bir konumdaydım! Üzerimde hekim önlüğü yoktu. Öylece! Günlük kıyafetimle hastaların arasındaydım ve onların gözünden hastaneyi uzun uzun inceledim.
Bekleme salonuna oturdum. Sessiz ve sakindim. Üstelik mesai arkadaşlarım tarafından tanınmamak için hafifçe köşeye çekilerek kendimi biraz kamufle ettim.
Düşündüm de…
Şayet yıllık iznimi kullanıyor olmasaydım ve bir evrak için orada beklemeseydim, şu an orada ben de olacaktım.
Şaşırdım!
Çünkü farklı bir duyguydu bu. Sanki bir anlığına, ruhumla birlikte bedenimden ayrıldım ve kendime, yakın çevreme yukarıdan baktım.
Yabancı biri gibi… Farklı açıdan… Hastaların gözüyle…
Artık hekim kimliğimden arınmıştım. Ne yalan söyleyeyim, daha önceden bir hekim olarak bana normal gelen bazı hareketleri, bekleme salonunda hastaların yanından bakınca yadırgadım. Bu vesileyle, hastaların bize bakış açısını, kaygılarını, davranış biçimlerini daha iyi algıladım.
İtiraf etmeliyim ki, kendi kendime hayıflandım.
Vee, o gün bugündür gece gündüz sayıklıyorum…
Demek ki ister gelin duvağı olsun isterse tebdil-i kıyafet! Hayata, ara sıra farklı merceklerden bakabilmek, daha iyi empati kurabilmek için rolleri değişmek gerek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.