Beyte Halil’in Duvarından Akıyor Sular
Beyte Halil*’in duvarından akıyor sular….ne kadar ayrılığa dökülüyorsa o kadar vuslatı müjdeliyorlar… yumuşak ette dolaşan bir hançeri, bir rüyayı, bir masalı saklar gibi. Ve seni anlatıyordu her katresi… sen yürüdüğün zaman anasır-i Erbaa kendini sekerat-ül mevt ile eteklerine atardı. Bütün kuşlar, börtü böcekler sonra… boynundan Acem ibrişim sarkardı, kirpiklerinin her teli için Harran’da bütün taşları yontardı bir Süryanî. Eriha’nın çocukları sana koşardı çöllerde yalın ayaklarıyla. Bir Aramî tacir arzın en güzel incilerini, boncuklarını Akdenizden getirirdi, sen bir baksaydın bütün mallarını sebil ederdi.
Beyte Halil’in duvarından akıyor sular….ne kadar ayrılığa dökülüyorsa o kadar vuslatı müjdeliyorlar…
Gece Buhurumeryem’i okurdu, ay yüzünde yanardı, senin yüzünden yanardı sonra… semavât devr-i devran ederdi saçlarında, son mevlevî ayini gibi. Rakkaseler pervanelere çarpardı. Bütün çiçekler neşvünema hâlinde topraktan kaçardı. Utancından sana bakamazdı bir Melâmi. Bir Kalenderî mala-mülke sarılırdı seni kaybetmek korkusuyla. Dişlerine benzer incileri toplamak için denizciler vurgun yerdi. Kemankeşler yaylarını kırardı kaşlarının şeklinden.
Beyte Halil’in duvarından akıyor sular….ne kadar ayrılığa dökülüyorsa o kadar vuslatı müjdeliyorlar…
Bir Kıptî şarkısını Nil’e düşürmüş, sesini duyduğu zaman. Bir Mecusî makamını şaşırmış seni ateş sanarak. Bir Keldanî iksirini kaybetmiş seni gördüğünde. Bir Sabiî’nin yıldızları kararmış, gözlerinde yıldızlar kararmış sonra… çıngırağı ağlamaya dönüşen yıldızlar… bir bilge anlatmıştı bu hikâyeyi, sen de altını çizmiştin uzun uzun, kervansarayı olmayan yolculuklar gibi.
Beyte Halil’in duvarından akıyor sular….ne kadar ayrılığa dökülüyorsa o kadar vuslatı müjdeliyorlar…
Bir gramofon elemi çalıyor Meşrık’ta. Kurtuba sokaklarına yağmur yağıyor…her damlası hicran-ı mübîn. Mevaraünnehr’de bedenlerimiz ergitilmiş, kıyılardan. Tur-î Sina’da buluşma vakti geçikiyor, çarığını çıkar… kırlangıçlar omuzlarına konuyor. Bakırcılar çarşısında hüzün dövülüyor rengi sarıdan, bana bir rızık getir makam-ı Mahmud’dan!..
Beyte Halil’in duvarından akıyor sular….ne kadar ayrılığa dökülüyorsa o kadar vuslatı müjdeliyorlar…
Nefesinden yılanlar çıldırırdı Ahlat kapısında. Eski bir şehirde parmaklarını kaybederdi biri, yalnızlığından. İsmail Saib Efendi’nin vefatıyla kediler yetim kalırdı. Kuru yapraklar nasıl savrulursa öylece!.. hani pencerene doluşan sana bir nebze anlatamadığım o efsunlu gaile…
Beyte Halil’in duvarından akıyor sular….ne kadar ayrılığa dökülüyorsa o kadar vuslatı müjdeliyorlar…
Trablusgarb’ta bir Türk subayının tabakasına sıkıştırılmış tütün gibiydi gönlün… ufka bakıyor giden bir trenin ardından bakar gibi. Paramparça elbisesi paramparça içine düşüyor… elbisesindeki tek düğme de düşüyor sonra… şimdi dedelerinin öldüğü yerlerin adlarını bile bilmiyor torunlar. Neden misâk-ı millî, Millî değil? Sen hatırlatmadın… hatırlatsaydın her şey hatırlanacaktı.
Beyte Halil’in duvarından akıyor sular….ne kadar ayrılığa dökülüyorsa o kadar vuslatı müjdeliyorlar…
Mest oluyor Samarra, Şiraz, Haleb’in bedestenleri… çöller tutuşuyor hüsnü ikliminden değil, şiddeti şiirinden; Hafız’ın Lebid’in Şeyh Galib Dede’nin…tamburlar bu olanlara şehadet ediyor. Filistinli bir çocuğun sapanından fırlıyor şu kıt’a;
ağlama duvarında gözyaşı yok
Mezmur’u okurken bir dua…
vücutları değil
bombaları sallanıyor Şatilla’da!
Sonra mecalsiz bir çığlık oluyor bütün satırlar… ayağa kalk yâ Selâhaddin! Geri döndüler.
Beyte Halil’in duvarından akıyor sular….ne kadar ayrılığa dökülüyorsa o kadar vuslatı müjdeliyorlar…
……………………………………………………………………………………………....
*Beyte Halil (ibr.); Beytül Halil, Beyt el Halil, Hazreti İbrahim’in evi. Filistin’in direniş diyarı, el-Halil şehri.
Mail: [email protected]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.