Melda BEKCAN

Melda BEKCAN

Ben samimiyim, sen samimisin...Ama 'o' samimi mi?

Ben samimiyim, sen samimisin...Ama 'o' samimi mi?

Ben de herkes gibi en kısa zamanda normalleşmeyi ümit ediyorum. Ve de en önemlisi! ‘Ben samimiyim, sen samimisin ama acaba o da samimi mi?’ paranoyasından arınmak istiyorum…

Bu hafta olduğu gibi ne yazacağıma zor karar verdiğim, oldukça nadirdir. Çoğu zaman, birkaç konu birden gelir aklıma. ‘Acaba hangisi olsun?’ diye düşünürken, içlerinden bir tanesini seçerim, diğerlerini ise yedeklerim. Nedense bu hafta her zamanki gibi değil!

“Mutsuz muyum?” desem; mutsuz olmamı gerektirecek özel bir durum olmadı son günlerde. Kaldı ki çok mutsuz olduğum dönemlerde bile rahatça yazdığım olmuştur.

‘Hastalık’ desem, hiç değil. Hatırlarsanız; bacaklarıma kaynar su döküldüğü ve ikinci derece yanık teşhisiyle evde yattığım dönemde bile yaşadıklarımı kâğıda dökmüştüm. Hatta bu konuyu ele almam bazı okuyucular tarafından eleştirilmişti. Elbette bana ‘Melda Hanım, bacaklarınıza su dökülüp yandı diye haftalardır yaşadıklarınızı yazıyorsunuz. Bir de dünyanın farklı bölgelerinde bombalanan halkların neler çektiklerini düşünün, kendinizi onların yerine koyun… ‘ diye yorumlarını gönderen okuyuculara hak veriyorum çünkü beklentilerini karşılayamamış olabilirim. Fakat elimi ayağımı her şeyden çektiğim ve de aynı zamanda son derece acı çektiğim günlerde, öncelikle kendimi sonra da sizleri kandırmadan yazabileceğim en ‘samimi’ duygularımdı onlar.

Samimiyet! Evet, galiba anahtar kelimeyi buldum. Bugünlerde, yoksunluğunu hissettiğim duygu bu olmalı. Yeni fikirler üretemememin sebebi, zihnimin mevcut olanlarla yetinmesinin…

Yok! Benim de son yıllarda olduğu gibi modaya uyarak, bunalım takıldığımı falan düşünmeyin. Hiç sevmem öyle fırtınalı deniz gibi çalkantılı ruh hâllerini. Bilirim ki pozitif eylem, pozitif düşünceden doğar. Bu sebeple elimden geldiğince, hayata olumlu bakmaya çalışırım. Ama bu aralar, tozpembe gözlüklerim bile fayda etmiyor; parlak camlarının ardındaki dünya, biraz karanlık görünüyor. Hâliyle, bu şartlarda kendimi iyi hissedebilmem pek mümkün değil…

Aslında ‘Neden?’ diye sorgulamamın anlamı yok; kendimi kötü hissetmem için ortada bu kadar ‘neden’ varken… Gündem o kadar ağır, öylesine baskın ve sarsıcı ki! Gördüklerimden, okuduklarımdan ve takip ettiklerimden kalan bir tedirginlik var üstümde sıyrılamadığım. Güven sancısı çekiyorum ki en çok samimi düşüncelerime dem vuruyor bu durum. Artık büyük çekincelerim var tanımadığım insanlara dair. Ve maalesef önüne geçmekte zorlandığım ön yargılar oluşmaya başlıyor bir bir. Hani Aksiyon’da yazdığım ‘Merhaba’ başlıklı ilk yazıda savaş bayrağı çektiğim o klişe ve insanlar arasında uçurumlar açan düşünceler gibi.

Olayların içinden başka bir olay; onun içinden bir başkası ve diğerleri… Böyle sürüp gidiyor hadiseler, ünlü matruşka bebekleri misali. ‘Acaba?’ diye soruyorum, ‘Bu apaçık manzaranın içinde gizlenmiş neler olabilir bizim görmediğimiz?’, ‘Ayın karanlık yüzünde yaşananlar neler?’, ‘Kimlerin suratlarındaki ifadeler maskeli?’… İşte bu düşüncelerle bir hayli ilgili olduğumdan ve sürekli tekrara sardığımdan olsa gerek, bu hafta yeni bir şeyler üretemiyor zihnim…

Peki, sadece ben miyim böyle hisseden? Açıkçası yalnız olduğumu hiç zannetmiyorum. Yakın çevremdekilerin, arkadaşlarımın düşünceleri de oldukça karmaşık, net değil. Haber bültenlerinde verilen yeni gelişmelerin ardından sokaktaki insanlara mikrofon uzatıldığında bir bakıyorsunuz ki halk son derece öfkeli, huzursuz, bir an önce doğruyu bulup tatmin olabilmenin peşinde…

Ben de herkes gibi en kısa zamanda toplumsal ve bireysel anlamda normalleşmeyi ümit ediyorum. Yani normalleşmekten kastettiğim, gözlerimdeki soru işaretlerinin kaybolması… Ortalığı saran toz dumanın bir an önce durulması… Toplumun belli kesiminin, başkalarının açığını yakalama beklentisinin sona ermesi… Mutlu olmak istediğim anlarda pembe gözlüklerimi takıp tekrar etrafıma gülücükler saçabilmek… Her ne kadar büyük olursa olsun, bugüne dair kaygılarımı bir kenara bırakıp yarınlar için inandığım doğruların peşinden gidip mücadele edebilmek…

Ve de en önemlisi! ‘Ben samimiyim, sen samimisin; acaba o da samimi mi?’ paranoyasından arınmak istiyorum…

Bu yazı toplam 3820 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Melda BEKCAN Arşivi