Servet Kızılay

Servet Kızılay

Türk Siyasi Dilinin “Kürtçe” Sözdizimi

Türk Siyasi Dilinin “Kürtçe” Sözdizimi

Siyasal dil, çeşitli anlamlarda kullanılır. Kendi kavramalanlarının siyasal bağlantıları gösterdiği, siyasetle alâkalı şeyleri kapsayan bir dil anlamında olması yakın; dil-dışı göstergeleri kapsaması anlamında uzak anlamda kullanılır. Bazen fail nedeni belirtecek şekilde ‘siyasi iktidarın kullandığı bir dil’ anlamına gelir ve bir söylemi işaret eder fakat bu cenahtan daha tâlî şeylere mâtûftur. O hâlde Türk siyasi dilinden; faili gösteren ve onun söylemi vasıtasıyla oluşmuş siyasi kabulleri ve inkârları kapsayan bir dil kastedilmekte. Mamafih “Kürtçe” (yani; Kürt siyasalına ait şeyler) de bu söylem dahilinde bir sözdiziminde (belirli bir yer alan ve konumu olan) sıranalan birşey olacaktır.

Türk siyasi dilinde evvelâ tesbit edilecek husûs, bu dilin siyasal konumlamayı çelişik olarak daraltmasıdır. Yani tebaa ya  içerde olmalı ya da dışarda kalmalıdır. Kişiselleştirdiği ferdler ya onun yanında ya onun karşısında olmalıdır*. Bu siyasal konumlama-kişiselleştirme  sadece içtimai hayatta değil, tartışma ortamında bile gizliden gizliye işleyerek aklı selim durumları ortadan kaldırır. Daha evvelki yazımızda da belirttiğimiz gibi ‘Stratejik yorumlama’ya da bir zemin temin eder. Böylelikle kişi mesela; “zaten kürt olduğu için” o şekilde hareket eder ve o şekilde tartışmalarda...vb yer alır. Şayet kişi dışardan katılan biriyse Türk siyasi diline göre bertaraf edilmesi daha kolay olur. Öte yandan Türk siyasi dilinde “Kürtçe”nin(Kürtlerin) konumlama-kişiselleşmesinde yani sözdizimdeki durumlarında bazı mühim problemler çıkmaktadır. Bu dil içinde Kürtler PKK ile aynı mı yoksa PKK ile ayrı mı oldukları kesin olarak belirtilmez. Biryandan resmi düzeyde ayrı tutulmalarına rağmen tebaaya altan alta başka ve zıt anlamlar fısıldamaktadır. Gayet tabiîdir ki; birşeyin aynılığı ya da ayrılığı sarih olmayınca o şeye karşı tutumun da sarih olması beklenemez.

Türk siyasi dilinin temel ekseni; uzunyıllardan beri sistematik olarak üretilen, etnik yapıları körüklemeye dayanan ırkçılıktır. Bu dilin altında yaşayan ferdler olarak istisnasız olarak hepimizin onun tarafından şekillendiğini söylemek yanlış olmayacaktır fakat bu şekillenme, farklı gösterge düzlemleriyle organize edildiğinden dolayı farklı gösterge düzlemlerini içerebilir; siyasal olarak ırkçı refleksler göstermemeye gayret eden birinin içtimâî hayatta başka bazı cenahlardan ona katılması gibi. Bu çerçevede Kürtlerin ırkçılığı yahut Milliyetçiliği, Türk siyasi dilinin diğer etnik unsurlara göre daha fazla ve dolaysız olarak sivriltiği bir ırkçılık, Milliyetçiliktir; zorunlu olandan değil bir anlamda zorlamadan meydana gelen birşeydir. Bunun belirtilmesi ise; onun meşrûiyetini temin için değil nedenlerinin belirtilmesi içindir.

Türk siyasi dilinde ‘Kürt’ siyasetine tahakkuk eden başka sorunlar mevcuttur. Zirâ bu dil kendisi bakımından sorunlar üreten bir dildir. Yani bu dili iktidar olarak kullananlar da belirli açılardan bu dil tarafından sınırlanırlar. Dolayısıyla “Kürt” diyemez, “ (Doğulu) Vatandaş- Yurttaş” der; “Kürdistan” diyemez, “Güneydoğu- Ülkenin Güneyi”vb...der. Bunun nedeni bu dilin sadece ‘Ulus devlet’ temeline dayanması değil, bu temeli dayatmasıdır. Filhakika ne “Kürt” ne de “Kürdistan” (tıpkı “Lazistan” gibi) kavramı, tarihi verilerin gösterdiği gibi, Dinin bir problemi olmuştur.

Türk siyasi dilinin umûmî hatlarını niteleyen bazı durumlar vardır. Bu durumlar bütün muhalifler unsurlara karşı geçerli olduğu gibi “Kürt”siyasalı altında da geçerli olarak işler. Mesela; bütün muhalifler gibi “Kürtler” de “güç odaklarıyla işbirliği içinde olan”dır. Şimdi bu husûs sadece tebaa tarafından kabul edilen birşey olmamakta kendisini ilim sahibi olarak görenler tarafından da kabul edilmektedir. Oysaki bu, kabul edildiği tadtirde bir açıklama değil bir gizlemedir; bir çözüm değil bir problemdir ve ortaya birçok saçma sonuçlar çıkarır. Öteyandan Türk siyasi dili, dışarda bıraktığı ve muhâliflerine yöneltmiş olduğu şeyleri kendi gerçekleştirmesiyle tam karşıt bir yere düşer fakat bu tutarsızlık; kolay kolay düşünülemeyen, bazen gözyumulan, “normalleştirilen” bir hâldir. Bu hâl, ‘devletin tanımı’ndan kaynaklanıyor gibidir. Şayet bu doğru ise; farklı icrââtler ve söylemlerle oluşturulmuş şeyler, nasıl olurda aynı derecede bir ve meşrû olduğu söylenebilir ya da devlet ne yaparsa yapsın bütün hareketlerinden çıkan şeyin mi meşrû olduğu söylenecek. O hâlde ortaya başka sorunlar çıkmayacak mıdır?! Böyle bir devlet, siyasi bir mekanizma değil ilâhî bir sûrete (forma) bürünmeyecek ( kelâmî bir ıstılâh ile ‘lâyesûl’ olmayacak mıdır) midir?!** Bundan başka; birşey, ‘dışarda bırakıldığına’ ve siyasi olarak muhâliflerine yöneldiğine göre bu şeyin onu vaazeden tarafından  kabul edilemez olacağı açıktır. O hâlde devlet bu şeyi  kendisi yaptığında ya aynı söylemi kullanmayacak yahut sadece kendisi için geçerli olan bir istisnanın kabul edilmesini isteyecek. Siyasal dil, genelde birincisini uygular. Yani; “dış mihraklarla iş birliği yapmak”ı muhâliflere yüklerken kendisinin aynı konuda yaptığı şey, “Stratejik dostluk” olur (Amerika, İsrail ile vb...masa oturması anlaşmalar yapması gibi) ya da sistematik olarak ayrımcılığı körüklemesi “Milliyetçilik” olurken, muhâlifler “bölücü” olur vb...

Türk siyasi dili şiddete doğru yaslandıkça ve çözümleri oradan çıkarabileceğini vurguladıkça gerçek iktidar sahibi olarak özneyi/faili tebaa nezdinde yeniden üretir fakat gerçek iktidar sahibi olarak öznenin/failin yeniden üretimi ya da o her ne ise ve kim ise onun görünürlüğü, başka yollarla da mümkündür. O, fiili şiddet uygulamaya gerek duymaksızın ‘Korku Söylemi’  ile de kendini dayatabilecek kuvvededir. Meselâ; “Türkiye’nin etrafında ‘Terörist ülkeler(İran, Suriye, Irak,...vb)’ vardır” “sadece etrafında değil her tarafta herşey onun varlığını tehdit eden ‘düşmanlarla’ çevrilmiştir.” Bubakımdan bütün muhâlifler aynı zamanda “Vatan Haini” olarak takdim edilirler. Demek ki; şiddetin hem fiili hem de dilsel(söylemsel) varlığı, öznenin/failin Türk siyasi dili dahilinde belirginliğiyle alâkalıdır.

Siyasal dil; ‘İktidarın kullandığı dil’ anlamında olduğu sürece olguları sadece manipüle eden değil, olguları nasılsa öyle olduğunu unutturan bir söylemdir. Böylelikle yakılan yıkılan binlerce köy, yerlerinden yurtlarından edilen sayıları milyonla ifade edilen insanlar, faili meçhullar vb... akıl almaz şeyler “görünmez” olurlar (yapılırlar). Budurumda olguları hatırlamanın tek yolu, “ siyasi hikmetlere” bakmak yerine geriye ne kaldığına yani olguya tekrar bakmaktır (Ziya Paşa’nın vecizesiyle: ‘Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz’). Öteyandan Müslüman olan halkın köylerin yakılıp yıkılmasıyla yerlerinden edilmesini yine Müslüman olduğunu iddia edenler tarafından nasıl olur da “meşrû” olarak görebildiğini sormak gerek. Yani ortaya  birçok teolojik sorunları içeren şeyler de (bunalımlar da) çıkacaktır. Zirâ kendisine iman edildiği söylenen ‘Tanrı’ ya o şey hakkında bir beyanda bulunmamış olacak ya da o şey hakkında hem öyle olan hem de öyle olmayan olduğunu beyan edecektir ancak bu sorunların Teologlar tarafından ‘nazar-ı îtibara almaya değecek bir sorun olmadığı’ görülmüştür. Dinin devletin –dolayısıyla bütün siyasi yapıp etmelerin- dışında kalması gerektiği tezi, Türk siyasi dilin en mühim kabûlleri dayatması arsındadır. İnsan şunu da düşünmeden edemez: Şimdi ‘Kürtlerin aldatılmış-kandırılmış olduğu’ söylemek kesin apaçık doğru olacak da, bunca yıldır şiddete dayanan uygulamaların daha büyük manipüleye mâruz kalmadan sürdürülebilineceğinin söylenmesi mi yanlış olacaktır?!

Türk siyasi dilinin dayattığı anlamlara/uygulamalara karşı bizleri müdâfaa edebilecek, yanlışı doğrudan ayırabilecek hiçbir müessesâta sahip değiliz. Zirâ bu, entellektüel bir refleksle aşılabilecek bir problem değildir ve bu dilin ‘Kürt siyasalında’ olduğu gibi başka durumlarda işlemesini engeleyecebilecek herhangibi bir neden ortada yoktur.

Türk siyasi dilinin düzenini devam ettiren başka ve mühim bir unsur onun ciddi bir ilmi karşılaşmaya kalmaması, aslında buna da müsâade etmemesidir. Bu unsur, çevre olarak bir rol oynar. Zirâ insan doğruluğundan şüphelenmediği, sıdkından emin olduğu şeyleri daha büyük şevkle yapmak ister. Bütün ciddi ilmi tenkidler ya uçlara doğru itilir(merkeze karşı belirli mesafede duranların icrâ ettiği, sahiblendiği tenkidler olur) ya da bu dilin hedefine ulaştıktan sonra-durumlar olup bittikten sonra- yani “zararsızlaştıktan” sonra ortaya çıkmasına “müsâade” edilir ( ya da bazılarının aklına geliverir)***. Bu anlamda Türkiye’deki en ciddi ilmi çalışmalar ve buna bağlı tenkidler, doğaları gereği ilmi üstün tutukları ve onu belirli bir menfaate feda etmedikleri sürece bu dilin dışında ve uzağında kalırlar. [Tabiî ki burada bu dilin dışında ve uzağında kalan herşey değil, belirli şartları yerine getiren kastedilmekte.]

Türk siyasi dili kurulurken iki aslî unsura, temele dayanmıştı: ‘Türkler’ ve ‘Kürtler’ fakat çok geçmeden bu unsurlar rafine bir şekilde kapı dışı edildi. Bu bakımdan sadece “Kürtçe” sözdiziminde değil, aynı olmamakla birlikte “Türkçe” sözdiziminde de başka sorunlar çıktı ve şimdi bunların birbirleriyle kırdırılmasıyla bir dilin üstesinden gelemeyeceği daha fecî sorunlar bulunmakta. Peki “Türkler” ve “Kürtler” dışarda ise içerde ‘kim’ var?! Zaten bu çözülebilse, ana problemlerin mühim noktaları çözülebilinir, Türk siyasi dilinin bağlantıları da bedîhî bir sarahatte gösterilebilinirdi.

......................................................................................................................

* Konumlamanın çelişik bir durumda olması bizatihi kötü değildir; nasıl ki sermeyenin yanında yer alan ile yer almayan yer almak bakımından  aynı olmayıp Marksizm’de ayrılıyor ise, iman eden ile iman etmeyen nasıl ki bir olmayacak ise bu konumlamanın ara durum alması belirli durumlar içinde mümkün olmaz fakat burada Türk siyasi dilinin ortaya koymuş olduğu şekliyle durum başkadır. Zirâ kürt olan biri zorunlu olarak devletin karşısında olması gerekmediği gibi yanında olması da zorunlu olarak gerekli değildir. Ayrıca Türk siyasi dili bu söylemini varlığa tahakkuk eden sarih bir formda göstermez.

** Benzeri problemler bizi tekrar siyaset felsefesinin klasik problemlerine götürür. Devlet, haddi hesabı olmayan olamayacağına göre onun haddinin ne olduğu hele hele şimdi daha fazla hayati bir rol oynamaktadır. Zirâ devlet, artık klasik fonksiyonlarının ötesinde insanların en mahrem taraflarına kadar uzanmaya yeltenmiştir.  

*** Ne hikmettir ki; siyasal gerginlikler tırmanışa geçince Kürtlerin ‘Yahudilik ile nesebsel münasebetine dair’     (“Kürt Yahudiler” adlı vb..) şeyler yazılıp çizilmiştir.

Bu yazı toplam 6353 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Servet Kızılay Arşivi