Kürtler Sultanı
Kendisi için 'Şu kürei arzda ellerini öpmekten mutluluk duyacağım yegane insandır’* denir. Herkes birilerinin elini öpmek ister diye bir sonuç çıkarmaya kalkışmayın hemen. İlle de birilerinin eli öpülecekse ben falankesin ellerini diye bir tepki veriliyor değil. Ama alevi dedesi, pir, bilge, mamoste veya tek gözlü olduğu için de değil. İnce Memed'i için belki değer diye düşünüyorum şahsen. Hatta Fiiler Sultanı için belki daha fazlası. Ama galiba övgüyü yapan kişi,-hatta buna övgü denmeyebilir bile-burada ellerini öptüğü kişiyi duruşundan dolayı öpmek koklamak istemektedir.
Koklasanız artık doktor tavsiyesiyle bıraktığı için anason da kokmayacağı için salt ağaç, toprak, deniz, yosun, kabuk, bilumum dikenli ve işe yaramaz bitkiler ve ama en çok ta bir çeltik işçisinin teri koktuğunu fark edersiniz. Evet Kemal, padişahlık özlemiyle yanıp tutuşan bir gazetede işe başladığından ilk röportajları, gezi yazıları falan o tepeden bakmacı (tepeden bakmayan kaç kişi varsa artık içimizde) seçkinci, birlikçi ilerlemeci ve çok miktarda contacı bir entelijansı temsil edenler gibi falan yerde yedi mehmet toplanıp birlikte 'tanrımıza hamdolsun' seansı yapmışları da afişe etmiştir kendince ama sonradan değişmiştir bence. Onu türkçe edebiyatta yükselten de bunun farkına varmasıdır.
Dediğim zamanla aşmıştır bunları ve İtalyan sineması kadar değil belki ama yeterince realisttir Anadolu'dan bahsederken. Politik söylemleri ve Avrupa gazetelerine verdiği demeçlerle ilgili olarak hem eğilimlerim hem teknik yetersizliklerimden dolayı söz etmeyeceğim. Ama turnayı gözünden vurduğu da olmuştur.
Aslında iflah olmaz bir çıban olduğunu düşünenlere hak vermek lazım! Bedendeki rahatsızlığı ve ‘tüyü bitmiş yetimim hakkını yiyenlerin’ biriktirdiği ekstra yağa işaret eder!
O bir dağ çiçeğidir, sık ağaçlıklı tropikal bir ormanda sağa sola çarparak yalpalayan, yaralanan bir deli attır. Sabah namazını Dımeşk’teki Ümeyye camiinde, öğlen namazını ikindiyle cem ederek bir Süryani kilisesinde, akşam namazını Et Balık caminde, yatsıyı Pülümür'deki bir cem evinde halay eşliğinde kılan Fuko menem bir şeydir. Otuz üç kaçakçı olarak ölenlerden biri odur. Beyoğlu'nda kasten çıkarılan bir yangın sonrası canını zorla kurtararak daha önce kardeşlerinin gitmediği Barcelona'ya immigrant olarak giden de. Lakin sonradan kendisine mülteci olarak lacivert dışı bir pasaport hediye etmişlerdir.
O pasaportla yedi düvelde seyrüsefere daldığı şayialarına hiçbir zaman cevap vermemiştir. Biz kendisiyle Fizan'da karşılaştık ama bu bir teşekkür ve selamlama yazısı değil. Fizan demişken Patagonya benzeri bir ütopyadan bahsettiğimiz sanılmasın. Fizan diye bir yer gerçekten de var. Cezayir, Tunus ve Libya sınırlarında bir bölge. Osman ailesi döneminde sürgün yeriymiş ya. Eyalet hani. Unutmadan, evet Patagonya diye bir yer yok demiştik. Orası nowhere!
Ama bir süreliğine aynı çadırda konaklama imkânı bulduğumuz bu bedevi tüccar Marmara adasından getirttiğini iddia ettiği incileri bölgeyi ziyarete gelen turistlere satma telaşındaydı. Sonra aslında bu adamın bedevi olmadığı, daha güneyde sakin Tuareglerden olduğunu duyduk. Oysa bakışlarında tam da bir bedevinin delip geçen, korku salan, kendi gözlerinizin derinliğinde kıvılcımlar saçtıran bakışı duruyordu. Orada karşımda duran adamın çehresinde doğunun ortasındaki tüm kıvrımlar, yaş çizgileri, yorgunluklar, kavgalar, acılar ve ille de hüzün asılı kalmıştı. Astral bir seyahate yelken açıyormuşçasına saniyeden daha uzun bir sürede Hasankeyf'ten Aspendos'a tüm yeraltı yerüstü medeniyetlerin, ellili, altmışlı, yetmişli ve iki bin otuzlu yılların Türkiyesinin tekmil hikâyesi vardı.
Gönüllerin Nobel ödülünü almış yazar keşke Orhan'a verilenini de alsaydı diyesim geldi. Çünkü böyükçe bir otoritenin kendisine verdiği ödüle 'Yok ben almiim, evde çok var, ben bu tür ödüllere tenezzül etmem diyeceğini sanırken aklıma değişken Anadolu köylüsünün tilki kurnazlığı geldi görmezlikten geldim.
*ne mutlağım ne de muğlak, ekşisözlük yazarı. Na ithaf.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.