Malta Kapısından Harlem’e girmek
İstanbul’a gelmeden önce Türkiye ve dev metropol hakkında İstanbul’da yaşayanların yüzde doksan dokuz nokta doksanından çok daha fazla bilgi sahibiydi. Ama işini her şeyin fevkinde görmesine rağmen işle eğlenceyi, farklı kültürleri tanımayı, günlük hayata karışmayı ve önemli bir konumda değil de hometown citizen Amerikalılar gibi gündelik hayata karışmayı da çok sever karakterdeydi. Zaten yaptığı işi Türkler casusluk gibi görse de o yapmakta olduğu diplomatik görevin ve dünyayı kurtaran ırktan olmanın tüm kibrine sahip übermansch bir bünyeydi. Veya buna öykünen biriydi.
Tekmil diplomatik ve politik ve kimliğinden sıyrılma isteğiyle Malta kapısından içeri girdi ve cami avlusunda gezinerek arka avluyu baştan sona gezindi. Şubat ayında olunmasına rağmen avlunun beyaz mermerlerine yansıyan güneş bir an kendisini İspanya sahillerinde güneşlendiği önceki görev yerinde hissetmesine neden oluyordu. Avlunun diğer ucuna doğru ilerlerken sağ taraftaki türbe kapısından içeri girmeyi düşündü bir an, sonra vazgeçerek karşıdaki kapıdan avlu dışına çıktı. Sağlı sollu iskemlelerde oturmuş çok sayıda gruplar vardı ve çoğu gençlerden oluşuyordu. Boş masalardan birine usulca oturdu. Oturur oturmaz önüne konan bardağın gelmesine şaşırmadan çayını yudumlamaya başladı. Tam arkasındaki masada yapılan hararetli tartışmaya kaptırdı kendisini.
-O sıfatsız Tamer Genç’i dinlerken kulaklarıma inanamadım üstat! Yok dedim kendi kendime sana hiçbir şey demiyorum. Sen delikanlı adamsın oğlum. Ama sana oy verenlerin akıllarından zoru mu var? Böyle solculuk mu olur? Aksaray kerhanecisi züppe!
Tarık’ın bu söylediklerini çok iyi dinlemesine rağmen Akif Bey farklı bir noktadan konuya girdi:
-Bu ne lahana bu ne retorik Tanerciğim! Siz hem parlamenter demokrasiye inandığınızı söyleyeceksiniz, hem de temsilcilerin ifadelerinden gocunacaksınız. Her şey biraz da demokrasiyi içselleştirmekle ilgili değil mi? Oy verdiklerinizin temsil gücüne dikkat ediniz. Neden ve hangi saiklarla oy verdiniz? Veya oy verdiniz mi? Toplumsal talepler ancak parlamenter demokrasiyle çözülüre inanıyorsanız bırakın seçtikleriniz sizleri temsil etsin. Bunlar başlarındaki o Kasımpaşalı olmasa Türk parasıyla beş kuruş etmeyen devşirmelerdir. Vaktiyle bu iskemlelerde senin oturduğun gibi karşıma dikilerek: ‘Bunlar kötekten başkasıyla adam olacak tipler değil’ diyen Recep Hancıoğlu da sizin gibi kimlik bunalımları yaşayarak kavram kargaşası dehlizlerinde boğulurken şimdi size ifade ettiklerimi ona da söylemiştim. ‘Ama bunlar solcuysa ben sağcıyım, bunlar İslamcıysa ben bu dinden istifa ediyorum’ yollu sözler ediyordu. Kendi kimliklerini yaşayamayanlar ancak sanal ülkelerin yurttaşları olabilirler. Recep Hancıoğlu şu an payitahtta ihale koşturuyor. Nüfuz yararlanıcılığı yapıyor.
Edebiyat Fakültesi öğrencisi Murat araya girdi:
-Bu meselenin arka planına bakılmalı diye düşünüyorum. Tanzimat’tan beri bu ülke aydını Batı’ya karşı hep kompleksli oldu. Aslında bu bir aşağılık kompleksiydi. Rus Çarı Petro’dan tutun Çinlilerden koparak Batılılaşmaya çalışan Japonlara ve güya jeopolitik konumundan dolayı Batı’ya en yakın bulunan biz bile hiçbir zaman bırakın bu kompleksi yenmeyi bunun bir kompleks olduğunu teşhise dahi yanaşmadık. Oysa Fransızca veya İngilizce bilmediğimiz için absürt nedenlerle primitif bir Batı düşmanlığı yapmaktayız. Yabancı dile düşmanlık besliyoruz ama kendi dilimizi konuşmayı bile bilmiyoruz. Ben şahsen son yıllarda yükselen yeni dalga ulusalcılığı bile bir tür bu komplekslerin dışavurumu olarak görüyorum. Kendi dinamiklerine güvenen insanlarımızın artması cahil, kendi gücünün farkında olmayan, kendinleşemeyen, kendisi dışındaki fraksiyonları ihanetle suçlayan yeni yetme nevzuhur bir kompleks olarak kabul edilmelidir diye düşünüyorum. Aslında oldukça yüksek bir dünya görüşü algısı olan insanlarımız var ve bence şu an itibariyle bu ülke iki asır sonrasında ilk kez atağa geçmiştir. İlginç olan da nedir biliyor musunuz? Bunun farkında olan çok az insanımız var. Bizim dışımızda her ülke bunun farkında Doğu dünyası desen farkında Batı ve Atlantik ötesi Batı farkında. Bir tek …
Aslında konuşmanın sonunu bekleyerek en akılda kalıcı vurguyu yapmayı düşünen ama bir an tartışmaya kapılan Hüseyin girdi araya:
-Özgürlük ve adalet bir ihsan değildir. Özgürlük talep edenler buna muhtaç olduklarını değil bunu hak ettiklerini hissettirmelidir rakiplerine. Sus paylarına razı olanlar ancak havladıkları zaman önlerine atılan bir kemikten dolayı havlamayı kesen köpekler kadar onur sahibidirler. Nasıl örtünmekten tutun nasıl açılmaya kadar, tarihin kaydettiği her ne düşünce varsa ve her ne yolla ifade diliyorsa bunu ancak haklı taleplerini seslerini yükselterek ama tüm taleplerini dile getirmekten sakınmadan yaparak kazanacağını bilenler elde ederler! Her ne özgürlük talep eden varsa tümü işte! Malcolm X’in Amerikan Siyahlarının haklarını pasifistlikle kazandırdığını mı zannediyoruz misal? Belki Malcolm Siyah Toplumunun haklarına tecavüz edile edile brer psikiyatrik vaka haline gelmiş, ruhsal durumu bozulmuş hastalarından alıyordu ilhamını. Eğer bugün Siyah Toplumu Amerika kıtasında görece bir özgürlük kazanmışsa buna neden özgürlükleri ihsan olarak görmeyen ve uğruna bedel ödemeye hazır iradeye sahip sözcüleri olmasıdır. Hem önüne atılan kemiği ihsan gören temsilciyi ben ne yapayım?
Bu marjinal görüşlerin biraz da coşkunlukla dile getirilmesinden sonra kimse konuşmak istemedi artık. Hüseyin’in sözlerini bitirmesiyle gözler yeniden garsona çevrildi. Birer çay daha getirilmesi istendi garsondan. Bu istek sadece üç dört kişinin birlikte kahvehane tarafına bakmasıyla dile getirilmişti.
Diplomatik görevli gündelik yaşama katılamamasına mı üzülsündü yoksa şu İstanbulluların kendi ülkesinin toplumsal taleplerinden bile dem vuracak bilgilere nereden eriştiklerini düşünememesine mi karar veremedi. Keşke resmi bir baloda olsaydım da şu Siyahlar ve Malcolm ile ilgili birkaç kelime de ben etseydim diye geçirdi içinden. Nitekim kendisi de bir siyahtı. Hayretini arttıran bir etken de farklı rengini etraftaki hiç kimsenin nazar-ı dikkate almamasıydı. Aksaray camileri önünde dilenen ırkdaşlarına henüz rastlamamıştı. Ve biraz sonra arkasındaki masada oturanlardan Akif Beyin ayrılmasıyla bu kez magazin konusuna geçileceğini bilmeden ayağa kalktı, kahvehaneye giderek hesabı ödedi ve otoparka bıraktığı arabasına atlayarak İstiklal Caddesi’ne gitmek üzere yola koyuldu. ‘Bakalım Fifth Avenue’den daha canlı dedikleri kadar var mıymış şu İstiklal Caddesi’ diye geçirdi içinden.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.