Gerçek sorun, gerçekleri göremememizden kaynaklanıyor
Doğruların yanında kendi yanlışlarımı keşfettim çoğunlukla. Örneğin, beni üzen gerçek sorunun, gerçekleri göremememden kaynaklandığını… İnsanları, asıl hâlleriyle değil de olmalarını istediğim gibi gördüğümü ve bu yüzden çok yıprandığımı…
‘Keşfetmek’ deyince aklımıza hemen büyük keşifler gelir. Hani yüzyıllar öncesinde Kristof Colomb’un bugünkü Amerika’yı keşfetmesi gibi. Yeryüzündeki tüm kıtalar keşfedilmiş olduğu için bu anlamda yapacak pek bir şey kalmamış olduğunu savunuruz. Keşif kitabının, sayfaları kapatılıp tozlu raflara kaldırıldığını ve ancak tarih derslerinde okutulmak üzere oradan alınıp tekrar açıldığını... Nedense böyle bir fikre kapılırız hep…
Düşünüyorum da; insan için keşfetmenin sonu, son durağı var mıdır? Doğumdan ölüme kadar süren hayat serüvenimizde, aslında hepimiz birer kâşif değil miyiz hayatı yeniden keşfedecek olan? Algılarımız bunun için hizmet etmiyor mu bizlere? Neden bizler ellerini gözlerine, kulaklarına ve ağzına tıkayan o sembolik maymunu taklit eder gibiyiz? Niçin yaşantımızı yeni keşiflerle renklendirmiyoruz?
Biliyor musunuz; ben büyük keşifler yaptım bugün! Hayır, kıyıda köşede kalmış yeni bir kıtaya adımımı atmadım elbette. Daha mütevazı bir şey... Nasıl desem? Alışılagelmiş keşif alanı sınırlarını küçülterek, kendimle ilgili keşiflerde bulundum ve şayet onları sizlerle paylaşırsam belki faydası olabilir umudunu taşıyorum…
Gergin günlerimden birisiydi bugün, son günlerde sıkça yaşamakta olduğum gibi. Sabahın köründen beri kötüydüm. Hatta daha da geriye gidersek, dün geceden beri! Ne hikmetse gecenin bir vakti ansızın uykumdan uyanmış ve bir daha doğru düzgün uyuyamamıştım. Keyifsizdim, olumsuzdum, suratsızdım... Her şeyin de ötesinde, empati duygumun sesi sonuna kadar kısılmış olduğu için biraz da kırıcı ve vicdansızdım…
İşte böylesine kara bir günde, sevenlerimin dahi bana hoşgörüde bulunurken dişlerini sıkmaya başladıklarını fark edince. ‘Hadi bakalım Melda Hanım, iş başa düştü. Ne yapıp edip, kurtulmalıyım bu zalim ruh hâlinden!’ kararını verdim kendi kendime…
Öyle dedim demesine fakat bunun için tam olarak ne yapacağımı bilmiyordum. Nasıl olup da kendimle başa çıkabileceğimi… Sonra aklıma şahane bir fikir geldi birden. İstanbul’un en gözde muhitlerinden birine gitmeyi ve orada oyalanmayı düşündüm. Hatta amacıma ulaşmak için atladım arabaya, bastım gaza… Ama!
Ama öyle bir trafik vardı ki gideceğim istikamette, bırakın negatif enerjimi boşaltıp stres atmayı, kısa süre içinde sinir katsayım karesiyle çarpıldı! Sağlam bir ‘u’ dönüşü yaptıktan sonra en yakın dönemeçten, gerisin geri yola çıktığım noktaya döndüm. ‘Eee, şimdi ne yapacaktım peki?’
‘Buldum!’ diye düşündüm; ‘Karşı yakaya geçsem?’ Ardından ‘Yok, canım. Boğaz köprüsünün trafiği daha da kalabalıktır’ diye muhalif bir ses geldi içimden.
‘Ya Bebek, Ortaköy? Bu güzel havada fena olmaz mı yani?’ ‘Yapma Melda!’ dedi o muhalif ses yine. ‘Sen bu saatte o trafiğe gir bakalım; bir daha kaçta çıkacaksın...’
‘Aaa! Oraya gitme şu var; buraya gitme mahvolursun. Üzümün çöpü, armudun sapı misali! Ne yapacağım ben şimdi?’ diye dönüp dolanırken, içimdeki bütün sesleri susturarak bastım gittim Eminönü’ne. Bana faydası mı yoksa zararı mı olduğunu henüz keşfedemediğim o ‘demir yığınını’ bir kenara bıraktıktan sonra daldım kalabalığın içine. Baktım insanlar iskeleye doğru koşturuyor ben de onlarla birlikte koşturarak bindim önüme çıkan ilk vapura. Hemencecik girişteki denize bakan banklara oturduktan sonra seyre daldım denizin maviliğini, güzelliğini… Vapur hareket aldıktan sonra tam da dalıp gitmişken derinliklere, istikametimize ters yönden esen rüzgârın etkisiyle ‘foşş’ diye deniz suyu vurmasın mı yanımda oturan yolcularla birlikte üstümüze! Önce ‘Eyvah ıslandık!’ gibisinden birbirimize bakakaldık, sonra da aynı anda kahkahalara boğulduk…
‘Oh be dünya varmış!’ kelimeleri süzüldü dudaklarımdan, hiç hesapta olmadan. Meğer büyüklerimiz boşu boşuna dememişler ‘Git bir deniz havası al, açılırsın.’ diye! İnanır mısınız yolculuk boyunca sanki içimdeki bütün sıkıntılar, üzüntüler suyun içine akıp gitti ve onların vedalarının ardından zihnimde boşalan bölgelere yeni keşifler doğdu…
Doğruların yanında kendi yanlışlarımı keşfettim çoğunlukla. Örneğin beni üzen gerçek sorunun, gerçekleri göremememden kaynaklandığını… İnsanları, asıl hâlleriyle değil de olmalarını istediğim gibi gördüğümü… Her insanın kırılma noktasının olabileceğini…
Ayrıca çalışmak, mücadele etmek kadar istirahat etmem ve ruhumu dinlendirecek uğraşlara zaman ayırmam gerektiğini de keşfetmiş bulunmaktayım bugün…
Vee her rüya gibi benim de mavi rüyamın sona ermesinin ardından otoparka geri döndüğümde, o günkü harcamama yakın bir ödeme yaptım yerinde duran araba için. Dedim ya bu demir yığınının bana faydası mı yoksa zararı mı olduğunu henüz ‘keşfedemedim’. İşte bir bunu keşfedemedim bugün!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.