‘Elmacıklar’ sizin mi?
Hayatım boyunca tanık olduğum en ilginç diyaloglardan biri yaşanıyordu yanı başımda ama ondan daha ilginç olanı konuşmayı gerçekleştiren kişilerin son derece rahat olmalarıydı...
‘Aaa! Nasıl yani?’
Evet, bu soruyu duyduğumda verdiğim ilk tepki aynen böyle oldu.
Duvardan duvara uzanan ve etrafı ışıklarla çevrili devasa büyüklükteki makyaj aynasının önündeydim.
Özel bir televizyon kanalı tarafından konuk olarak davet edildiğim televizyon programı öncesinde, yüzüme pudra sürülmesi için stüdyonun yakınındaki makyaj odasına yönlendirilmiştim, asistanlar eşliğinde.
İşittiğim ilginç sorunun, beni 5- 10 dakika geriye götürmesiyle, stüdyodan makyaj odasına doğru yürürken, aklımdan geçen düşünceleri hatırladım yeniden.
Yolun sonuna geldiğimde, nasıl bir ortamla karşılaşacağımı tahmin etmeye çalışmış, ‘Acaba sürprizle karşılaşır mıyım?’ diye sormuştum kendi kendime.
Odanın kapısı açıldığında ise suratım asılmış ve ‘Hiç yanılmamışım!’ diye geçirmiştim içimden.
İçi bayanlarla dolu bir makyaj odasında sıra beklemenin, insana sık sık sabır taşı modelini anımsattığını tecrübe edindiğim için yıllardan beri, fazla beklentiye girmeden, gözüme ilişen ilk boş sandalyeye bırakıvermiştim kendimi.
Televizyonun sesi, gereğinden fazla yüksekti ve tüm televizyon kanallarının makyaj odalarında olduğu gibi misafir olarak çağrıldığımız kanala kilitlenmişti televizyonun kumandası.
Gözler, ekrandaki bayanın makyajının üstündeydi.
Makyöz bir yandan paralelimde oturan sunucuya makyaj yapıyor diğer yandan da daha önce yayına hazırlamış olduğu ekrandaki bayanın yüz hatlarındaki kusurları nasıl giderdiğini anlatıyordu ballandıra ballandıra. İşte o esnada, zihnimi allak bullak eden kelimeler, ağzından dökülüverdi.
‘Elmacıklar’ sizin mi?
Önce makyözün sorusunun ne anlama geldiğini idrak edemediğim için kısa süreli bir şaşkınlık süreci yaşadım sonrasında da kendisine yönlendirilen soru karşısında mutluluktan ağzı kulaklarına varan sunucunun verdiği cevap ile bir kez daha afalladım.
‘Evet, elmacık kemiklerim original!’
O ana kadar konuşulanlarla fazla ilgilenmiyormuş, önümdeki makyaj malzemelerini inceliyormuş gibi görünsem de işittiğim son cümlenin ardından başımın gayriihtiyari olarak 90 derecelik açıyla onlara doğru yönelmesine engel olamadım.
Hayatım boyunca tanık olduğum en ilginç diyaloglardan biri yaşanıyordu yanı başımda ama ondan daha da ilginç olanı konuşan kişilerin son derece rahat olmalarıydı. Ne bileyim; sanki çarşı pazardaki domates biberin fiyatını değerlendiriyor gibiydiler!
Neyse, sunucunun alelacele stüdyoya çağrılmasının ardından makyözün önündeki koltuğa bu sefer ben oturtuldum ve akabinde de programa çıktım çıkmasına da kendimi bir türlü yayın akışına kanalize edemedim hatta programın bitiminden sonra dahi kafamda o ilginç diyaloğu kurdum durdum.
Merak ettiğim nokta şuydu; makyözün yönelttiği ‘Elmacıklar sizin mi?’ sorusuna, sunucu ya farklı bir cevap verseydi mesela ‘Hayır, original değil!’ deseydi ne olacaktı?
Kendisine ait olmayan dokuları, yüzünün her iki tarafında simetrik olarak taşıyan kişiye bakarken, yüzümdeki şaşkınlık ifadesini nasıl saklayacaktım? Mimiklerime nasıl mukayyet olacaktım? Gözlerimi ‘emanet elmacıklara’ odaklanmaktan nasıl alıkoyacaktım?
Ve de hepsinden de önemlisi karşımdaki insanın yüzüne yansıyan duygularının sahte olup olmadığını nasıl kavrayacaktım?
Uzun zamandan beri bu konu zihnimin bir köşesinde dolanıp dururken, son filminin Japonya’daki galasında estetik ameliyatlara karşı olduğunu ifade eden Julia Roberts’ın açıklaması çok şükür rahatlattı beni.
‘Yüzünüz, hikâyenizi anlatır. Hikâyeniz, doktor ofisinde yazılmamalı!’
Büyük konuşmanın, insanın hayatı boyunca yapacağı en büyük hatalardan biri olduğunun bilincinde olmakla birlikte Julia Roberts’ın açıklamasına dair yorumumu sizlerle paylaşacağım.
İnşallah ölene dek…
‘Estetik kaygısıyla’ asla estetik operasyon yaptırmayacağım yani hikâyemi doktor ofisinde yazdırmayacağım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.