Servet Kızılay

Servet Kızılay

Dilegetirmezliğin Politiği

Dilegetirmezliğin Politiği

 

Dilegelmeyen ile dilegetirilmeyen arasında bir fark vardır ve bu fark, lafızın meydana getirdiği ayrımla kolayca izah edilemez. Aralarına birinin etken diğerinin edilgen olması da izah için bize yeterince yardım etmez. Dilegelmeyen, dile getiremediği bişeyden; dilegetirilmeyen ise dile getirilmek istenmeyen birşeyden dolayı ayrılır gibiyse; dilegetirmezlik, maksad olarak da dile gelmeyenden ayrı olmalıdır. Filhakika dilegetirmezlik, bu ya da şu sebeblerle ifadeye dökmekten kendini alandır. Meselâ; ahlâkî ifade formlarında ferdin isteği gibi başkalarına hitâb etmemesinde yahut cemiyetin kabulle yanaşmadığı (küfür vb...) sözleri sarf etmemesinde vukû bulur ve bu anlamıyla müsbet bir rol oynar. İnsan kendisini belirli tehlikelere atacak durumda ifadeleri dile getirmez. Bu tehlike ictimâî olabildiği (cemiyetten tecrid) gibi, siyasî de olabilir. Siyasî olduğunda tehlikenin boyutu ciddi derecelere ulaşabilir, can emniyeti gibi. Dilegetirmezlik, tehlike herdâim ciddi büyük olduğu zamanlarda değil bazen küçük çaplı endişelerde; fikri şeylerde "yanlış anlaşılmak" gibi, bazen psikolojik faktörlerde ortaya çıkar.* Bu durumların hepsinde ortak olan şey, dilegetirmezliğin bu ya da şu şekilde içten ya da dıştan bir engellemeye maruz kalması fakat bilkuvve olarak istenildiği takdirde bilfiil hâle geçebilmesidir.

 Şayet dilegetirmezlik, bir tehlike tehdit karşısında gösterilen birşey olursa; O, politiğin dile getir(il)mezliği olur ve bu hâliyle belirli ölçüde 'câiz' addedilebilir fakat bizi burada alâkadar eden husus, bundan gayrı olarak dilegetirmezliğin yaptığı başka işlevlerdir. Yani; 'dilegetirmezliğin politiği'dir. Zira dilegetirmezlik sadece kelâmın sarf edilmemesiyle sınırlanmaz; onun ortaya çıkarmış olduğu izlenimler de mevcuttur. O, insanda 'gizem' 'efsun' vb...karekter olarak 'ciddi' 'Bilge' vb...izlenimler uyandırır. Tam da bu noktada asıl değinmek istediğimiz, fikrî hayattaki dilegetirmezliktir. Türkiye'deki entellektüel aydın akademisyen fikir erbâbı kişiler, umumiyetle bazı  "hakikatleri" dilegetirmeme, bunları yüksek sesle dillendirmeme temâyülü arz ederler fakat bu vaziyet, sanıldığı üzere "Hakikatlerin" halkın anlayamayacağı 'Burhanî' delillere dayanmasından kaynaklanmaz. Şayet öyle olmuş olsaydı ortaya başka bir tutarsızlık çıkacaktı. Zirâ Türkiye'deki fikir hayatı etrafında toplanmış kişilerin "hakikatleri" halk için beyan etme iddiaları vardır, onların nezdinde halktan saklanması gereken kutsal bir bilgi olmadığı gibi, deliller arasında merâtib de bulunmaz. O hâlde insan onların dilegetirmezliğinde yakın neden olarak "tehlike" unsurunu düşünür. Yakın neden olarak görülen bu şey, kısmen doğruluk taşır fakat yeterince doyurucu olmaktan uzaktır. Aksi takdirde fikri hayattaki bütün insanların ciddi bir tehdit altında, politik baskıya mâruz kaldıkları zuhûr ederdi. Onların dilegetirmezliklerinde fikrî endişeden kaynaklanan 'yanlış anlaşılmak' vb... ya da psikolojik unsurların büyük rol oynayamayacağı da açık olduğuna göre; zirâ bunlar daha tâlî olan şeylerdir, o hâlde geriye dilegetirmezliğin ortaya çıkarmış olduğu diğer işlevler kalır. Filhakika bu fikir erbabları öyle bilgilere sahib olduğunu öne sürerler ki; dilegetirdikleri an "kıyamet kopacaktır". Bundan dolayı bu bilgilerini diğer ilmi çevrelerden hatta en yakın fikir çevrelerden bile saklanması gereken bilgiler (deruni hikmetler) olarak vehm ederler. Bir noktadan sonra vaziyet adeta kendisinin bile artık bu şeyin (bilginin - hikmetin)  ne olduğunu bilmediği fakat buşeyin 'mutlaka ve muhakkak ifşa edilmemesi gereken birşey olduğu' iddiasını önesüren ve sayıklayan bir hastaya benzer. Başka bir cenâhtan bakıldığında fikir erbâblarının kahir ekseri, sanki tarihteki gizli mekteblere ve meşreblere intisab etmiş gibi görünür(!). Onların dilegetirmezliği değişik cenâhlardan yorumlanmaya açık olduğu kabul edilse bile dilegetirmezliğin kendisi onlara bir 'ayrıcalık'(gizem, efsun, bilgelik vb...) temin eder, insan çoğu zaman bu tür kimselerin "en derin sırlara vâkıf olduğu" zannına kapılır. Bundan dolayı dilegetirmezlik bir konum olarak kaldığı ve tatbik edildiği zaman ilmi olmaktan ziyade bir politik olur. İşte tenkid edilmesi gereken husus, herhangibi birşeyin dilegetirmezliği değil bilakis onun sistematik olarak ortaya çıkardığı ve ondan kesb edilen politiğidir.

V.Vygotsky '(Çocukta) dil ve düşünme'yi tahlil ettiği ve umûmîyetle Jean Piaget'in kuramına mâtûf tenkidleri kapsayan eserinde "içerden konuşma"nın** işleyiş düzeneğini ve yasalarını saptamaya ve açıklamaya çalışılır. Buna göre "İçerden konuşma"; insanın dile ünsiyetinin belirli bir noktaya gelmesinden sonra, sosyal cenâhından kademeli olarak içeriye dönüşün bir nişanesi olarak kelâmın giderek kısaltılması sûretinde cereyan eder. Bu, dışardan içeriye dönen sarmal dilsel-sosyal bir vetiredir. "İçerden konuşma"nın kendine ait bir nevi "sözdizimi" vardır ve bu bilhassa iletişimde açık olarak fark edilen bir kuraldır. Şöyle ki; insanlar arasında aynı iletişim düzeyinde olanlar -birbirleriyle hemhâl olanlar arasında- uzun bir cümleden bazen sadece fiilin-yüklemin söylenmesi bazen de buna bile gerek duyulmadan sadece bazı 'laflar'la meramın anlatılması, aktarılabilmesi ve sadece söz değil yazıda da bunun mümkün olabilmesi. Bu tür durumlarda daha az dile(sese)gereksinim hasıl olmakta ya da daha az kelâmla 'ne denmek istendiği' insanlar arasında açık olarak kavranılabilmektedir Yani herşeyi "dilegetirmeksizin" vukû bulan bir anlaşma söz konusudur fakat bizim burada tenkid ettiğimiz dilegetirmezlik, hem doğası bakımından hem maksadları bakımından bundan ayrılır. Doğası bakımından ayrılır, zirâ dilegetirilmeyen şeyin ya bütünü ya da parçası hakkında daha evvel mâlûmâta sahib olmamız gerekir, mukaddemâtını hiçbir sûrette bilemediğimiz birşeyden bir sonuç elde edemeyiz.  Birşeyin maksadlarını bilmek, o şeyin neden bu ya da şu şekilde yapıldığı hakkında nedeni sunar. Maksadları açısından da bakıldığında dilegetirmezliğin politiği; insanlar arasında belirli bir mevzû etrafında -iletişim içinde- zuhûr etmeyen, sözsüz iletişimi (lisan-ı hafî'yi) temin etmeye mâtûf olmayan şeyler gösterir. [Belki de bu "iletişimi" iktidarın yanında yeralmakla, söylemin düzenine mutâbık kalmayla gerçekleştirmek ister fakat bu maksad, burada sözünü ettiğimiz maksaddan başkadır.]  O hâlde dilegetirmezliğin münâsib düştüğü ve münâsib düşeceği durumları, dilegetirmezliğin politiğinden ayırmak îcâb eder. Ayrıca her "dilegetirmezliğ"in yukarıda zikredilen politiğe neden olmayacağı görülmesi gerekir.

Şayet suskunluk içinde bir konuşma(k) "câiz" olacak ise; bu ancak ve ancak hak'kı bâtıldan ayırmış, herşeyi yerli yerinde tanzim etmiş ve 'İyi' olanı maksad edinmiş olan, yeterince işitilmiş ve hıfzedilmiş bir konuşmadan (beyândan) sonra "câiz" olabilir. Bu anlamda Wittgenstein'ın "hakkında konuşulmayan üzerine susulur" sözü; hakkında yeteri kadar bildiğimiz ve mutmain olduğumuz birşeyi, suskunluk içinde dinlemek anlamına gelecektir.

..........................................................................................................................

* Bu sayılan durumlar onun sahib olduğu bütün durumlar değildir elbet.

** "İçerden konuşma" hakkında daha geniş değinilmesi, onun yapısal ve işlevsel cenâhları gösterilmesi ayrıca onun "sözdizimi"nin boyutları da ele alınması gerekir fakat bunları başka bir yazının mevzûsu yapmak daha münâsibtir.

Bu yazı toplam 3038 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Servet Kızılay Arşivi