ADEMİN SEVGİSİ SOYUNUN AŞKI
Ben insanım ve insana muhtaçlığım künyemde yazılı; değil mi ki insan ve ünsiyet kelimeleri aynı kökten geliyor. Ünsiyet, benim gibi olan diğerleriyle bağ kurmam demek. Ve ben buna yazgılıyım; insanlara ihtiyaç duymam bir tercih değil sadece, bir "varoluşsal mecburiyet". Mecburum diğerlerinin beni sevmesine, beni onaylamasına, bana saygı duymasına, beni anlamasına; mecburum diğer insanları anlamaya, kabul etmeye, onaylamaya. Sevmez ve sevilmezsem tartışılır insanlığım; ne yazık ki başka bir şey de olamam. Çünkü ben, olmam gerekeni olamadıktan sonra pek bir şey olamayan bir varlığım. İnsanım ve insanlığımdan kaynaklı yaralarımı diğer insanlarla sarabilirim ancak.
Ademle yazgım aynı. Yalnızlığımı telafi için diğer bir insana muhtacım. Sadece insan olması da yetmez diğerinin; karşı cinsten olması gerekir. Çünkü Adem'e dar geldi cennet Havva olmadan; Havva var olabilmek için Adem'le bir olmalıydı. Ben insanım ve erkeğim/kadınım; yani ben yalnızım ve bir kadına/erkeğe muhtacım. Bu benim acziyetim; ama acziyetime vereceğim tepki beni eşrefi mahlukat(yaratılmışların en şereflisi, üstünü) yapabilecek. Havva olmadan mutlu olamadı Adem; ki bulunduğu yer cennetti. Yasak meyveyi yediğinde Havva'yı kaybetti; çünkü Havva'yı kaybetmesi ona verilebilecek en büyük cezaydı. Cezasının sona erdiğini Havva'yı bulduğunda anlamıştı. Ben insanım, Adem/Havva'yım, yalnızım, mahkumum; ama en şereflisiyim tüm yaratılmışların.
Adem'ken cennette ve bilmeden Havvanın var olabileceğini onu arzu etmişti Adem; adını koymadan o duygunun kendisini yaşamıştı. Arzu halindeydi, özlem doluydu; adını bilmiyordu tam olarak hissettiği şeyin. Ona kelimeler öğretilince yaşadığı duyguya "sevgi" dedi. Yaşadığı şey sevgi olunca onun da adı değişmişti. O artık bir "seven"di. Sevgi ne güçlü bir kelimeydi ki ona yeni bir isim veriyordu. O, sevgiyi tatmadan önceki Adem değildi artık.
Adem'in sevgisi, eksikliğinden kaynaklanıyordu ve şaşılası bir şekilde onu yücelten bir şeydi. Tamam olabilmesi için Adem Havva'ya ihtiyaç duymuştu. Havva da ancak Adem'le var olabilirdi. Sevgi birinden ötekine uzanan, ikisini de tamamlayan mayaydı. Adem Havva'da Havva Adem'de diğer yanlarını görüyorlardı; kendilerini görüyorlardı birbirlerinde. Sırt sırta veriyorlardı, yalnızlık denilen "insani varoluş kıskacı"ndan kurtulabilmek için. Sevgileri, özlerinde var olan insanlıklarını ortaya çıkartıyordu; özleri gürleşiyordu birbirlerini sevdikçe.
Sevgiden kasıt kendini ötekine yönlendiren duyguydu daha çok. Sevmek dendiğinde sevilmek gelmiyordu aklına hemencecik Adem'in. Sevgi etken bir eylemdi onun için. Seven insan eyleyen insandı, sadece bekleyen değil. Sevgi için emek gerekiyordu, vermek gerekiyordu, çaba gerekiyordu. Evet sevilmek bir sonuç olabilirdi muhakkak; ama sevmek bir gereklilikti.
Sevgi en bereketlisiydi tüm duyguların. Kendi pınarından akmaya başlayan, geçtiği tüm yollarda yaşam oluşturan bir nehirdi. Kendinde ortaya çıkan, karşıya yönelen, karşıda kendini üreten, üretileni kendine döndüren, hayatı döndüren bir şeydi sevgi. Sevgi var eden bir şeydi; yok eden, tüketen değil.
Sevgi Adem'e üflenen ruhun bir yansımasıydı nihayet...
Adem yeryüzüne indi ve yayıldı, çoğaldı; özü Adem olan sayısız insan geldi dünyaya. Sayısız insan, sayısız yalnızlık, sayısız ünsiyet, sayısız insanlık, sayısız sevgi, sayısız seven demekti. Sonrakiler öncekilerden öğrenmeye başladılar artık sevgiyi ve sevmeyi. Her öğrenme öğrenen ve öğretenin eksikliğini de taşıyordu içinde. Adem ve Havva unutulmuştu artık. İnsanlığın ve sevginin özü unutulmuştu. Sevgiyi çağrıştıran yeni kelimeler türetilmişti; aşk, aşık, maşuk gibi.
Aşk: yakıcı ve yıkıcı sevgi...
Sonrakiler, önce "aşk" ve "aşık" kelimelerini öğrenerek büyüyorlardı artık; oysa Adem sevgiyi yaşamıştı ve seven olmuştu ilk önce, sonra isimlendirmişti yaşadığını ve kendini. Artık insanlar aşk kelimesini duymasalar, ömür boyu aşık olamayacak hale gelmişlerdi. Biteviye tekrardı artık aşk. Elde edilmesi gereken bir şey, bir yağma malı, bir rekabet unsuru. Artık sevgi diye hayatın her anında aşk vardı; ama olgunlaştırmıyordu hiçbir aşk aşık ve maşukunu...
Zaman geldi insanlar hayatın merkezine kendilerini koydular; her şey işlerine yaradığı oranda kıymetliydi artık. Bu bencillik demekti, bu tüketmek demekti, bu tecavüz demekti. Her şey bir meta, alınıp satılabilen bir pazar malıydı. Her şey "elde edilebilir"di. Bu anlamda çok "işlevsel"di aşk. Yalnızlık gidericiydi her şeyden önce. Tek başınalık zindanından kurtulmak için, sevginin mukallidi idi. Ama tüm taklitlerde olduğu gibi asıl olanın özü yoktu onda. Yöntemler üretildi, formüller bulundu, kitaplar yazıldı aşkı "ele geçirmek", maşuku "tavlamak" için. Dönem formüller dönemiydi çünkü.
Adem'in soyu sevgiyi bedenin arzusu yaptı artık; bedeni yatışınca kendini boşlukta bulur oldu insanlar. Yakışıklı ve güzel, peşinde koşulanlar oldu. Biri bitince öteki hedef oldu. Çünkü Adem'in sevgisi üretkendi, soyunun sevgisi tüketken/tüketici. Adem severek var oluyor ve var ediyordu, soyu ise aşık olarak yok ediyor ve yok oluyor.
Adem emek veriyordu sevgisi için. Bu onu sürekli yaratıcı kılıyordu. Sevgi bir durak değildi onun için, bir yoldu. Soyu ise, yolu olmadığı için "yürütemiyor" artık aşkını.
Adem için sevmekti aslolan; soyu sevilmeyi merkezine aldı. Adem sevecek bir şey istedi kendisini var edenden; soyu sevil(e)mediği için saldırganlaştı.
Sevgi...
Adem'den soyuna aktarılan bereketli toprak; bekliyor dikenliklerinden temizlenmeyi tüm insanlıktan...
Mavi Nokta Psikolojik Danışma Merkezi
www.yusufbayalan.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.