Sevilen Kişinin Kaybı Ve Çocuklarımız
Yakın ve sevilen kişinin kaybı; yaşamın dengesini alt üst eden vurucu bir güçtür. Yumuşak karnımıza atılan bir bıçak darbesi, belki de ömür boyu yaşanacak bir kanama olarak devam edecektir.
Ana ya da babamızı yitirmekle çocukluğumuz biter; çocuğumuzdan uzun yaşamak ise, geleceğimizi noktalar. Belki de bu yüzden; yaşamaktan korktuğumuz ölüm acısını konuşmaktan da korkarız. Bu; bizi suskunluğa ve acının üstünü kalın, kara örtülerle örtmeye götürür. Bizim eve yani bizim yüreğimize uğramayacağını sandığımız ölüm, acı şakalar yapar hep: Bizi hazırlıksız yakalar. Eskilerin dediği gibi, bütün ölümler zamanından önce gelir.
Ölümün ardından yaşadıklarımız sadece kendimizle ilintili değildir. Acı kaybımızı “geride kalanlarla” yaşarız. Acıyı yaşama biçimimiz, “yaşayanlarla” ilişkimizi doğrudan etkiler. En yakınlarımız, kaybımızdan en çok etkilenenlerdir. Bunların arasında ise çocuklarımız ilk sıradadır.
Diğer bütün algıları gibi, çocukların ölümle ilgili algıları da yaş dönemlerinden etkilenir. Yaşamın ilk iki, üç yılında çocuklarda ölümle ilgili her hangi bir algı yoktur. Üç - beş yaşlarındaki çocukların ise, ölüm konusundaki kavrayışları farklılık gösterir: “Tamam, anladım. Annem öldü, ama artık geri gelsin, onu özledim.” Yakınını kaybeden çocuk, terkedilmişlik duygusunu yaşar ve güvensizliğin ilk tohumları da atılır. On yaşlarına kadar ölüm kavramının çocuktaki algısı, yetişkinlere göre anlamlı farklılıklar taşır. Ölen yakınları için kendilerini suçlayabilirler, ölenin onları cezalandırdığını düşünebilirler. Ölüm artık bilinmeyene duyulan bir korku halini almıştır ve dönüşü olmayan bir yolculuktur.
Ölümün konuk olduğu evlerde yaşayan çocuklar, yas döneminde aldıkları yaraları, yaşamlarının ileriki dönemlerine aktarabilirler. Bunu engellemek için; öncelikle en yakınlara bazı görevler düşer. Çocuğa yaklaşım biçimini belirleyecek en önemli etken kuşkusuz çocuğun yaşıdır. Bunun yanında ölenin çocuğa olan yakınlığı çok önemlidir. Anne, baba ya da kardeş kaybı, aileyi darmadağın edebilecek felaketlerdir. Bundan dolayı, her şeye rağmen aileyi ve çocuğu korumak adına ciddi önlemler alınmalıdır. Ailenin kayıplarının yarattığı acıyı “birlikte” yaşamaları çok önemlidir. Çocuk dışlanmadan bu acıya ortak olmalı, bunun yanında şiddetli dışavurumlardan ve hezeyanlarından uzak tutulmalıdır. Acısını ve düşüncelerini yansıtması için olanak tanınmalı, önleyici yapay yollara başvurulmamalıdır. Sakinleştirici ilaçlar, ölümü gizemli bir ülkeye yapılan ilginç seyahat gibi gösteren özendirici masallar ya da yas ritüelleri bitene kadar çocuğu başka bir yere gönderme gibi yanlışlıklardan kaçınılmalıdır.
Her hangi bir kararsızlık anında mutlaka bir psikologa danışılmalıdır. Ölümle ilgili gerçek çok geciktirilmeden ve en yakın kişi tarafından çocuğa bildirilmelidir. Çocuğun en yakını, acı duyduğunu saklamadan ama çocuğu korkutmadan ve alıştırarak acı haberi vermelidir. Çocuğun tepkisi beklediğinizden çok farklı olabilir. Çocuk, her şey yolundaymış gibi davranabilir. Size bencilce gelen sözler sarf edebilir. Yargı yapmaktan kaçının ve çocuğun dışa yansıtmasına imkân verin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.