Katille de empati kurarsak olacağı bu!

Katille de empati kurarsak olacağı bu!

Geçtiğimiz pazartesi akşamı (5 Eylül) Kanaltürk televizyonunda “Neşter” programına katıldıktan sonra o kadar çok elektronik posta ve cep telefonu mesajı geldi ki sizlerden. Teşekkür ve tebrik anlamında. Ben de bugün köşemden hepinize izlediğiniz ve desteklediğiniz için teşekkür etmek istedim.

Sayısını göz ardı edemeyeceğim kadar çok kişi, söz uçar yazı kalır misali, söylediklerimin yazılı olarak da kayda alınmasını rica etti. Sizleri kırabilir miyim hiç! Hemen minik notlar alıyorum bile.

Konu, medyanın aile yaşantıları ve insanın düşünme süreçleri üzerine etkisi var mıdır, şeklindeydi. Geçtiğimiz ay köşemde bir şaka programını eleştirmiştim, toplumsal düşünme süreçlerini olumsuz yönde etkiliyor diye. Ve genel olarak da medyanın aile kurumuna zarar vermeye başladığını söyleyip duruyorum malum. Üstelik kendim de insanlara zarar vermeden yayın yapmaya çalışan bir medyacı olduğum halde. Neşter programının konusu da köşe yazımdı anlayacağınız.

Öncelikle “Neşter” ekibine teşekkür etmek istiyorum. Bu önemli konuyu göz ardı etmedikleri ve ekrana taşıdıkları için.

Geçelim aklımızda kalması gerekenlere…

Aile kurumu, elimizde kalan en değerli varlığımızdır. Eğer ailelerimiz olmazsa başıboş kalırız. Kayboluruz! Kendimizi boşlukta hissederiz! En değerli hediyemizi, ailemizi, birilerinin hele hele de reiting uğruna programlar yapan insanların vicdanlarına terk edemeyiz.

Medyanın etkisi kaçınılmazdır. Çünkü insan beyninin doğal öğrenme süreci, bilinçdışımıza yüklenenlerin muntazaman aktive olmasına yardımcı olur. Şöyle ki; beyinde öğrenme nasıl gerçekleşir biliyor musunuz? İnsan canlısı, yeryüzüne geldiği andan itibaren, dış dünyasında hazır bilgi olarak bulunan her şeyi içine alır. Beyinde biriktirir. Biriktirilenler çevresel yaşam koşullarıyla birlikte kullanılmaya başlanır.

Demek oluyor ki, bilginin beyinde birikmesi, o bilginin mutlak kullanılacağı anlamına gelmez! Ancak uygun zaman ve zemin bulduğunda, bilinçdışına yüklenmiş hazır bilgi olarak harekete geçer! İşte düşüncesiz ve sakıncalı yayın yapan medyanın zararlı etkisi tam da bu noktada devreye giriyor. İnsanın öğrenme süreçlerinin aktive olmasını sağlayacak “çevresel yaşam koşulları”nı oluşturuyor!

Örnekle açıklayayım: Bir çocuk ekran başında saldırgan içerikli çizgi film izliyor diye saldırganlaşmaz! Burası çookk önemli sevgili okurlar aman dikkat! İzlediği saldırgan içerikli çizgi filmler “hazır bilgi” olarak bilinçdışına alınır. Sürekli benzer içerikte programlar izliyorsa bu hazır bilgi “biriktirilmeye” başlanır. Biriktirdiklerine benzer çevresel yaşam koşullarıyla karşılaşırsa, beynindeki torbasından çıkarır biriktirdiği yöntemlerini ve kullanmaya başlar. Yani babası annesini dövüyorsa, sokakta çocukları kavga ederlerken görüyorsa, gittiği markette insanların birbiriyle tartıştıklarına şahit oluyorsa, trafikte kazaları izliyor ardından gırtlak gırtlağa gelmiş şoför amcaları görüyorsa, halı silkeleme davasına annesiyle komşu teyzeyi kavga ederken görüyorsa…vs. çevresel koşulları yakalamış demektir.

Memlekette uygun koşul çok! Kaldı ki o çevresel koşullarda da medyanın parmağı yadsınamaz! Önceden sevgilisi kendisini bıraktı diye kimse kimseyi bu kadar sıklıkta öldürmezdi! Birileri yapıyor, ekranlara yansıyor, yapmaya cesareti olmayanlar yüreklenmeye başlıyor. Veya kişisel yaşam becerileri gelişmemiş insanlar, daha önceden beyinlerine yaptıkları yöntem kayıtlarından şiddet içerikli metotları tercih etmeye başlıyor. Eskiden evlilik sorunları çözümlenmeye çalışılırdı, şimdi romantik filmlerin etkisiyle kimse kimseyi çekmiyor, bir çırpıda ayrılıyor.

Tabii ki medya günah keçisi değil! Ama dolaylı olarak insanların bilinçdışlarındaki çevresel faktörler birimini etkiliyor ve bizler etkileniyoruz haberimiz yok. Kaldı ki bu şekilde etkilenmek, doğrudan etkilenmekten çookk daha tehlikeli. Pirincin içindeki beyaz taş gibi.

Lise ve sevgili cinayetlerinin ekranlarda artması, dizi filmler aracılığıyla “aşırı kıskanç ama çok seven kişi” imajının gereğinden fazla yerleştirilmesi sonrasında gençlerin bilinçdışlarına ne kaydedildi biliyor musunuz?

Çarpıcı bir örnekle açıklayayım; Geçtiğimiz birkaç yıldır gençlere danışmanlık hizmeti verirken şoke olmamak için mücadele veriyorum. Kaldı ki bir terapist olarak seanslarda şaşırmamam gerektiğini bildiğim halde!

Geçen yıla damgasını vuran meşhur bir cinayet davasından sonra bile, çalıştığım bazı genç kızlarda ortak bir dil gelişmişti: “Ama o kız da kim bilir ne yaptı! Çocuk kıskançmış demek ki… Ben sevgilimi kızdıracak bir şey yapmam ki Mehtap abla… o kız da hak etmiştir!”

“Nee!!! Nasıl yani!!! Kim neyi hak etmiştir!! Huu nerde yaşamaya başladınız siz? Lütfen dünyaya geri döner misiniz? Ayaklarınızı benimle aynı yeryüzüne basar mısınız??? Kim neyi hak ediyor! Hangi genç kız bu şekilde yok edilmeyi hak etmiş olabilir!!” diye insanın haykırası geliyor.

Bilmem anlatabildim mi?

Düşünce süreçlerinin bozulması bu demek! Kendi yaşındaki bir kızın zarar görmesinde, katledilmesinde, normal işleyen bir süreç mantığı üretiyor. Olması gerekendi oldu, diye bakabiliyor!

Niye? Çünkü biz dizi filmleri izlerken olayları vahşilerin gözlerinden de izliyoruz. Katille de empati kurarsak olacağı bu! Gidişat böyle olursa yandık! Yakında cinayet işleyene madalya takarız, çocuk pornosu yapanı haklı görürüz, yaşlı insanları darp edenleri alkışlarız!

Kim ne derse desin ben ekranlarda üst bir koruyucunun olmasından yanayım. Birileri kişisel çıkarları uğruna toplumun geneline zarar vermeyi umursamıyorsa, birilerinin de bu gidişe dur demesi gerekecek!

Psikolojik Danışman&Psikoterapist Mehtap Kayaoğlu - Haber 7

Bu yazı toplam 1161 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi