GENÇLİĞİN KORSANLARI
Gençlik bir defa geliyor ve geriye anılarını bırakarak elimizden kayıp gidiyor. Bugün gençliğini çarçur eden gençleri gördüğümde içim cız ediyor. İstemeden her insan gibi kendi gençliğimle kıyaslıyorum. Her zamanın kendine göre bir ruhu elbette var. Ama şimdiki zamanın ruhu, gençleri ne yazık ki zehirliyor.
Benim gençliğim seksenlerin sonlarına yetiştiğinde para ve pul koleksiyonları meşhurdu. Kitapları satın alamazdık, kütüphanelere üye olurduk. Bir kitabı kütüphaneden alıp okuduğunuzda, sizden önce kimlerinde alıp okuduğunu görürdünüz. İzleri ve okunmuşluğu görmek şevke getirirdi okuyan yeni kişiyi...
Şimdi bile kütüphanenin önünden geçerken içimi o günlerin duyguları kaplar. Evim nereden baksan orta boy bir kütüphaneyi andırsa da kütüphanelerin yeri bende her zaman farklıdır.
En büyük eğlencemiz, arkadaşların evlerinde kutladığı doğum günleriydi ve kendi elleriyle yaptıkları doğum günü pastası ve kısırdan oluşan menüyle bir araya gelmekti...
Derin bir nostalji rüzgarına sürüklenecek değilim. “Bizim gençliğimiz harikaydı; şimdikilere yazık oluyor!” gibi bir indirgemeci ajitasyon mantığı içinde de değilim. Ama bir gerçek var ki bugün gençlik hazinesi gençlerin elinden çalınıyor.
Gençlik bir hazinedir aslında... Bir ömür ihtiyacınız olanı cebinize doldurduğunuz bir hazine. Başka hiçbir dönemdeki seçimlerimiz, gençlikteki seçimlerimiz kadar hayatımızda belirleyici olmamıştır, olmayacaktır.
Bütün iyi ve kötü alışkanlıklar gençlikte kazanılır. Yaşam boyu bize eşlik edecek davranışlarımızın temellerini atarız gençlikte. Onlu yaşlarda başlanılan kötü bir alışkanlık, yirmili yaşlarda ciğerleri, otuzlu yaşlarda bedenin tümünü, ellili yaşlarda hayatın devamını tehdit eden bir karabasana dönüşür mesela.
Ya da iyi bir alışkanlık… Mesela düzenli bir uyku sistemimizin olması veya “hayır” diyebilme becerimizin gelişmesi birçok işte/alanda fark oluşturmamıza neden olur. Kurduğumuz arkadaşlıklar ya felaketimiz olur ya da sırtımızı güvenle dayayabileceğimiz bir sığınak.
Bugün herkesin ama özelilikle de gençlerin sınavı internetle. Ömrünü “facebook”larda istek göndererek, yorum yapıp fotoğraf beğenerek “ezen” önemli bir çoğunluk var. Sayılı günlerimiz olduğunu anladığımızda ise çoktan gelip geçmiş oluyor gençlik. El elde, baş başta uyanıveriyoruz ihtiyarlık sabahına...
Ne zaman ihtiyarlığın geldiğini anlayamadan, sırtımızdaki tohumları toprağa bırakmayıp çürütmüş olmamızın derin acısıyla baş başa kalıyoruz. Bir bir terk ediyor gençken yapabildiklerimiz, ihtiyarken yapamayacaklarımız.
Gençliğini benliğiyle veya karşı cins takıntısıyla kafayı bozmuş bir şekilde harcayanlar ise daha derin bir kuyuda buluyorlar kendilerini. “Herkes bana baksın” diye çabalayanlar, beğenmek-beğenilmek denkleminde gençliğini harcayanlar, şimdi fark edilmemenin gerçekliğiyle tanıştıklarında çaresizce kalıyorlar.
Futbolla, basketbolla yaşamını tıka basa doldurduğu için başkaca bir şeye yer bırakmamış olanlarsa dillerinin beyinlerinin iki üç kelime arasına sıkışmış olduğunu fark etmeden transferlerle, futbolcu maceralarıyla, gol olmuştu-olmamıştı tartışmalarıyla bir ömür “kombine seyirci” olarak kalıyorlar hayata. Gençlik gidip yerine yaşlılık gelene kadar, devekuşu misali, kafalarını stadyumlara ve futbol programlarına gömerek yaşıyorlar.
Sokaklarda vitrinlere bakarak gençliğini harcayanlar; sevgili üstüne sevgili yaparak bir nevi mesaj manyaklığıyla iki parmağı ucunda yaşayarak geceyi sabaha ekleyip milyar mesajla hayata tutunmaya çalışanlar; şarkılarda kaybolanlar ve daha niceleri…
Gençliğin korsanları işte bütün bu saydıklarım ve daha fazlası… Ağlarını atmış gençlik hazinesini yağmalamak için bekliyorlar. Çözüm mü? Çözüm fark etmekle başlıyor. Yaşamı ve gidişatı fark etmekle… Gidişatı değiştirebilmek, önce fark etmekle mümkün!
“Ben nereye gidiyorum ve bu dünyada yapmam gereken şey ne?” diye kendime sormadığım sürece, tek gözü olmayan korsanlarca değil ama benlikle, karşı cins takıntısıyla, uykuyla, internetle, şarkılarla, futbolla, hormonlu aşklarla, alışverişle modayla... Gençlik hazinem yağmalanacak. Sonrası ise ak düşmüş saçlar, ihmal edilmiş bir kalp, boş bırakılmış bir beyin, sömürülmüş bir beden ve sonsuz bir yalnızlık...
İç karartıcı olmadığımı umuyorum. Resmetmeye çalıştığım şey bugünkü halimiz, gençliğin hali. Onlar bu yazıyı görüp okurlar mı bilmiyorum ama ben yazdım. Yazı yazmak ok atmak gibidir ne de olsa. Ok yaydan bir kere çıktı mı kime isabet edeceğini bilemezsiniz... Umutlanıyorum... Kaderlerine çıkmayı umuyorum kaderleri değişsin, seçimleri değişsin diye.…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.