Evlilik Aşkı Öldürmez Ama Evliler Aşkı Öldürebilir!
Evlilik ile ilgili konular, son yıllarda insanların zihinlerini en çok meşgul eden konuların başını çekmekte. Evliler nasıl daha sağlıklı ve mutlu bir evlilik hayatı sürdürebileceklerini düşünürken, bekarlar da eş seçimi, evlilik kararı gibi konularda epey kafa yoruyor. Çünkü evlilik, yaşamınızın kalitesine ve psikolojik tatmininize doğrudan etki eden bir mekanizmadır. Bu bağlamda evliliği yaşamın en büyük projesi olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte evlilik aslında olacakları tahmin ettiğimizi sandığımız ama en büyük sürprizleri iyisiyle-kötüsüyle yaşadığımız yer... Evlilik aynı zamanda hesap edilebilir olarak düşündüğümü,z oysaki hesapsızca yaşanan bir süreç…
Psikolog Özlem Kandemir, Dr. Senai Demirci ile, yaşamımızın en önemli yapı taşlarından birini oluşturan ve tüm zamanların en revaçta konusu olan evlilik hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi. Mutlu evlilik, aşk, kadın-erkek açısından evliliğe ve cinselliğe yönelik yorum farklılıkları konuları sizin de ilginizi çekiyorsa, buyurun söyleşide ki ayrıntılara:
PSK. Özlem Kandemir – ÖZGÜN DURUŞ Gazetesi
Doktor, yazar, tv programcısı kimliklerinizin yanı sıra şimdi sizi "terapist" olarak da tanımaya hazırlanıyoruz. Bu eğilimi oluşturan düşünce ne oldu?
(Neden evlilik terapisi ve cinsel terapiler?)
Bu kimlikler arasında büyük bir çelişki yok. Doktorluğun devamı terapistliktir. Yazarlığın ilgi alanı da terapilerin konusuna denk geliyor. Televizyon için de hepsi birer çerçeve… Hekimliğimin hakkını daha çok insan-insan ilişkilerinin detayları üzerine çalışarak vermek istiyorum. Yazarlığın hakkını vermek de yakın ilişkilerin dinamiklerini izlemeyi gerektiriyor. Diğer taraftan, insanın mutluluğu ile ilgilenen bir mümin olarak, evliliklerde ve özellikle de cinsellikte çok ciddi savrulmalarımız olduğunu fark ettim. Cinselliğin hakkını vermenin “helal dairemizi” genişleteceğini ve harama direncimizi artıracağını ümit ediyorum. Gördüğüm kadarıyla, Allah’ın helal ettiğini haram etme gibi haddimizi bilmezlikler yapmışız cinsellikte. Bu yüzden mümin bir terapist olarak cinselliğin hakkının verilmesini önemsiyorum ve önceliyorum. Cinsellik, şükretmemiz gereken bir nimet. Bu nimet helal olarak, ibadet şuuruyla yaşanmalı; kaçamak olarak ya da suçlulukla değil. “Şükrederseniz, ziyadeleştiririm” ilkesi burada da geçerli.
Evlilik terapistleri, son yıllarda en çok başvurulan uzmanların başını çekmekte. Evlilikler de, tıpkı giderek yalnızlaşan ve atomize olan modern insan gibi çözülmeye ve tatsızlaşmaya başladı modern zamanlarda. Herkesten "mutlu evlilik var mıdır, olabilir mi" sorusunu çok sık duymaya başladık artık. Mutlu evlilik dediğimiz şey ne ola ki acaba?
Kafamızda bir takım önyargılar var: İki iyi insanın ilişkisi mutlaka iyi olur. Bu yüzden iyi adam/kadın arıyoruz evlilik için. İşte iki önemli noktayı kaçırıyoruz burada. İki iyi insanın ilişkileri pekâlâ kötü olabilir. İlişkinin ayrıca iyi olması için çabalamak gerekiyor. İlişkide olanların iyi olması, ilişkiyi iyi etmeye yetmiyor. Boşanan çiftler, kişisel olarak iyi olarak tanımlıyorlar birbirlerini ama geçinemiyorlar. Demek ki iyi olmak yetmiyor. İkincisi, iyi adam/kadın’ı ararken iyi adam/kadın olmayı ıskalıyoruz. İyi’yi bulmak için iyi olmak gerekiyor. İyi’yle iyi iyi kalabilmek için iyi’yi iyi tutacak emek vermek gerekiyor.
Hepimize evlilik “bir adam ya da kadın gelsin beni mutlu etsin” beklentisi olarak öğretildi. Dolayısıyla, evliler ya da evlenecekler sadece mutlu edilmeyi bekliyorlar. Mutlu edilmeyi beklemek, bir lokantada birlikte yemek yiyen herkesin hesabı başkasının ödemesini beklemesi gibidir. “Hesabı ben öderim…” diyen biri yoksa, hesap ortada kalır. Oysa, evlilik “ben bir adamı/kadını mutlu edebilirim” olgunluğuna eriştikten sonraki iştir. Yani mutlu evlilik, mutlu etmeyi üzerimize aldığımız evliliktir.
Aşka, cinselliğe ve evliliğe; kadın-erkek açısından ayrı kanatlardan baktığımızda ne gibi farklılıklar görürüz?
Bu sorunun altından kalkamayabilirim. Bir ucundan kaldırmak gerekirse, aşk’a çok şey yüklüyoruz. Aşk her şeyi halleder diye düşünüyoruz. Aşk’ı yüksek voltajlı bir enerjiye benzetiyorum. Çarpar; şiddetle sarsar. Ama bu yüksek enerjinin uzun vadeli ve kalıcı bir ilişkinin sürekliliğine hizmet edebilmesi için dönüştürülmesi gerekiyor. Bu konuda Yusuf Kıssası’ndaki Yakub ve Züleyha farkını vurgulamak gerek. Yakub’daki [as] şefkat Züleyha’daki aşktan daha kalıcı ve daha sadıktır. Biz de evliliklerimizde aşk ve şefkati birlikte yürütmeliyiz.
Cinsellikte kadınlarımız pasif ve edilgen olmaya alıştırılmışlar; erkekler ise etken… Terapiler bize şunu öğretiyor oysa, cinsellik birini özne diğerini nesne yapmaz. İki taraf da öznedir; iki tarafın da katkısı değerli ve aktiftir. Ancak cinsellikte kadın erkekten güven bekler; kuşatıcılık umar. Bir kadın ne kadar feminist olursa olsun, erkeğinin duygusal olarak kuşatıcılığından memnun olur aslında. Aksini söylemek, dünya dönmüyor demek gibi bir şeydir.
Cinselliğin duygulardan arındırılmış, mekanik bir ilişkiye dökülmesi de ayrı bir sorundur. Bizi cinselliğe soğuk baktıran, bilinçaltımızdaki bu tanımlamadır. Salt fiziksel olarak tanımlanmış cinsellikte, kadın pasif, erkek aktiftir; doğru. Ama cinsellik bedenlerin değil sadece duyguların paylaşımıdır, ruhsal bir alışveriş, latif bir kaynaşmadır. Bakış, konuşma, tutma, dokunma, sarılma vs. hepsi cinselliğin içindedir. İşte bu tanım söz konusu olunca, kadının ve erkeğin birlikte verici olduğu bir etkileşimden söz etmeye başlarız.
“Kadınlar sizin tarlanızdır” mealindeki ayet, görünüşte kadını pasif, erkeği aktif yapar gibidir. Oysa bir çiftçinin gözüyle baktığımızda, tarlanın nazını çekmek durumunda olan çiftçidir. Tarlanın mevsimini, ihtiyaçlarını, neyin ne zaman ekileceğini bilmek çiftçinin işidir. İyi bir çiftçi tarlasına emek verirken, tarlasının istediklerini yerine getirir. Sonuçta, tarlanın “suyuna gider”. Erkek de kadınına yeterince emek verirse, kadının da tıpkı tarla gibi göründüğünden daha fazlasını vaad ettiğini görür. Emek verilmeyen tarla, sıradan bir toprak parçası gibi kalır, hiç uğranmaz, etrafına çit örülmez, korunmaz, ümit bağlanmaz. Aynı şekilde, kadın da erkeğin emek vermemesi durumunda, erkeğin gözünden düşer, korunaksız kalır, değerini kaybeder. Değer yüklendikçe kadına, değerli olur. Yüklendiğinden daha çok değer katar kendine.
Erkeğin değer vermediği kadın, değerini yitirir. Bu durumda hem erkek hem kadın kaybeder. Erkek kadınını kaybeder, kadın kadınlığını.
Çok klasik bir cümle: Evlilik aşkı öldürür?! Oysa aşk her ne olursa olsun ölmeye mahkum bir duygu değil midir zaten? Evlenirken aşkı tek kriter olarak belirlemek ne kadar doğru?
Evlilik aşkı öldürmez. Ama evliler aşkı öldürebilir. Evli olmayanlar da aşkı öldürebilir. Bana göre, evlilik aşkı oldurmak içindir. Gerçek aşk, bir insanı yücelterek sevmek değil; hatasıyla kusuruyla, zaafıyla ayıbıyla sevmek demektir. Evlilikten önce hiç kimse olduğu gibi değildir ki… Öyle olsa bile olduğu kadar görünmez ki eş adayına. Oysa evliler, birbirlerine gerçek yanlarıyla tanırlar. Kusurlarına rağmen sevmesini öğrenirler. Hata ettiği halde bağlanmaya devam ederler. Evlilik, uzunca bir süre birlikte olmayı göze alarak, birini olduğu gibi sevmenin, hataları ve ayıpları bilmekle yıkılmayan bir birlikteliğin inşa edilmesi için verilmiş ömürlük bir fırsattır. Aşk evliliğin sebebi olduğu kadar sonucudur da. Hatta daha çok sonucudur gibi geliyor bana.
Son yıllarda boşanma oranlarında çok hızlı bir yükseliş var. Modern zamanların bize bonus olarak sunduğu yepyeni yanılgılarımızdan biri de şu ki; evlenirsin beğenmezsen/memnun kalmazsan bırakırsın. Ne oldu da insanlar evliliklerinden bu kadar kolay vazgeçer oldular?
Sanıyorum, birbirimizden ümitlerimizi kestik. Her insan “Allah’ın bir ümidi”dir. Bir bakıma “Allah’ın rahmeti”nin ete kemiğe bürünmüş tecellisidir. Kim olursa olsun içinde “hazreti insan” saklar her insan. Birbirimize o hazreti insan’ı bulana kadar emek vermeliyiz. Bu da birbirimizden ümitlenmemize bağlı. Fakat “kullan-at” kültürünün hıza ve hazza dayalı sığ ilişkiler ağı, kolay vazgeçilebilir kılıyor eşleri birbirine. Oysa, birine emek yatırımı yapacak kadar değer vermeyi öğrenmediğinizde, onu bıraksanız da çözüm değil. Yeni kişide yine ümitsiz olacaksınız. Sorun, kiminle olduğunuzdan daha çok kiminle nasıl birlikte olduğunuz. O “nasıl”ı sorgulamadan, kiminle olursanız olun, karar kılamayacaksınız.
Evlenebilmenin daha doğrusu eş seçmenin giderek zorlaştığı bir zaman dilimindeyiz. Ya ilk görüşte aşk denilen o masala inanıyoruz ya da beğenme kriterlerimizi giderek yükseltiyoruz. Sağlıklı bir evlilik hayatı sürebilmek ve doğru eşi seçebilmek için hangi mefhumları göz önünde bulundurmalıyız?
Doğru eş seçebilmek için doğru eş olmayı seçmek gerekiyor. Doğru eşler birbirlerini inşa eden eşlerdir. Birbirlerine emek veren eşler birbirlerini birbirleri için “doğru” kılarlar. Kimse hazır doğru beklemesin, ummasın. Doğru eşi hazır bulsak bile, yeterince emek vermediğimizde, miras yediler gibi hoyratlığımızla onu “eğri”ltebilir, biz de ona “eğri” olabiliriz.
İçinde yaşadığımız kültürün, erkek narsisizmini vahşice beslediğini ve bunun da en çok maalesef kadınlar (hem de bizzat kendi anneleri) tarafından yapıldığını düşünüyorum. Evliliklerinde problem yaşayıp bir uzmana başvuran çiftler arasında en büyük direnç erkekten geliyor, değişim ve onarım hep kadından bekleniyor. Bu bakış açısını ve direnci nasıl yenebiliriz?
Bu soruyu bana bir kadının sorduğunu unutarak cevap vereyim :) Bence erkek narsisizmi de kadın narsisizmi birlikte besleniyor. Erkek narsisizminin daha görünür olmasından dolayı bu kanaat oluşuyor. Kadın narsisizmi ise daha örtük biçimlerde tezahür ediyor. Bütün mesele, evlilik ilişkisini bir rekabet ortamından uzaklaştıracak işbirliği ortamını kurmaktan geçiyor gibi. İktidar kavgasının olduğu her yerde yıkım olur, yıkılan olur, yıkan olur. Ancak sizin gözleminiz de doğru: Erkekler terapiye başvurmada ya da danışmanlık almada direnç gösteriyor. Çünkü her türlü değişim talebini iktidarına bir tehdit olarak algılıyor. Erkek, adı üzerinde “erk”/”iktidar” anlamı üzerinde durur. Anladığım kadarıyla, erkekler davranışlarında kendini de sorumlu tutmayı, aldığı tepkilerde kendi paylarının da olabileceği gibi “sirküler bakış açısı”nı kazanmayı, bir tür kaybetmek olarak görüyorlar. Ayakta durdukları erk zemininin tümüyle ayaklarının altından çekileceğini sanıyorlar. Bana öyle geliyor ki, erkeklik ile iktidar arasında bir bağımlılık ilişkisi kurulmuş. Bağımlılık ise patolojiktir, hastalıklıdır. Doğrusu bağlılık olmalı. Bağımlılık erkek olmayı dokunulmaz olmaya kilitler, endeksler. Bütün değişimlerin yolunu kapatır. Erkeklere asıl kendilerini dönüştürebildiklerinde, dönüştürmeyi göze alabildiklerinde hakkıyla erkek olacaklarını fısıldayacak bir yöntem olmalı.
Günümüzde cinsel özgürlük çığlıkları altında kadın bedeni metalaştırılmış ve bir ürün haline getirilmiş durumda. Özgür ve modern kadın yaftalaması, tam bir köleliği dayatmıyor mu aslında kadına? ve beraberinde cinselliğin özgürce/sınırsızca yaşanması gerektiği savı, kadını da cinselliği de değersizleştirmedi mi? Bu esaret zinciri nasıl kırılabilir?
Garip gelecek ama tesettürün helal dairesinde yaşanan erotizmi beslemek gibi bir hikmetinin olduğunu düşünüyorum. Kadın bedeninin her an göz önünde olması, ulu orta tüketilir metalar olması, kadının kocası için öznelliğini eritiyor, özneliğini yıkıyor. Kadın bedenine indirgeniyor, bedeni de bir takım iç gıcıklayıcı dekolte detaylara indirgeniyor. Kadına kişiliği üzerinden değil dişiliği üzerinden muhatap olunuyor böylece. Aslında, bu kız çocuklarını diri diri toprağa gömmenin modern versiyonu. Kadını da, ruhundan ve duygularından arındırıp, tümüyle bedenine, yani toprağa gömüyoruz. Cinselliği özgürce yaşamayı doğurmuyor bu. Tam tersine, cinsellikten alınacak hazzın eşiğini yükselterek, cinsellikte eşlerin elini boş çeviriyor. Esaret zincirini yine kadınlar kıracak gibi… Toplumda kişilikleriyle var olmanın biricik yolu tesettürden geçiyor.
Evliliklerin çözülmeye başlamasının altında, insanların birey ve toplum olarak sosyal genetiklerinin değişmesi ne kadar etkili? Giderek hayatın merkezine sadece kendi benliğini konumlandıran, başarı ve sahip olma odaklı hayatlar yaşamaya çalışan küçük narsistcikler olmamız; bizi nerelere götürecek? İçindeki bir boşluktan diğerine doğru savrulan modern insanı ve onların modern evliliklerini ne kurtaracak?
Kesin ve keskin bir varoluş krizi yaşadığımız ortada. Bunu modern dindarlar da modern agnostikler kadar yaşıyorlar. Dindarlık, bir Allah’a inanmak olarak tanımlanıyor. Sanki din, hayatımızın bir kompartmanıymış gibi takdim ediliyor. Allah’a inanmak ve Allah’la yaşamak ayrı şeyler. Ahiret beklentisiyle yaşamak ile ahiret’le yaşamak ayrı şeyler. Sanıyorum, biz Allah’a inanıyor ama Allah’la yaşamayı part-time sayıyoruz. Ahirete iman ediyor ama ahiret’li yaşamayı erteliyoruz. Meleklere iman ediyoruz, iman etmemiz gerektiğini düşünüyoruz ama meleklerin şahitliğinde bir hayat estetiğini yakalayamıyoruz. Sözün özü, evliliklerin ana malzemesi olan “kişi”lerin iman üzerinden Allah’la ilişkilendirmeden sahici bir gelişim yakalamak zor görünüyor. Varoluş sorunlarımızı ve çelişkilerimizi, hayat kitabı olan Kur’ân’a hakkıyla muhatap olarak çözebileceğiz. Çünkü bütün erdemleri, Allah’ın şahitliğinde inşa edebiliriz. Hiç kimse, iki dünyalı olmaksızın, bir yüzlülük inşa edemez. Teorikte iki dünyamız (dünya-ahiret/şehadet âlemi-gayb) var ama pratikte dünyamız bir ise, yüzümüz kaçınılmaz olarak ikileşecektir. İkiyüzlülüğün olduğu bir yerde hiçbir terapi yöntemi evliliği kurtaramaz. Hiçbir çözüm sahici ve kalıcı olamaz.
Çağımızın en büyük sorunu-galiba her çağın sorunu-kendi var edilmişliğimiz için minnet duymamak. Varlığımız için verilen sayısız ve sınırsız emeği görmezden gelen bir nankörlük içinde yaşıyoruz. Bu da zincirleme bizim için var edilenleri (eşimiz, çocuklarımız,komşularımız, müşterilerimiz, öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz, okurlarımız, yazarlarımız, çevremiz, dağımız, denizimiz, kaldırımlarımız, sokaklarımız… ) de küçümsemeyi doğuruyor.
Bizi ve bizim için olanları var eden, bizden üç temel şey bekliyor: hayret (subhanalllah), minnet (elhamdulillah) ve heybet (allahuekber). Güzellik karşısında hayret etmeyen, gördüğü iyiliğe teşekkür etmeyen, elde edemeyeceği, akıl erdiremeyeceği bunca şeyi hak etmiş gibi alması karşısında acizliğini ve küçüklüğünü fark etmeyen biri eşiniz olsun ister miydiniz? Demek ki Allah’a hakkıyla karşılık vermek, hakkıyla eş olmayı da sonuç veriyor ama….
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.