Deniz Altınay: Akıl unutur beden hatırlar

Deniz Altınay: Akıl unutur beden hatırlar
Duvar Gazetesinde köşe yazarı olan Tuğçe Isılyel'in Uzman Psikolojik Danışman ve Psikodramatist Deniz Altınay ile yapmış olduğu söyleşinin detayları haberimizde

Uzman Psikolojik Danışman ve Psikodramatist Deniz Altınay: Psikodrama Grup Psikoterapisi Sistemi’nin önemli önermelerinden bir tanesi “akıl unutur beden hatırlar” cümlesi ile vücut bulur. Mizacımızın üstüne kurulmakta olan “kişilik yapımız” yaşamın ilk yıllarından çok fazla etkilenerek oluşur. Bu dönem sözün hiç olmadığı ya da çok az olduğu dönemdir. Anne ile bebeğin ilk spontan eylemi olan doğum ile birlikte bebek kişilik yapısını kazanmaya başlar. Bu bir öğrenme sürecidir ve dikkat edildiği üzere bu dönemde söz yoktur.

Psikodrama için doğaçlama ve yaratıcılık üzerine kurulu bir psikoterapi ekolü diyebiliriz. Çok kabaca özetlersek bireylerin yaşadıkları sorunları yeniden ele alıp sorgulama, yaşantılama ve sahneleme biçimi olarak da tanımlanabilir. Beden, beden hafızası, spontanlık, eylem ve en önemlisi de geçmişte yaşanılanları “şimdi ve burada”ya aktarmak psikodramanın anahtar kavramları.

Çoğunlukla bir grup yaşantısı içerisinde kişiler diğerleriyle etkileşim içinde girdikleri roller sayesinde kendileriyle ve ötekiyle ilgili farkındalık kazanıp ruhsal çatışmalarına dair içgörü geliştirip onları çözebiliyorlar.

Bu ayki söyleşi konuğumuz İstanbul Psikodrama Enstitüsü’nün kurucularından Uzman Psikolojik Danışman ve Psikodramatist Deniz Altınay.

Kendisiyle psikodramanın ne olduğuna, nasıl işlevsellik kazandığına dair konuştuk. Ayrıca spontanlık, beden hafızası, sosyal medyanın hayatımızdaki yeri, ruhsal travmalar, psikosomatik rahatsızlıklar, ruhsal şifalanma gibi birçok konuya değinen keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Size göre psikodramayı diğer psikoterapi ekollerinden ayıran özellikler nelerdir?

Psikodrama Grup Psikoterapisi Sistemi diğer psikoterapi ekollerinden birçok yönden farklılık gösterir. Bu farklılıkların başında sistemin bir “eylem” yöntemi olması gelmektedir. Psikodrama sahnede gerçeğin dramatizasyon ile yeniden keşfedilmesi olarak da tanımlanır. Sistemin kurucusu Moreno kendi sözleriyle psikodramayı “eylem yöntemiyle gerçeğin keşfedilmesi bilimi” olarak tanımlar. Eylemin dışında sistemin içinde var olan diğer iki kozmik olgu psikodramayı diğer psikoterapi ekollerinden daha da ayırır. Bunlardan bir tanesi “yaratıcılık” diğeri ise “spontanitedir”. Birey bu dünyaya bu kozmik gerçekleri yaşamak için gelmektedir. Yaratıcı olmak zorundadır ve spontanitesiyle bu yaratıcılığı sağlıklı bir şekilde dışavurma ihtiyacındadır. Tabii ki bunu gerçekleştirirken “eylemi” kullanacaktır. Eylem, psikodramada bilinçdışına giden kral yolu olarak da adlandırılabilir. Tarihteki ilk grup psikoterapisi yöntemi olan psikodramanın kurucusu Moreno aynı zamanda “grup psikoterapisi” kavramının da isim babasıdır.

Psikodramayı diğer sistemlerden ayıran bir diğer önemli özellik ise “artık gerçeklik” olarak adlandırılan gerçeklik biçimidir. “Objektif gerçeklik” ve “sübjektif gerçeklikten” ayrı olarak “artık gerçeklik” bize bilinmeyenin kapılarını sonuna kadar açar. Sahnede rol değiştiren birey başkasının rolünde başkasının gerçekliğinin deneyimler ve bu şekilde “artık gerçeklik” alanına giriş yapar. “Artık gerçeklik” başkasının ve çevremizdeki tüm olguların anlaşılmasını olanaklı kılarken sihir benzeri bir terapötik faktörü psikoterapinin içine sokar. Protagonist ve yardımcı egolar psikodrama sahnesinde zaman ve mekan içinde yolculuk yaparken “artık gerçeklik”le buluşurlar. “Artık gerçeklik” kişiye yeni ve daha genişlemiş (günlük yaşamda karşılığı olmayan ) bir gerçeklik deneyimi sunar. Böylece “artık gerçeklik” ile psikodramada geleceği keşfetmek ve hazırlık yapmak olanaklı hale gelebilmektedir.

PSİKODRAMA YAŞAMIN SAHNESİDİR

Psikodrama kişide var olan sorunu ya da çözmek istediği çatışmayı sahnelemekten geçiyor. Sahnelemenin ruhsallığımızda nasıl bir yeri var?

Yaşamımız ‘an’lardan oluşmaktadır. Her an uzun ya da kısa olmak üzere öyküler içerir. İnsanın bu öykülerinin geçtiği yer ise insanın yaşamının sahnesidir. Bu anlamıyla psikodramatik sahne yaşamın sahnesiyle aynıdır. Bir farkla, yeniden kurulmakta, değiştirilmekte ve yeniden yaratılabilmektedir. Bu ise psikodramadaki şifanın tanımıdır. Psikodrama kısaca yaşamın sahnesidir. Sahnede her şey gerçektir ve her şey olanaklıdır. Olgular, olaylar, fanteziler, rüyalar, geçmiş ve gelecek, her şey gerçektir ve olanaklıdır. Sahne bizim zaman içinde seyahat etmemizi de mümkün kılar. Bu sayede geçmişe gidip keşifler yapabiliriz, geleceğe gidip farkındalıklar yaratabiliriz ve “şimdi ve burada”nın içinde kolaylıkla durabiliriz. Ruhsal aygıtımız algılarımızı sahneler aracılığı ile oluşturmamızı gerekli kılar. Rüyalarımız hep bir sahne içinde geçer, fantezilerimizin sahnesi vardır. Bu gerçeklikten hareketle psikodramada duygu ve düşüncelerimizi de sahneleyebilmeyi beceririz. Psikodramada önemli bir yan alan olarak varolan “spontanite tiyatrosu” sahnelemenin çok özel bir formunu bize sunmaktadır. Bu tiyatro seyircilerin duygularını, düşüncelerini ve öykülerini sahnede sergiler. Gerçeğin sahnesidir. Yaşamda olduğu gibi yalnızca bir kez sahnelenebilen gerçeğin. İstanbul Spontane Tiyatrosu 1999 yılından bu yana sürekli olarak gösterilerini yapmaktadır.

Spontanite konusuyla epey ilgilendiğinizi biliyorum. Çağımızda sosyal medyada nefes alıp verdiğimizi düşünürsek, son yıllarda spontanlıkla olan ilişkimizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Spontanite yeni bir duruma uygun tepki ya da eski bir duruma yeni bir tepki verme hali olarak tanımlanabilir. Ancak ve ancak anda olan bireyler spontan olabilirler. Geçmiş ölüdür, gelecek ise henüz doğmamıştır. Spontanite yetersiz olabileceği gibi patolojik de olabilir. Patolojik spontanite yıkıcı spontanitedir. Sağlıklı spontanite iletişimi ve ilişkiyi olumlu etkilemekteyken, patolojik spontanite son derece bozucu, zarar verici etkiler göstermektedir. Fevri davranışlar patolojik spontaniteye verilebilecek olan güzel örneklerdendir.

Çağımızda sosyal medya makyajlanmış bazı ilişkiler ve makyajlanmış bazı kişilerin boy gösterdiği bir alan olarak hızla gelişmektedir. Makyaj herhangi bir eylemden önce yapılır. Kendimizi şöyle ya da böyle göstermek için gereken hazırlık dönemidir makyaj. Doğal olarak buna spontan bir eylem diyemeyiz. Bu eylemler psikodrama kuramı içinde konserve davranışlar olarak değerlendirilmektedirler. Sosyal medyada var olan bireyler eylemlerini düşünerek ve planlayarak hareket etmektedirler. Yani spontan değillerdir. Spontanite yalnızca hazırlıksız bulunan durumlarda ve anda ortaya çıkmaktadır.


11-020.gif


Sosyal medyada yıkıcı spontanite nasıl olur?

Örneğin sosyal medyada birçok zarar veren davranış naklen gösterilebilmektedir. Bu davranışları canlı olarak takip eden büyük bir kitle ise o anda yıkıcı spontanitenin parçası olmaktadırlar. Bir başka değişle izleyen de izleten (yapan) kadar oluşan patolojik spontanitenin parçası olmaktadır.

Bireyde spontanite ancak ve ancak eylem içinde ve bir motivasyon kaynağına bağlı olarak gerçekleşir. Bu motivasyon kaynağının gerçek ve canlı olması son derece önemlidir. Başkaları için yaşıyoruz, başkalarından öğreniyoruz. Sosyal ilişkileri olmayan bir birey sosyal kurgudan ibarettir. Göreceli olsa da en gerçek ve canlı ilişkiyi yüz yüze kuruyoruz. Sosyal medya ve sanal alem bu durumu bireyin elinden almakta ve kaygılı bireylerin saklanmasına, diğerlerinin ise kolaya kaçmasına sebep olmaktadır. Genel olarak spontanite kaygı yaratır. Bu kaygı bireylerin ilişkiden kaçmalarına ve mümkünse hazır kalıpları kullanmalarına, bir başka deyişle konserve davranışları sergilemelerine sebep olur. Bu çağımızın en önemli hastalıklarından biri olan “konformizmin” sebebidir. Bireyler derin bir kaygı duygusuyla “aykırı olma uyumlu” ol felsefesini tercih etmektedirler. Doğal olarak bu noktada spontaniteden söz edilmesi mümkün değildir.

TÜM KAYITLAR BEDENDE TUTULUR

Biraz beden hafızasından bahsedelim isterim. En büyük bellek beden mi? Travmalarımız, arzularımız, korkularımız bedenimizde kayıtlı mı?

Psikodrama Grup Psikoterapisi Sistemi’nin önemli önermelerinden bir tanesi “akıl unutur beden hatırlar” cümlesi ile vücut bulur. Mizacımızın üstüne kurulmakta olan “kişilik yapımız” yaşamın ilk yıllarından çok fazla etkilenerek oluşmaktadır. Doğal olarak bilindiği üzere bu dönem sözün hiç olmadığı ya da çok az olduğu dönemdir. Anne ile bebeğin ilk spontan eylemi olan doğum ile birlikte bebek kişilik yapısını kazanmaya başlar. Bu bir öğrenme sürecidir ve dikkat edildiği üzere bu dönemde söz yoktur. Ve fakat öğrenme gerçekleşmektedir. Peki bu kayıtlar nerede tutulur? Doğal olarak beynin sözel hafızasının bulunduğu bölgelerin bu zaman diliminde bir işlevi yoktur. Tüm kayıtlar tüm bedende tutulmaktadır. Tüm bedene ait duyumlar, duygular ve eylemler bütün bedeni sarmış olan sinir ağlarında ve hücrelerde kayıt edilirler. Erken dönem travmalarını hatırlamanın en kolay yolu eylem yöntemleridir. Psikodrama da bu eylem için de yapılabilmektedir. Ayrıca bazı yoga uygulamaları da bu bilgiyi ortaya çıkartabilmektedir. Bebeğe, bedeni bütün ihtiyaçlarını arzularını söyler, beden ne istediğini bilmektedir. Sürekli olarak kendi hafızasını oluşturmaktadır. Bebek bu ihtiyaçlarını giderirken ya da gidermeye çalışırken birçok engelle karşılaşabilir. Bu engeller çoğunlukla kaygı ya da korku oluştururlar. Doğal olarak o dönemdeki kaygılar korkular bedende kodlanacaktır. Bu durum bize çok önemli bir kapının aralanmasını sağlar. Bu kapı şifa kapısıdır. Hastalanan ruh, beden hafızası sayesinde ve eylem içinde yeniden sağlığına kavuşturulabilmektedir. Bir başka deyişle beden olumsuz kayıtları tutar, bu olumsuz kayıtlar bireyin ruh sağlığını olumsuz etkiler, bedenin hafızasında değiştirerek ya da bedenin olumsuz kayıtlarının tersine çevirerek bireyin ruhsal iyileşmesi sağlanabilir. Psikodrama Grup Psikoterapisi aynı zamanda bu yolla yeni bedensel yaşantılar da deneyimleterek bireyleri iyileştirebilmektedir.

Beden hafızası perspektifinden hastalıklara nasıl bakıyorsunuz? Her hastalığın psikosomatik bir tarafı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Psikodrama Grup Psikoterapisi Sistemi bütüncül bir yaklaşım içermektedir. Bu bütüncül yaklaşıma göre beden ve ruh arasında bir ayrım bulunmamaktadır. Esasen bu ayırım araştırma ve inceleme yapabilmek için yapay olarak var edilmiştir. Bilimin ideolojisi neden sonuç ilişkisini araştırırken değişkenleri minimuma indirmeyi hedefler, bu durum insanı incelerken birçok yapay ortamın yaratılmasına sebep olur. Tarihsel gelişim içinde önceleri böyle ayrımların olmadığını biliyoruz. İnsan, medeniyetin gelişmesiyle birlikte bilgi biriktirmeye başlamış ve fakat kendi gerçekliğinden aynı hızda uzaklaşmıştır. Psikosomatik hastalıklar ruhsal mekanizma içinde var olan gerilimlerin bedende vücut bulması olarak tanımlanabilir. Ve fakat beden ve ruh dualizminin geçerli olmadığı psikodrama sisteminde sahip olduğumuz bilgi ise beden ve ruhun birlikte mükemmel bir uyum içinde çalışmakta olduklarıdır ve daha da doğrusu “bir” olduklarıdır. Bu bilgiyle insana yaklaştığımızda hemen hemen tüm fiziksel hastalıkların aslında ruhsal düzeyde başladığını söyleyebiliriz. Bugün birçok hastalık alanında kişinin iç gücünün ve psikolojik direncinin iyileşmede nedenli önemli olduğunu rapor eden çalışmalar bulunmaktadır. Psikosomatik terimi, bir ruhsal sebebe bağlı olarak gelişmiş olan bedensel hastalıkları tanımlamak için kullanılmaktadır. Fakat görülen odur ki psikosomatik hastalıklar dışındaki bedene ait diğer hastalıklar da ruhsal kaynaklı olabilmektedir. Beden ruhun emrindedir. Hangi duyguyu, hangi düşünceyi koruyor ve geliştiriyorsanız bu durumun bedeninize yansımaması imkansızdır. Anlamakta direndiğimiz şeyler eninde sonunda bedenimizin bize pek de hoş olmayan bir şekilde uyarı vermesi ile algı alanımıza girebilir. Bunlar hastalıklardır.

BEDEN RUHUN MABEDİDİR

Bedenimizle temasımız ya da temassızlığımız ve beden farkındalığımız konusunda neler söylersiniz?

Bu yaşamda deneyimlediğimiz her şey bedenimiz sayesinde mümkün olmaktadır. Beden bize tüm algıların kapısını açmaktadır. Bizim sistemimize göre beden ruhun mabedidir ve okuludur. Ruh onun içinde olgunlaşır, gelişir, öğrenir ve değişir. Bu anlayış bedenimizle ne denli yakın bir ilişkide olmamız gerektiğini açıkça gözler önüne serer. Bedenle kurduğumuz ilişki, bedenle kurduğumuz temas yaşamı kendimiz için verimli kılmanın en önemli değişkenidir. Ruh sağlığı sorunları içinde bedeniyle teması kaçırmış olan kişilerin yaşadıkları patolojilere tanık olunmaktadır. Psikodrama “rol kuramı” üstünde temellenmektedir. Bebek anne karnında başlamak üzere dört farklı rol kategorisinden geçerek rol gelişimlerini tamamlar. Bunun kategorilerinden ilki “somatik roller”dir. Somatik roller bedene ait olan tüm rollerdir. Terleyen, acıkan, dışkılayan, gıdıklanan ve kaşınan gibi roller örnek olarak verilebilirler. Tüm bedensel rollerin üstüne temellenecek olan “psişik roller”, “sosyal roller” ve “transandant roller” ancak ve ancak somatik rollerin sağlıklı bir şekilde yaşanmasıyla mümkün olmaktadır. Bu bilgi yaşamanızı devam ettirebilmemiz için bedene ait rollerimizin ne kadar hayati bir önemi olduğunu açıklamaktadır. Bir başka deyişle yaşam, ki burada sözünü ettiğimiz fiziksel ve ruhsal yaşamdır, bedensel rollerle başlar. Kişi, bedeninin onunla konuşmakta olduğunu asla unutmamalıdır. Ve fakat kişiler, değil bedenlerinin sesini dinlemek onu bazen kendilerine yük olarak görmekte ve hatta onunla kavga etmektedirler. Bu durum beden farkındalığının tamamıyla kaybolmuş olduğunu bir kanıtıdır.

Psikodrama bir eylem yöntemi olarak kişilerin sahnede bedenlerini kullanmalarını gerekli kılar. Bu yolla bedenin hafızasında gizli olanın bilgisine ulaşırız. Birçok ısınma oyunu, içinde eylemi barındırdığı için grup üyelerinin bedensel farkındalıklarını hızla arttırır. Dans ve yoga gibi aktiviteler beden farkındalığı için oldukça yararlı olabilirler. Bu konuda bir başka önemli alt başlık “beden ve cinsellik” ilişkisi olarak ortaya çıkar. Kadınla erkeğin cinselliği nasıl yaşadığı, yaşayıp yaşayamadığı tamamıyla bedenleriyle temasları konusuyla ilintilidir. Beden farkındalığı düşük olan bireylerin cinsel hayatlarında önemli sıkıntılar oluşmaktadır. Son olarak “karşılaşma” kavramının yaratıcısı olan Moreno gerçek yakınlıkların gerçek karşılaşmalardan ortaya çıktığını söylemektedir. Bedenlerimiz ve onun gerçekleriyle karşılaşmalıyız.

Psikodrama hangi alanlarda işlevseldir?

Psikodrama ve kuramını diğer kuramlardan ayıran en önemli özelliklerden bir tanesi kişiliğin sağlıklı gelişimi ile ilgileniyor olmasıdır. Bu, psikodrama yöntemini yalnızca ruh sağlığı alanında kullanılan bir yöntem olmaktan çıkarmaktadır. Böylece psikodrama kişilik gelişiminde, eğitimde, endüstri psikolojisinde ve sanatın birçok alanında kullanılabilmektedir. Bu durum psikoterapi süreci içinde de bir farklılık yaratır. Yardım için başvuran kişi kendi hedeflerine ulaştıktan sonra daha da ileri gitmek için ona fırsatlar sunan bir yapının var olduğunu anlar.

Deniz Altınay Kimdir?

Uzman Psikolojik Danışman, Psikoterapist

1960 yılında Ankara’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladı. Psikoloji eğitimine 1983 yılında Ankara Üniversitesi DTCF Psikoloji Bölümü’nde başladı ve Gazi Üniversitesi Psikolojik Danışma Bölümü’nden lisans derecesini aldı. Türkiye Grup Psikoterapileri Derneği bünyesinde başladığı “Psikodrama Grup Psikoterapisi” eğitimini bugüne kadar çeşitli etkinliklerle taşıdı. 1991 yılında Hacettepe Üniversitesi’nden Psikolojik Danışma Yüksek Lisans derecesini aldı. Psikodramanın önemli bir uzantısı olan Spontanite Tiyatrosu ile uzun yıllar ilgilendi ve 1999 Ekim ayında “İstanbul Spontanite Tiyatrosu”nun kuruluşunu gerçekleştirdi ve çalışmaları başlattı. Türkiye Grup Psikoterapileri Derneğinden “Psikodrama Yardımcı-Terapist” diploması, Zerka Moreno’dan “Psikodrama Terapist Diploması” aldı. 1994 yılında Ankara Grup Psikoterapileri Enstitüsü’nün eş kurucusu oldu ve başkanlığını yürüttü. 1997 yılında İstanbul Psikodrama Enstitüsü ve Psikolojik Danışma Merkezi’nin eş kurucusu olarak rol aldı. 1998 yılında “Psikodrama 300 Isınma Oyunu-Temel Teknikler, Yardımcı Teknikler ve Temel Stratejiler” adlı kitabı ve 2000 yılında “Psikodrama El Kitabı” yayınlandı. Daha sonra “Psikodramada Seçme Konular” ve “Psikodramada Çağdaş Yaklaşımlar” adlı çok yazarlı iki kitabın editörlüğünü ve yazarlığını üstlendi. Ayrıca “Spontanite Tiyatrosunun” anlatıldığı “Sahnede Yaratıcılık” adlı kitabın yayınlanmasını sağladı.

Tuğçe Isıyel kimdir?

İstanbul Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölümü'nden mezun oldu. Londra'da Middlesex Üniversitesi'nde ve Türkiye'de psikanalizle ilgili çeşitli eğitimler aldı. EFTA-Avrupa Aile Terapisi Derneği (European Family Therapy Association) tarafından sertifikalanan Aile ve Çift Terapisi eğitiminin temel ve ileri düzeyini tamamladı. Esenyurt Üniversitesi Klinik Psikoloji alanında yüksek lisans yaptı. İstanbul'da yetişkin, çift ve aile alanında psikoterapist olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda “Psikanalitik Edebiyat Okumaları” isimli bir atölye çalışması yürütüyor ve çeşitli dergilerde inceleme, deneme, eleştiri türünde yazılar yazıyor.

Kaynak

Bu haber toplam 53575 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.