BİR MURATHAN MUNGAN HARİKASI -ÇADOR- ve BENDEKİ İZLER
Bir adamın tüm benliğiyle nasıl da baş başa kaldığını anlatıyor kitap, kim bilir belki de benim aldığım ana tema budur. Akhbar. Yıllar önce memleketini terk etmiş ve yıllar sonra geri dönüyor. Bir bilinmezlikten bir bilinmezliğe geliyor. Aslında neden gittiğini ve neden döndüğünü kesin olarak kendisi de bilmiyor. Yeni bir yaşam için gidiyor, yeni bir yaşam için dönüyor. Döndüğünde bulacağına emin oldukları yoklar; annesi, ablası, sevgilisi... Onları belki de kendini arama mücadelesi içinde geçen upuzun ama aslında kısacık bir hikâye Çador. Kadınların, erkeklerin tercih haklarının olmadığı, erkeklerin kadınlarının yüzlerini unuttuğu, mutluluk, mutsuzluk, savaş, umut ve umutsuzluk dolu bir hikâye.
Düzensiz bir düzenin insanlar üzerindeki etkisi. Çaresizlik dolu hislerin eşlik ettiği umut dolu bakışlar, rüyalar. Hepsi bir harman içinde veriliyor. İnsanı bilmediği, gitmekten korktuğu ya da unuttuğu yerlere götürüyor.
İnsan yalnızlığa bu kadar öfkeli mi? Giden geri döndüğünde eskide kalanları bulmayı umar. Ya ailesinin ya da bir sevdiğinin olmayışına değil belki yüzleri unutmaktan korkar, belki de kendiyle kalmaktan, kendini tanımaktan, kendini anlamaktan. Yüzler silikleşir görmedikçe, sesler donuklaşır duymadıkça. İnsan bir yere gittiğinde geride kalanları bulmayı umarak dönmemeli ama umutta olmalı içinde bulmaya, hatırlamaya dair. Giden gittiği yerde yeniden başlamalı, yeniden doğmuş gibi, bir çiçeğin yazın yeniden uyanışı gibi ama bıraktıklarını unutmamalı. İnsan yalnız kalır, insan uzak kalır memleketinden, toz toprak içinde kalır, ama yalnızlık ancak böyle öğrenilir. Yalnızlık savaşarak değil, barışarak öğrenilir. İnsan kaybedebilir, hata yapabilir ama yeniden başlamalı hayata, yeniden uyanmalı sabaha. Aydınlık gülüşlerini tüketmemeli yalnız kalsa da. Akhbarda öyle yaptı, tüketmedi, hep bir umut hep bir yankı içinde. Seslere, yüzlere, izlere dair. Bulmak için mi dönüyoruz biz de gerilere? Geride bıraktıklarımız o denli önemli, o denli, değerli mi? Gelecekte bu kadar değerli anılarla buluşamayız diye mi korkuyoruz? Bir çay bahçesinin önünden geçerken burnumuza gelen demin kokusu ya da aniden arkamızdan geçen bir kişinin sesi… Hep sevdiklerimiz bize hasret, hep sevdiklerimiz bize gurbet. Biz de hep sevdiklerimize hasret, sevdiklerimize hep gurbetiz. Hatıraları canlı tutan da insan, kendine unutturmaya çalışan da, gerilere ta içlere saklayan da insan. Ta ki bir ses duyana, ta ki bir iz bulana kadar. Tıpkı bir yerimiz acıyınca annemizi anmak, biriyle konuşurken onda eskilerden bir şey bulmak, bir anı yeniden yaşamak gibi…
Akhbar bulabildi mi o izleri, o sesleri?
Lütfen okuyun…
Üniversite yıllarımda öğretmenimin okumamızı kesin kıldığı ve sınavda soracağını söylediği kitabı tüm benliğimle reddederek okumamış, raflardan birine kaldırmıştım. Sanırım o zamanların da etkisiyle zorla okunması dayatılan bir kitaptan verim alamayacağımı düşünmüş olmalıyım, bir çeşit isyan da olabilir. Raflarda gezinirken elime geçti yeniden, bir öğretmen okuyun diyorsa demek ki okumalıyız, vardır bildiği diye şimdilerde düşünüyorum, vardır bir öğreteceği. Demek ki o zamanlarda okusam çok daha farklı şeyler mi bırakacaktı üzerimde, tabi ki artık cevabı yok. Ben bugünkü cevap için başladım hikâyeye. Kısa bir sürede sona vardım.
Gelecek hepiniz için umut dolu günler getirsin ,yalnız kaldığınız anlar sizlere yeni şeyler öğretsin….
Sevgilerimle