YIPRANMAK MI? PASLANMAK MI?
Her geçen gün evlenebilmek daha da zorlaşıyor… Nereden mi biliyorum? O kadar çok sayıda yaşı evlilik yaşını aşmaya yüz tutmuş kızlarımız ve delikanlılarımız var ki… Görünüşte hepsi evlenmek istiyorlar. Ama nedense bir türlü ortak paydalarda buluşulamıyor. Özellikle erkekler genç kızların beklentileri karşısında bir hayli şaşkın durumdalar.
Bir erkek için okulu bitirmek hemen iş bulup bir ev sahibi olmak, askerliği de yapmış olmak ve tabi düğün için de asgarisinden elli milyarı cebe koymadan bir kızla evlenmeyi düşünmek tam bir hayal. Sonrasında da hayal kırıklığı. Babadan zengin olanlar hariç. Onların başka dertleri var zira…
Anne babalar cephesinde ise durum daha bir trajedik. Bir yanları çocuklarının evlenmesini isterken diğer yandan ‘bunca yıl okuttuk elde avuçta kalmadı bir de düğün dernek derken bizim hayallerimiz ne olacak’ ikilemiyle karşı karşıyalar. Düne kadar cebine para koymaktan yoruldukları, dershaneydi, kurstu, sınavdı, derken kendi hayallerini epeyce erteledikleri çocuklarının evlilik yolundaki masraflarını kolayca kaldıramayacak aileler var. Biraz da çocukların gayret etmesini bekleyerek… ‘Bizden bu kadar ‘diyerek…
Hem kızı hem de oğlu evlenme çağında olan anne babalar ise tam bir çelişki içindeler. Oğulları söz konusu olduğunda, kız babalarının aşırı beklenti ve lüks düşkünü olduklarından şikayet ederken… Söz konusu kendi kızları olduğunda ilk baktıkları kriter oğlanın iyi bir işi ve malı-mülkünün olup olmadığı. Geleceği garantilemek adına ‘iyi bir iş, küçük de olsa mutlaka bir ev ve mümkünse araba’; en başta elbette ki askerliğin halledilmiş olması gerekiyor.
Ortama ve şartlara ayak uydurabilenler yani iş bulup, ev alıp askerliğini yapıp bir de altına araba çekip evlenmeyi planlayanların yaşı otuz beşlere çoktan dayanmış oluyor. Sonra da otuz beş yaşına gelmiş bir erkek kendi yaşında bir kızı yaşlı bulabiliyor.
“Bu kadar bekledim, para bende o zaman ben de hem genç, hem güzel kızlar arıyorum” diyen erkekler karşısında kızlar ne yapacağını şaşırıyorlar. Çünkü kendi yaşıtı olan erkekler para kazanmak uğruna bir yandan yaşlanıp bir yandan kriterleri tamamlamaya çalışırken bu arada kızlar da yaşlanıyorlar. Yaşanılan süreçte erkeklerin kriterleri değişmiş olduğu için en az beş yaş küçük kızlarla evlenmeyi tercih edebiliyorlar. Otuz beş yaşına kadar da sırf yıpranmamak için evlenmemiş, iyi bir eş bekleyerek zamanını geçirmiş bir genç kız kendi yaşlarında bir erkeği bulamıyor. Ya daha yaşlısı ya da evlenip boşanmışına razı olmak zorunda kalabiliyor.
Bir de karşılıklı bekleyenler var. Yirmili yaşlarda birbirlerini sevip, kız kendi ailesinin yanında, erkek kendi yanında, hayallerinin gerçekleşmesi için beş- on yıl sabrediyorlar. Her şey tamam olsun diye. Her şey tamam oluyor belki ama duygular geri çekiliyor sonrasında. Otuz beşlerinde evlenip, kırklarında boşanıyorlar. Beklemek elbette güzeldir ama beş yıl nişanlı kalınmaz kalınsa da başka arızalar ortaya çıkıyor.
Biyolojik ihtiyaçlar dolayısıyla gayri meşru platformlara sürükleniyor insanlar. Hayal kırıklıkları ve acılar, bir de günaha girmenin fıtratta bıraktığı yaralar var. Sanal ilişkiler yaşanıyor insanlar arasında veya meşrebi kabul edenler istediklerini yapıyorlar. Evlenilecek kızlar ve erkekleri beklerken, eğlenilecek olan kızlar ve erkeklerle değişik ilişkiler yaşanıyor. Bu döneme kadar yaşanan ilişkilerin getirdiği psikolojik sıkıntılar bir ömür boyu yük olarak kalplerde taşınıyor. Kendileri geçse de izleri kalıyor.
“Sana ne oluyor” diyebilirsiniz “alan memnun satan memnunsa”… Ben sadece şuna işaret etmek istiyorum. Herkes rahat yaşamak istiyor. Çocuğu yıpranmasın diye ideal zengin damat adayını beklerken paslanıyor çocuklarımız. Modern zamanın getirdiği tüm donanımlara sahip olmak adına ertelenen duygular sonrasında paslanmalar olarak çıkıyor. Bir evin sorumluluğunu alabilecek yaşta olan, ama hala kendi yemeğini bile yapamayan kabiliyetleri gelişmeden körelmiş, paslanmış çocuklarımız oluyor.
Evliliklerde elbette ölçüler olmalı. Sorunumuz ölçülerin olmaması değil, bu ölçülerin ne tarafından belirleneceği. Ölçüleri zamanın materyalist şartlarına göre oluşturup sonra da evliliklerden hayır beklemeyi daha ne kadar sürdürebiliriz? Gelmediği de bu kadar ortadayken…
Ne ne kadar önemli? Bu soruya tam bir yanıt vermeden bir şeylerin peşinde koşmak sonra da “neden istediğim gibi olmadı” diye üzülmek akıllıca değil.
İyi bir evlilik; ev, iyi bir iş, araba, şu kadar bilezik ve Trabzon takı seti olmadan olmaz düşüncemizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Çocuklarımız için yıpranmamayı seçerken onların paslanmasına, olur olmaz yerlerde duygularını israf etmelerine neden oluyor olabiliriz.
Gayret etmeyi, güzel ahlaka sahip olmayı, çalışkan olmayı öncelemediğimiz sürece daha çok genç kızımız ve erkeğimiz ayrı ayrı evlerde annelerinin dizi dibinde büyümeden, büyüyemeden yaşlanıp gidecekler.
Evliliğe takmış olduğum için söylemiyorum bunları elbette ki herkes için evlilik illa da olması gereken bir şey olmayabilir. Söylemeye çalıştığım evliliğin fıtri bir şey olduğu ve bu kadar dünyaya ait kriterlerle güvence altına alınmaya çalışılmasının hiçbir işe yaramadığı. Her şeyi daha da kötüleştirdiği. Evlilikle yıpranmayı seçmeyenlerin, evde kalıp paslanmayı seçtikleri…
Bir şeyin yıpranması bence paslanmasından her zaman daha iyidir. Sonuçta yıpransa da hala işlevini yerine getirebilir. Ama paslanmak öyle değildir. Dışarıdan bakıldığında iyi görünür ama işlevini kaybetmiştir. Şimdi size soruyorum “evlilik imtihanıyla yıpranmak mı, yoksa kaçarak, her şeyi daha da zorlaştırarak paslanmak mı?” Karar sizin…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.