Yaşamsal sırlar
Psikolojinin gerçekten de çok uzun bir geçmişi fakat kısa bir tarihi vardır ancak çoğu insanın zannettiği gibi, psikoloji sadece Freud’tan ibaret falan da değildir. Mesela Aristo…İlk psikologlardan olduğu kabul edilir, daha doğrusu onun ruh ve maddeyi birbirinden ayırmasından sonra, nice düşünür de bu ruh gerçeğinin peşine düşmüştür. Ve aslında Freud’u farklı kılan en büyük etken, psikolojiyi üniversite laboratuarlarına hapsolmaktan kurtarıp, hayatın içine çekmiş olmasıdır. O nedenle, mesela Gestalt ya da Wundt çoğu insan için pek bir anlam ifade etmezken, Freud ve özellikle psikanaliz konusunda neredeyse hemen herkes az çok bir şeyler bilir
Bilirsiniz, psikanaliz bir bilinçaltı tezinden ibarettir. Yani, ta çocuklumuzda ya da hadi ilk gençliğimizde diyelim, yaşanmış bazı hadiselerin zihnimizde tekerrür ettirilme hadisesi. Freud’a göre, id-ego- süperego olarak üç kısma ayrılan insan bilincinde, bu üçünün birbiriyle temas etmesiyle ortaya çıkan sorunların, bastırılan sırların tahlil yöntemidir bu.
Pekala şimdi bütün bunları bir tarafa bırakalım da, sadece kendimiz üzerine düşünelim. Freud’un bilinçaltı olarak adlandırdığı o mahzende kaybetmeyi başaramasak da, hepimizin bir takım sırları var sonuçta. O nedenle, önce bizim de bir öykünün gizli kahramanlarına benzeyen, ki gizlenenlerin hayatları aslında öykünün de en acıklı tarafıdır çok kez, sırlarımız olduğunu kabul edelim.
Sır vermek de, sır taşımak da zordur derler, doğru. Neyse, seneler evvel bir arkadaşım beni zorla tuttu ve ağlamaklı bir ifadeyle bana; “Sana bir sırrımı vereceğim” dedi. “Valla kimseye söylemedim, hiç kimse bilmiyor.” İki dakika geçmeye görsün, hüngür hüngür de ağlamaya başlamıştı zaten. O esnada üzerime çöken sıkıntının tarifi zor. Ayrıca, ağlayarak konuşan insanların üzerimde yarattığı korkunç antipati bir yana ki, enikonu çekilmez insanlardır bunlar, alt tarafı ne olabilir ki diye düşünerek, kendi kendime kızmama rağmen, istemeden meraklanıyordum da hani. Uzun lafın kısası, bir yandan vereceğim ince cevaplar üzerine düşünürken, öte yandan duyacağım en kötü ihtimale kendimi hazırladım.. Sonunda o müthiş an geldi ve…
Sır diye işittiğim basbayağı saçma sapan bir şeydi..Oysa ben sanırım daha anlamlı bir şeyler duymayı beklemiştim. Ancak buna rağmen, kendimi duyduğum o basit denklem karşısında, hayata dair yerli yersiz örnekler verirken buldum. Düpedüz nasihat falan ediyordum hatta. Arkadaşım habire başını sallayıp durdu. Doğru haklısın, evet hiç böyle düşünmemiştim kabilinden laflar etti. Acaba dediklerimi yapmış mıdır? Bilmiyorum ancak neden yapsın ki..Herkesin hayatı kendine ve önemli olan da insanın ne yapacağına sadece ve sadece kendisinin karar vermesi.
Ancak tüm sırlar, böyle sudan sebeplere dayanmayabilir. Birey ya da toplum olarak, görmezden geldiğimiz ne çok utanç verici sırrımız vardır kim bilir? Görüp de söylememek, bilip de bilmiyorum demek, örtbas etmek, hatırlayıp da hiç oralı olmamak.. Seviyormuş, inanıyormuş, biliyormuş, bilmiyormuş, görüyormuş, görmüyormuş, anlıyormuş, anlamıyormuş gibi yapmak… Daima –mış,-muş gibi davranmak.. Yani küçük hesaplar peşinde koşan, küçük adamları oynamak..
Çok sevdiğim romanlardan birinin bir yerinde kahramanımız, hani o bahsettiğimiz ipe sapa gelmez küçük adamlar var ya, onlardan birine aynen şunları söylüyordu;
“ Bak şimdi! Kendisini tanımayan, daha da kötüsü hala kendisine bile yalan söylemekten kurtulamayan ve utanç verici pek çok sırra sahip zavallı küçük adama, ne tarih, ne sosyoloji, ne de psikoloji yardım edebilir”
Rahat içinde olma ihtiyacı, ne tarih bilir, ne sosyoloji ne de psikoloji elbette. Ya da menfaatperestlik, vicdan eğilimine ağır basıyor olmalı ki, bu yoldaki tüm adımlarımız yarı yolda kalıyor. Etrafımızdakilere özgürlük falan söylevleri verirken, bu hakkı aslında etrafımızdakilerden başkasına tanımadığımızın farkına varamıyoruz.
Ait olduğumuz topluluğa ve sahip olduğumuz o kabilenin normlarına, biraz olsun da eleştirel gözle baktıktan sonra, yürümemiz gereken o yol, bazen öyle bir hal alır ki, nihayetinde dışlanmayı, yalnız
kalmayı göze alabilmek gerekir. Bu cesareti bulabilen kişi sayısı, neredeyse parmakla gösterilecek kadar az kaldı. İyi ya, herhangi bir kabilenin standart mensuplarından birisi olmak çok daha güven vericidir zaten. Üstelik, böylesinde terfi imkanı da vardır. Etrafımızdakiler tarafından beğenilme ve takdir görme eğilimlerimiz sonucu, zamanla tam da onların olmamızı istedikleri türden bir insana dönüşüveririz zaten.
O karşısına geçmekten korktuğumuz aynada göreceğimiz yüz, kendi yüzümüz mü olacaktır acaba? Farkında olmasak da, uçurumun ta dibini boylamış olan ruhlarımız, kendi ruhlarımız mıdır kim bilir ? İnsan olma yolunda, ertelediğimiz her gerçek, her adamsendeci tavır, yani içimizde biriktirdiğimiz tüm bu sırlar, ileride bizi rahatsız etmez mi acaba ?
Id-ego-süperego…Çocukluğumuz, ilk gençliğimiz,arka fonda akıp giden memleket manzaraları ve içimizde biriken sırlar…Bunlar kim bilir, şöyle esaslı bir psikanaliz seansı için gerekli olan tüm malzeme olabilir ancak bir erken teşhis kabilinden şunu söylemekte fayda var;
Çok ucuza gidiyoruz çok…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.