Varoluşsal Kaynağın Dinamiği
Ölüm herkes tarafından anlamlandırılmaya çalışılan bir kavramdır. Ve bu kavram etrafında hayat devam etmektedir. Bazen ölüm hayatı hayat ta ölümü besler. Bazen ölümün üzerine perde çekilerek hayat doyasıya yaşanmaya çalışılır. Bazen ölüm merkeze alınır ve hayat tüm yaşantıların içerisinden kendini göstererek her şeyin yerli yerinde olmadığını bize gösteri verir. Bunların( yerli yerinde durmayanların) içerisinde kişinin kendisi ilk sırada yer alır. Birçok tanınmış tanınmamış kişilerin ölüm ile ilgili hayata düştükleri notlar vardır. Bunlardan bir kaçına örnek vermek istiyorum.
- Heidegger’e göre ölüm, fiziksel olarak yok edicidir ancak ölüm düşüncesi kurtarıcıdır.
- Yalom, ölüm fikriyle bütünleşmek, insanı korkulu ve kötümser bir ruh haline sevk etmekten çok, değer yargılarıyla dolu bir yaşama yöneltebilir.
- Jung’a göre ölüm kaygısının temelinde “yaşama korkusu” vardır. Ölümden en çok korkan insanlar yaşamaktan en fazla korkanlardır. İnsanda bir daha ele geçmeyecek olan gençliğin kaybolup gitmesi ve geriye saymaya başlama sıkıntı yaratır.
- Mevlâna; ölümü bu hayattan ayrılıp, ölümü olmayan ebedî bir hayata ulaşma olarak niteler.
- İsmet Özel, ölüm ne olsa gerek hayatın mazereti demektedir.
Ölüm kavramını ele almak ve bunu izaha kalkışmak ve bunun sadece bir tahayyülden öteye geçmeyeceğinin farkına vararak bu yazıyı yazmakta olduğumu öncelikle belirtmem gerekir. Çünkü ben ölüm düşüncesi ile ilgi kişisel kanaatlerimi de benim dışımdaki kişilerin kanaatlerini de yaşıyor olmama borçluyum.
Hayatta kaldığım sürece ölümün benim için bir anlamı var. Bu içinden çıkılamaz bir paradokstur. Yaşıyorum çünkü öleceğim. Öleceğim çünkü yaşıyorum. Ölüm kavramının kişi üzerindeki etkileri özellikle kapitalist ülkelerde manipüle edilmeye çalışılmaktadır. Modern hayat, hayatta kalma savaşının sanatını bize izah etmeye çalışmaktadır. Ve bunu yaparken ölümü de dikkate almaktadır. Ölümü dikkate alış şekli yaşamın bir daha elde edilemeyeceği üzerine bina edilmiştir. Böyle bir mantık ilk bakışta doğru gibi gelmektedir. Fakat bu elde edilememezlik düşüncesi yaşamın her ne olursa olsun ego merkezli bir düşüncenin ekseninde hareket etmesini ve buna bağlı ahlak sisteminin oluşmasını sağlamaktadır.
Kişisel kanaatim şu dur ki; kişi ölene kadar ölümü hesaba çeker. Öldükten sonra da ölüm onun hesaba çeker. Ölüm ve hayatın sürekli birbirleri üzerindeki etkileri kişi için içinden çıkılamaz bir hal almaktadır. Ölüm, insan denilen canlıya iki zıt bakıştan birini sağlayacağını düşünmekteyim. Picasso’nun yapmış olduğu bir resimde biz ya resmin güzelliğine yada ressamın yaratıcılığına hayran kalırız. Tabi şimdiden her ikisine de hayran kalınacağını söyleyenleri duyar gibiyim. Bunun benim açımdan çok mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü her ikisine de hayran kalındığı zaman kişi kendisini hangisini daha yakın hissedecektir. Eğer biz hem resme hem de ressama hayran kalırsak şöyle bir yanlış anlama ortaya çıkacaktır. Bu yanlış anlama ikili önermeden değil tekli önermeden çıkacağını da belirtmem gerekecektir. Ki bu modern hayatta en fazla ‘tercih edilen’ bir yaşantıdır. Eğer olurda resimden yola çıkarsak bu sefer ressama ulaşmanın yolunu resme bağlarız ki bu putperestlik olur. Bu hataya düşme sorunundan dolayı ikisini de merkeze almak bizim ölüme yükleyeceğimiz anlamı değiştirecektir. Bu nasıl olacaktır bunu bir sonraki yazımda izah etmeye çalışacağım.
Saygılarımla.