Türküm, Müslümanım, Demokratım
Kimlik meselelerinin ne kadar hassas olduğunu bilmem uzun uzun anlatmaya lüzum var mı? Kimlik mevzusu söz konusu olduğunda insanlar, adeta derileri yüzülmüş, sinir uçları açıkta kalmışçasına temas ediyorlar birbirleriyle. En nazik dokunuşlarda bile vaveyla kopması an meselesi oluyor. Meselenin hassasiyetini mesleğim gereği biliyordum; ülkemizin yaşadığı çözüm ve yeni anayasa süreci nedeniyle bir kez daha yaşayarak gördüm. Özenli bir dil kullanmaya elimden geldiğince çabalamama rağmen, bu konularda yazdığım yazılara gelen bazı tepkilerin kan dondurucu niteliklerinden bir kez daha dersler çıkardım.
Kimlik deyip geçiyoruz ama bu konu biraz karışık. Herkes bir kimliğe mecbur, insan için en imkansız şey, fark edilmeden bir kenarda yaşamak. Bireysel kimliğimizin yanı sıra bir de toplumsal kimliğimiz var. Kimliğimizin toplumsal boyutunu anlamak hayli zor; bu boyut, birçok farklı isim altında karşımıza çıkabiliyor. Mesela mesleğimiz, tuttuğumuz takım, devam ettiğimiz hobi dernekleri toplumsal kimliğimizin içinde yer alıyor. Ama toplumsal kimliğimizin temel direklerini onlardan ziyade kolektif kimlik dediğimiz etnik, dini ve milli kimlikler oluşturuyor. Tamam, bazılarımız tuttuğumuz takım nedeniyle de başkalarıyla kolayca didişebiliyoruz ama kimliğimizdeki hassasiyeti asıl kolektif kimlikler oluşturuyor. Tıpkı bireysel kimlikte öz-saygıyı koruma ve yüceltmenin çok önemli bir yer tutması gibi toplumsal, kolektif kimlikte de bilişsel, davranışsal yanlardan ziyade duygusal yanlar çok daha fazla önem taşıyor, toplumsal kimlik, öz-saygıya dayalı bir işleyiş gösteriyor. Hepimiz etnik, dini ve milli kimliğimize herkes tarafından saygı gösterilsin istiyoruz.
Oldukça basit bir tartışmayı bile soysuz, hain nitelemelerine başvurmadan sürdüremediğimizi görünce, yine kimlikle ilgili bu yazıda yukarıdaki başlığı kullanmaya karar verdim. Kendi kimlik unsurlarımı ayan beyan ortaya koyarak hem kendimi daha iyi açığa vurmak hem de konunun hassasiyetine bir de bu şekilde dikkat çekmek istiyorum. Öz be öz Türküm, ceddimin hem ana hem baba tarafından geriye doğru izi sürüldüğünde etnik aidiyetimin hiç karışmadığı net olarak görülüyor. Takdir edersiniz ki etnik kimliğimin izlerini geriye doğru iki-üç nesil öncesine kadar ancak sürebiliyorum. Akrabalık bağları hakkında en kapsamlı arşive sahip olanlarımızda da bilinebilir şecerenin beş-altı nesil öncesini geçmediğini araştırmalar gösteriyor.
Etnik aidiyetimizi belirleyen temel hususun ırk, kan gibi ortak gen havuzundan değil, anadilden ve benzer çocuk yetiştirme pratiklerinden kaynaklandığını hemen tüm akademi ittifakla kabul ediyor. Anadili Türkçe olan, Türk bir ailede dünyaya geldiğim ve zihnimin belirleyici parametrelerinin, toplumsal davranışlarımın ana kalıplarının kişiliğimin oluşması sırasında buna göre yapılaşması nedeniyle Türküm. Türk olmaktan da fevkalade memnunum. Psikolojik sağlıklılık açısından herkesin de etnik kimliğiyle ilişkisinin memnuniyet tarzında olması gerektiğini düşünüyorum. Türklük, Kürtlük, Araplık, Çerkezlik, Arnavutluk, yani etnik kimliğimiz, bizim elimizde olan bir husus değildir; doğduğumuz aile tarafından belirlenir. Her insanın psikolojik sağlığı açısından etnik kimliğinden belli ölçülerde memnun olması şarttır. Etnik kimliğiyle, ana diliyle, içine doğduğu düşünce ve davranış kalıplarıyla boğuşup duran insanın kişiliğinde ciddi zaaflar olacağını görmek için psikoloji eğitimi almak gerekmiyor. Demek istiyorum ki, nasıl ben Türklüğümden memnunsam diğer etnik kimlikten insanların da kendi etnik özelliklerinden hoşnut olması elzemdir. Araplığını, Kürtlüğünü, Çerkezliğini reddeden değil, bu özelliklerinden memnun olan insanlar daha sağlıklıdır. Etnik kimliğimiz, hiçbirimizin üzerinden dilediği zaman çıkarıp bir başkasını giyebileceği kimlik değildir. Anadilimiz tarafından belirlenir ve bizimle birlikte mezara kadar gider.
Müslümanım elhamdülillah ama hemen hepimiz gibi ben de Müslüman bir toplumda, Müslüman bir ailede dünyaya geldiğim için esasen bu böyle. Başka bir dini inanca sahip toplulukta ve ailede dünyaya gelseydim, korkarım onlarla aynı inançları paylaşacaktım. Elbette gençlik yıllarımda aileden öğrendiğim Müslümanlıkıma belli bir mesafeden baktım ve Müslümanlık benim için yalnızca içine doğduğum değil, bilerek, isteyerek tercih ettiğim bir kimlik haline geldi. Diğer dinlerde pek öyle olduğunu sanmıyorum ama İslamiyet, gerçekten tüm hayatı ve üstelik gündelik hayatı baştanbaşa kuşatıyor; kendimize, yakınlarımıza, diğer insanlara, paraya ve eşyaya, tarihe, tabiata ve aleme bakışımızı belirliyor. Bu nedenle birçok insan kimlik meseleleri konuşulurken Müslümanım ve kimlik olarak bu bana yeter! diyor. Onların samimiyetlerine inanıyor ve kendilerine çok saygı duyuyorum ama ne ki bizzat İslam tarihi ideal Müslümanlık tanımının kimlikle ilgili tartışma ve didişmeleri ortadan kaldıramadığını gayet açık ve net gösteriyor.
Elbette başka insanlar bu tanımları kendilerine özgü biçimlerde yapabilirler ama benim kişisel inşamda, Türk ve Müslüman olmak, yani kimliğimdeki etnik ve dini öğeler ana yapıyı oluşturuyor. Bunlara yapılmış bir saygısızlığı, saldırıyı, hor görme ve aşağılamayı doğrudan doğruya kendi fiziksel varlığıma yapılmış gibi hissediyorum, acı ve öfke duyuyorum, acının ve öfkenin şiddetine göre tepki vermek istiyorum. Başka etnik aidiyetlerden ve dini inançlardan insanların acılarını da kendi durumumdan yola çıkarak anlamaya gayret ediyorum. Onları anlayıp, saygı duydukça daha da insanlaştığımı hissediyorum.
Ancak kolektif kimlikler, etnik ve dini unsurlardan ibaret değil bir de milli kimlik var. Dilerseniz milli kimlik ve demokratlık bahsini sonraki yazıda ele alalım. Neden Rahmetli Ziya Gökalp gibi Türküm, Müslümanım, uygarım demediğimizi, onun bakışından farklılıklarımızı anlatmaya çalışalım.
twitter.com/erolgoka
www.facebook.com/egoka1
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.