Türkiye'de engellilere hayat "dar"
Devlet Denetleme Kurulunun (DDK) özürlülerle ilgili raporunda, konuyla ilgili çalışmaların, ''birçok durumda, 'yapmış olmak için yapma'nın ötesine geçemediği, kurum binasının girişine tekerlekli sandalyeler için rampa gibi çok kolay bir fiziki düzenlemenin bile çoğu kurumda yıllardır yapılmadığı'' belirtildi.
DDK'nın, 27 Ağustos 2009 tarihli ''T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı Faaliyetlerinin Denetimi ile Özürlü Bireyler, Yakınları ve Toplumun Bütün Kesimlerinde Özürlülük Konusunda Toplumsal Bilinç ve Duyarlılık Oluşturulması Amacıyla Yapılan Çalışmaların Değerlendirilmesi ve Bu Tür Çalışmaların Düzenli ve Verimli Şekilde Yürütülmesi ve Geliştirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler'' başlıklı raporu Cumhurbaşkanlığının internet sitesinde yayımlandı.
Özürlülüğün tarihsel süreci, Türkiye'deki kurumsal yapılanma ve yasal alt yapının anlatıldığı raporda, engellilik durumları ve derecelerine ilişkin tanımlar, bakım modelleri, engellilere yönelik eğitim kurumları yasal dayanakları ve uygulamalarıyla ele alındı.
Özürlülüğün, gelişmiş veya az gelişmiş toplumların ortak özelliği olduğu belirtilen raporda, ''Gelişmiş ülkelerde özürlülük oranı, gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelere göre daha az değildir'' denildi.
Türkiye'de 2002 verilerine göre yaklaşık 8,4 milyon özürlü vatandaş bulunduğu ve bunun toplam nüfusa oranının yüzde 12,29 olduğu kaydedilen raporda, özürlülerin yalnızca yüzde 13,7'sinin mesleki eğitimden faydalanabildiği vurgulandı.
Raporda, ''Yaşlılıkla birlikte özür oranı ve var olan özrün derecesi de artmaktadır. Yaşlı nüfus oranının en fazla olduğu Avrupa kıtasında 2000 yılında yüzde 20 olan 60 yaş üzeri nüfusun 2050 yılında yüzde 37'ye çıkacağı hesaplanmıştır. Bu durum, gelecekte özürlülük oranının da artacağı gerçeğini ortaya koymaktadır'' denildi.
''KURUM YÖNETİCİLERİ YENİ UYARLAMALARA KARŞI İSTEKSİZ''
Özürlü veya özürlü yakını dışındakilerin, özürlülük sorunuyla yüzleşmelerinin sadece özürlü birini gördükleri anla sınırlı olduğu değerlendirmesi yapılan raporda, özürlünün eğitim, sosyal hayata katılma, gelecek kaygısı gibi daha bir çok sorunla karşı karşıya kaldığı vurgulandı.
''Özürlülük bireyler ve devletler için medeniyet testi aracıdır. Özürlüye karşı ilgisizlik, küçümseme, dışlama, engelleme gibi sorunların nedeni büyük ölçüde bu farkında olmamadır'' denilen raporda, özürlülüğe yaklaşımda başarılı toplumların, engellilere insani muameleyi gerçekleştirdikleri ve özürlünün yükünü en aza indirdikleri kaydedildi.
Türkiye'de son yıllarda özürlülükle ilgili önemli politikalar oluşturulduğuna ve yasal düzenlemeler yapıldığına işaret edilen raporda, özellikle 2005 yılından sonra ''yardım temelli'' anlayıştan, ''hak temelli'' anlayışa geçişin başladığının gözlendiği belirtildi.
Devlet bütçesinden özürlülere ayrılan paylarda önemli artışlar gerçekleştiğine ilişkin tespite de yer verilen raporda, şunlar kaydedildi:
''Bununla birlikte bakım, eğitim, istihdam, ulaşabilirlik gibi birçok konuda özürlülerin karşı karşıya olduğu çok ciddi sorunlar devam etmektedir. Bu sorunların bir kısmı, kurumların, personel ve ekipman olarak yeni politikalara cevap verebilecek donanıma sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Ancak yeni politikaların hayata geçirilememesindeki asıl önemli sorun, kurum yöneticilerinin kendilerini yeni politikalarına uyarlamaları konusundaki isteksizlikleridir. Yöneticiler, mevzuattaki bazı boşluklardan da yararlanarak, özürlülük alanında kendilerine yüklenilen sorumlulukları yerine getirmemektedirler.
Yapılan çalışmalar, birçok durumda, 'yapmış olmak için yapma'nın ötesine geçememektedir. Kurum binasının girişine tekerlekli sandalyeler için rampa gibi çok kolay bir fiziki düzenlemenin bile çoğu kurumda yıllardır yapılmamış olması bunun en basit göstergesidir. Özürlülerin haklarının korunması ve kendilerine insanca yaşayabilme imkanlarının sağlanması konusundaki ihmallerin temelinde, toplumsal farkındalık zafiyeti yatmaktadır.''
''BİREY VE TOPLUM DÜZEYİNDE FARKINDALIK YARATILMALI''
Raporun sonuç bölümünde, özürlülere yaklaşımda sosyal modelin benimsenmesi yönünde 2005 yılından itibaren gerçekleştirilen mevzuat düzenlemeleri, proje uygulamaları ve bütçe ödeneklerindeki artışların takdire değer bulunduğu belirtilerek, söz konusu yaklaşımın sürdürülmesi gerektiği kaydedildi.
2005 yılında yürürlüğe giren 5378 sayılı Özürlüler Kanunu'nun, özürlülüğü algılamada ve özürlülere yaklaşımda, tıbbi modelden sosyal modele geçişte önemli bir dönüm noktası olduğu vurgulanan raporda, ''Bu Kanunda, özürlülerin bakım, eğitim, istihdam ve sosyal hayata katılmada kısacası, hayatın her alanında özürlü olmayanlarla birlikte en üst düzeyde yer almasını sağlayacak ilkeler ve modeller benimsenmiştir'' denildi.
''Özürlülere karşı olumsuz tutumların, ön yargıların ve ayrımcılığın önlenmesine yönelik olarak tutum değiştirme programlarının oluşturulmasına ve bunların hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır'' değerlendirmesine yer verilen raporda, bu konuda birey ve toplum düzeyinde farkındalık geliştirilmesinin gerektiğine dikkat çekildi.
''KURUMLARIN DAĞINIK ÇALIŞMASI...''
Raporda, özürlülerle ilgili pek çok kurumda ayrı ayrı veriler yer almasına karşın kurumların bazılarının ellerindeki verileri, özel hayatın mahremiyetine helal gelebileceğini gerekçe göstererek Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı (ÖZİDA) ile paylaşmaya yanaşmadığı belirtildi. Bu durumun, ÖZİDA'nın hazırladığı Ulusal Veri Tabanı Projesi'nin eksik kalmasına neden olduğunu kaydedildi.
Bir çok kamu kurum ve kuruluşunun da özürlülere birbirinden kopuk bir şekilde hizmet verdiğine işaret edilen raporda, bunun dağınıklık ve koordinasyonsuzluğu da beraberinden getirdiği, bazı özürlülerin birkaç yerden yardım alırken, bazılarının hiçbir yerden yardım alamaması gibi sonuçlar doğurduğu vurgulandı.
Kurumların dağınık çalışmasının ve özürlülük alanında hizmet veren birden fazla kurum ve kuruluşun bulunmasının tam ve güvenli bir veri sisteminin yokluğunun nedeni olarak gösterilen raporda, ayrıca bu durumun birim ve personel fazlalığına sebep olduğu ifade edildi. Raporda, ''Örneğin Özürlüler İdaresi Başkanlığı Personel Dairesi Başkanlığında 9 personel bulunmaktadır. Bu personelin biri daire başkanı, 3'ü şube müdürü, 2'si şef, 2'si bilgisayar işletmeni, biri veri hazırlama kontrol işletmenidir. Birimde sadece bir memur vardır. Diğer birimler de benzer durumdadır'' denildi.
Yetki çatışması, ücret dengesizlikleri, yetkinlik ve etki sorunun da özürlülük alanındaki hizmetlerin sunulmasında önemli sıkıntılar yarattığına dikkat çekilen raporda, ÖZİDA'nın bu alanda hizmet veren kamu kurum ve kuruluşları üzerinde herhangi bir yetkisi bulunmadığı, sadece görevini yerine getirmeyen kurumları Başbakanlığa iletebildiği hatırlatılarak, bu durumun ÖZİDA'yı işe yaramayan, etkisiz ve yetkisiz bir kurum haline getirdiği belirtildi.
Özürlülere doğrudan hizmet veren bir kurum olmayan ÖZİDA personelinin özürlülükle ilgili teorik bilgiye sahip olduğuna dikkat çekilen raporda, bunun da kurumun yetkinliği konusunda olumsuz görüşlere neden olduğu vurgulandı.
''SOSYAL HİZMETLER VE YARDIM BAKANLIĞI OLUŞTURULSUN''
Özürlülük alanında yaşanan dağınıklığın giderilmesi, sorunların en aza indirilmesi ve diğer sosyal hizmetlerin daha etkin olarak sunulması için ''yeni bir yapılanmaya gidilmesi'' önerisinin yer aldığı raporda, şunlar kaydedildi:
''Yeni yapı tüm sosyal hizmetlerin tek bir çatı altında birleştirilmesi ve tek bir otoriteye bağlı olarak yürütülmesi esasına dayanmalıdır. Önerilen model mevcut yapıda sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren bütün kurum ve kuruluşların bünyesinde bir araya toplandığı yeni bir bakanlıktır. Bu bakanlığın ismi Sosyal Hizmetler ve Yardım Bakanlığı olabilir. Bakanlık, Sosyal Hizmetler ve Sosyal Yardımlar olmak üzere 2 ana gruba ayrılmış bir yapıdan oluşur.''
Raporda, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK), Özürlüler İdaresi, Kadının Statüsü, Aile Araştırma, Darülaceze ve benzeri kurumlarla vakıfların yurt ve iaşe hizmetlerinin sosyal hizmetler; sakat ve 65 yaş aylıkları, yeşil kart, özel eğitim giderleri, özürlü öğrencilerin taşınması, sosyal yardımlar, burslar, krediler ve hibe teşviklerinin ise sosyal yardımlar çatısı altında birleştirilmesi gerektiği görüşü belirtildi.
Yeni kurulacak yapıda ÖZİDA'nın özürlülükle ilgili araştırma, inceleme, politika geliştirme ve koordinasyondan sorumlu birim olarak mevcut konumuyla yer alması önerilen raporda, özürlülük gibi hassas bir konu karşısında karar alma ve uygulama açısından hızlı hareket etmesi gereken kurumsal bir yapıya ihtiyaç duyulduğu vurgulandı.
AB'nin temel aldığı ''hizmetin vatandaşa en yakın yönetim birimi tarafından yürütülmesi'' ilkesinin önemine değinilen raporda, özürlülere yönelik hizmetlerin öncelikle yerel yönetimler tarafından yerine getirilmesi tavsiye edildi.
Öte yandan, raporda, özürlülere yönelik yardımların tek bir çatı altında toplanmasının yardım sürecinin daha sağlıklı izlenmesine ve gelecekteki politikaların daha doğru belirlenmesine imkan sağlayacağı ifade edildi.
Yöneticilerin başarısız olarak kamuoyuna yansıtılmasının idari cezalar ve yargı kararlarından daha caydırıcı olduğuna dikkat çekilen raporda, özürlülük alanındaki faaliyetlerin etkinliğini denetlemek amacıyla bağımsız nitelikte bir kurul oluşturulması ve bu kurulun görüş ve önerilerinin düzenli olarak kamuoyuyla paylaşılması önerildi.
''BAKIM HİZMETLERİ EYLEM PLANI KAĞIT ÜZERİNDE KALDI''
ÖZİDA'nın faaliyetlerinin bugünkü durumuna da değinilen raporda, 2 yılda bir yapılması öngörülen Özürlüler Şurası'nın oldukça kalabalık bir kadroyla toplandığı ve önemli bir mali yüke neden olduğu belirtildi. 3 gün süren şuralar sonucunda alınan kararların büyük çoğunluğunun bugüne kadar uygulamaya konulmadığına dikkat çekilen raporda, ''Üçüncü şura toplantısının ardından şura kararları ile yetinilmemiş, ÖZİDA tarafından şura kararlarına yönelik bir de 'Bakım Hizmetleri Eylem Planı' hazırlanmıştır. Şura kararlarına yer veren plan, kararla ilgili olarak kurum ve kuruluşun yapacakları işleri takvime bağlamış ve bu faaliyetlerle ilgili beklentileri ortaya koymuştur. Ne var ki bu eylem planı da kağıt üzerinde kalmış ve uygulamaya aktarılamamıştır'' denildi.
Özürlüler Yüksek Kurulu toplantılarından da gerekli verimin alınmadığı ifade edilen raporda, ''toplantılar sonrasında muğlak ifadeler içeren ve uygulamaya konulmayan bildiriler hazırlandığı'' kaydedildi.
Raporda, kurulun en önemli görevlerinden birinin başkanlıkça hazırlanan ve incelenen projelerin öncelik sırasını belirlemek ve uygulanacak projeleri karara bağlamak olduğu hatırlatılarak, ''ancak bugüne kadar başkanlıkça uygulanan projelerin hiçbiriyle ilgili karar alınmadığına'' işaret edildi.
ÖZÜRLÜLER GÜNÜ MÜ, SAKATLAR HAFTASI MI?
BM Genel Kurulu'nun 3 Aralık 1981'de aldığı kararla, o yılı ''Özürlüler Yılı'' ilan ettiği, 1982'de de özürlü kişilerle ilgili dünya eylem programını yürürlüğe koyduğu hatırlatılan raporda, bu çerçevede 10 yıllık periyotta her yılın 10-16 Mayıs tarihlerinin ''Sakatlar Haftası'' olarak kutlandığı belirtildi.
''Özürlüler 10 Yılı''nın 1993'de sona ermesiyle ''Sakatlar Haftası'' kutlamasından vazgeçildiği, 3 Aralık gününün ''Dünya Özürlüler Günü'' olarak kutlandığı anımsatılan raporda, ''Birleşmiş Milletler kararından sonra dünya ülkelerinde özürlüler günü olarak sadece 3 Aralık Dünya Özürlüler Günü kutlanmasına rağmen, ülkemizde hem bugün hem de 10-16 Mayıs Sakatlar Haftası her yıl kutlanmaya devam edilmektedir. ÖZİDA da bu uygulamaya iştirak etmektedir'' denildi.
''PERSONEL YETERSİZLİĞİ YA DA NİTELİKSİZ PERSONEL, AŞIRI KALABALIK, ŞİDDET KULLANIMI..."
Devlet Denetleme Kurulu'nca (DDK) özürlülere ilişkin hazırlanan raporda, bazı bakım merkezlerinde çeşitli nedenlerle yaşanan sorunların ''devlet itibarını zedeleyecek şekilde kamuoyuna yansıdığı'' ifade edilerek, ''Bu olumsuzluklar, özürlü bireylere zarar vermenin yanında, Türkiye'yi uluslararası alanda zor duruma düşürmeye çalışan bazı girişimlere malzeme yapılabilmektedir'' denildi.
Raporda, ''Öncelikle insanımızın onurlu yaşamasının sağlanması, ayrıca ülkemizin itibarının yıpratılmasına fırsat verilmemesi için ülkemizde bakım hizmetlerinin bir ekip işi olduğu kabul edilmeli ve ekipte görev alacak her personel kendi branşında en az 4 yıl uygulama yaparak en iyi şekilde yetiştirilmelidir'' görüşüne yer verildi.
DDK'nın, ''TC Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı Faaliyetlerinin Denetimi ile Özürlü Bireyler, Yakınları ve Toplumun Bütün Kesimlerinde Özürlülük Konusunda Toplumsal Bilinç ve Duyarlılık Oluşturulması Amacıyla Yapılan Çalışmaların Değerlendirilmesi ve Bu Tür Çalışmaların Düzenli ve Verimli Şekilde Yürütülmesi ve Geliştirilmesi İçin Alınması Gereken Tedbirler'' başlıklı raporu Cumhurbaşkanlığının internet sitesinde yayımlandı.
Raporun sonuçları arasında ''Özürlülerin bakımı konusunda personel eksikliği giderilmeli, bakım güvence sistemi oluşturularak aileler daha fazla desteklenmelidir'' tespiti de yer aldı.
Bu alanda gelişmeler sağlanmış olmasına rağmen, önemli sıkıntıların devam ettiği belirtilen raporda, üniversitelerde bakım personeli yetiştiren bölümlerin sayısının artırılması, ara personel ihtiyacının karşılanması için bakım konusunda eğitim veren meslek yüksek okullarının yaygınlaştırılması önerildi.
Özürlü ailelerine verilen desteklerin yetersiz olduğu vurgulanan raporda, aileden en az bir kişinin sürekli özürlünün yanında bulunması gerektiğinden istihdama katılamadığı ve aile gelirine katkı sağlayamadığına işaret edildi. Raporda, ''Özürlü ailesi önemli bir mali yükle karşı karşıya kalmaktadır. Söz konusu yükün devlet tarafından paylaşılması gerekmektedir. Bu kapsamda, öncelikle, özürlü ailelerine, yeterli mali destek sağlanmalıdır'' denilerek, özürlünün bakımına yardımcı olacak, bakıcı eleman desteği verecek ''semt sosyal hizmet ve yaşam merkezleri'' kurulması önerildi.
Bu alanda ABD, Almanya ve İngiltere'de yaygın olarak kullanılan ''manevi bakım'' üzerinde de çalışılabileceği belirtilen raporda, ''Özürlü ebeveynlerinin çocuklarıyla ilgili 'Ben öldükten sonra o ne yapacak?' endişesini büyük ölçüde giderecek şekilde 'bakım sigortası ve bakım güvence sistemi' oluşturulmalıdır. Bu sistemin oluşturulması için gerekli Kanun değişikliği yapılmalıdır'' görüşüne yer verildi.
''ÖZÜRLÜ AİLELERİ ZAMAN ZAMAN HAKARETE UĞRUYOR''
Özürlülerin eğitime katılımlarının önündeki engellerin kaldırılması ve eğitimden mahrum kalan özürlülerin eğitime kazandırılmasının gereğine değinilen raporda, Türkiye'de özürlü aileleri çocuklarını okullara kaydettirme ve uygun eğitim sağlama konusunda önemli sıkıntılar yaşadığı, ''var olan hakların kullanılamadığı'' ifade edildi.
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğünün özürlülerin eğitimiyle ilgilendiği hatırlatılan raporda, bu birimin görev tanımı değiştirilerek normal okullardaki özürlü öğrencilerin sorunlarıyla da ilgilenen bir yapıya kavuşturulması ya da Milli Eğitim Bakanlığı'nda her genel müdürlükte özürlülerle münhasıran ilgilenen birimler kurulması gerektiği kaydedildi. Raporda, öğrencilerin mümkün olduğunca kaynaştırmalı eğitim görmelerinin sağlanması istendi.
DDK raporunda şu değerlendirmelerde bulunuldu:
''Mevzuatımızda öncelikli olarak kaynaştırma eğitimi benimsenmiş olmasına rağmen, özürlü öğrencilerin normal okullara kayıtlarının yapılmasında önemli sıkıntılar yaşanmaktadır. Özürlü öğrencilerin durumlarının tanılanması ve uygun eğitim programlarına yönlendirmesi işlevi yerine getiren Rehberlik Araştırma Merkezleri ile eğitim kurumları arasında aileler bir kurumdan öbürüne havale edilmek suretiyle oyalanmakta, hatta zaman zaman hakarete uğramaktadırlar. Bu durum diğer öğrenci velileri, öğretmen ve okul yönetimlerinin yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır.''
Raporda, okullardaki özel eğitimci sayısının yeterli seviyeye çıkarılması ve tanılama işleminin Rehberlik Araştırma Merkezleri yerine okullarda yapılmasının sağlanması gereği ifade edildi.
''İŞVERENLER ÖZÜRLÜ ÇALIŞTIRMA KONUSUNDA İSTEKSİZ''
Özürlülerin istihdamına ilişkin değerlendirmelere de yer verilen raporda, ''Özürlülerin istihdama katılmalarının önündeki engeller kaldırılmalı, istihdamı artırıcı yapı ve modeller geliştirilmeli ve desteklenmelidir'' denildi.
Mevzuatta, kamu ve özel kesim işverenlerinin belli bir oranda özürlü çalıştırması zorunluluğunu esasına dayalı ''kota sistemi'' yer aldığına değinilen raporda, ''Hem kamu hem de özel kesim işverenleri özürlü personel çalıştırma konusunda isteksiz olduğundan bu kontenjanların çok altında özürlü istihdamı gerçekleşmektedir'' tespitinde bulunuldu.
''Son yıllardaki olumlu gelişmelere rağmen, Türkiye'de özürlülerin istihdamıyla ilgili hala önemli sorunlar bulunduğu'' ifade edilen raporda, 2002 verilerine göre Türkiye'de yaklaşık olarak her beş özürlüden sadece birisi iş gücü piyasasında yer aldığı kaydedildi.
Özürlülerin sosyal hayata katılmalarının önündeki engellerin kaldırılması gerektiği vurgulanan raporda, bu kapsamda fiziki düzenlemelerin önemine dikkat çekildi. ''Bu konuda 5378 sayılı Kanunla kurumlara yüklenilen sorumluluklar için müeyyideler de belirlenmeli'' değerlendirmesi yapılan raporda, işaret dili oluşturma çalışmalarının da bir an önce sonuçlandırılması istendi.
''Özürlülüğün istismarını önleyecek tedbirler geliştirilmesi, denetim ve takiplerin artırılması ve müeyyidelerin tavizsiz şekilde uygulanması'' gereğine dikkat çekilen raporda, ''Özürlülüğün, hem başkaları hem de özürlülerin kendileri (aileleri) tarafından istismarında en yaygın uygulama, özürlülerin dilen(diril)mesidir'' denildi.
Raporda şunlara yer verildi:
''Dilencilik bir kazanç kapısı olarak kaldığı sürece, sağlıklı ama kimsesiz çocukların kollarına, bacaklarına ya da görünür yerlerine sarımsak bağlanarak yaraya sebep olma, sonra ilaçlarla yarayı sürekli hale getirme, kemik gelişimi tamamlanmamış çocukların kıkırdakları üzerine baskı yaparak bedensel deformasyona neden olma, kol ve bacakları kırıp kemikleri yanlış kaynatma gibi insanlık dışı uygulamalar devam edebilecektir. Bu yüzden dilencilikle mücadelenin hem insanlık mücadelesi hem de özürlülükle mücadele kapsamında ele alınması gerekir.''
''TÜRKİYE'NİN İTİBARI ZEDELENEBİLİYOR''
Özürlülere karşı ayrımcılığın ve kötü muamelenin önüne geçilmesi için gerekli tedbirlerin alınması istenen raporda, ''özürlülerin sadece bakım merkezlerinde değil her alanda kötü muameleyle karşı karşıya kalabildiği'' ifade edildi.
Raporda, ''Kötü muamele'' başlığı altında şunlar kaydedildi:
''Bazı bakım merkezlerindeki uygun olmayan fiziksel şartlar, personel yetersizliği ya da niteliksiz personel, aşırı kalabalık, şiddet kullanımı, tıbbi yetersizlikler, istismara karşı koruma önlemlerinin eksikliği gibi sorunlar, zaman zaman, devlet itibarını zedeleyecek şekilde kamuoyuna yansımaktadır. Bu olumsuzluklar, özürlü bireylere zarar vermenin yanında, Türkiye'yi uluslararası alanda zor duruma düşürmeye çalışan bazı girişimlere malzeme yapılabilmektedir.
Uluslararası Zihinsel Özürlülerin Hakları (Mental Disability Rights International -MDRI) girişimi tarafından hazırlanan ve 28 Eylül 2005 tarihinde yayımlanan 'Human Rights Abuses in the Psychiatric Facilities, Orphanages and Rehabilitation Centers of Turkey' raporunda SHÇEK'e bağlı kuruluşlarda çekilen görüntüler internetteki bazı video paylaşım sitelerinde gösterilerek ülkemiz aleyhinde propaganda yapılmıştır. Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi (RUSİHAK) de 2008 Türkiye Raporunda SHÇEK'e bağlı rehabilitasyon ve bakım merkezlerindeki uygulamalara yer vermiştir.
Yine, Avrupa ve Dünya gündemine oturan ve 6 Kasım 2008 tarihinde York Düşesi Sarah Ferguson 'Düşes ve Kızları: Onların Gizli Görevi' başlığıyla yayımlanan SHÇEK'e bağlı Ankara Saray Rehabilitasyon Merkezi ve İstanbul Zeytinburnu Rehabilitasyon Merkezinin görüntüleri Türkiye'nin itibarını zedelemiştir.''
TBMM İnsan Hakları İnceleme Alt Komisyonu'nun, 22 Ocak 2004'te SHÇEK'e bağlı Saray Rehabilitasyon Merkezi'nde yaptığı incelemelerde insan haklarının ihlal edildiğini vurguladığı belirtilen raporda, şu öneriler yer aldı:
''Öncelikle insanımızın onurlu yaşamasının sağlanması ve ayrıca ülkemizin itibarının yıpratılmasına fırsat verilmemesi için ülkemizde bakım hizmetlerinin bir ekip işi olduğu kabul edilmeli ve ekipte görev alacak her personel kendi branşında en az 4 yıl uygulama yaparak en iyi şekilde yetiştirilmelidir. Bakım merkezlerinde çalışacak personel bilimsel yöntem ve tekniklerle seçilmeli, personele hizmet içi eğitim verilmeli, bakım merkezlerinin şartları iyileştirilmeli ve buraların denetimleri sıklaştırılmalı, bu denetimlerde özel yöntemler kullanılmalı ve tespit edilen kişisel kusurlar cezalandırılmalıdır.''
''ŞAHISLARIN OLUŞTURDUĞU KALDIRIM ÇARPIKLIĞI TESCİL EDİLİYOR''
Engellilerin gündelik yaşamlarını sürdürebilmesi açısından ulaşabilirliğin önemine değinilen raporda, bu konuda çok sayıda yasal düzenleme olduğu, ancak uygulamanın, özellikle fiziki koşullar açısından yasal düzenlemelerin çok uzağında olduğu ifade edildi.
Türkiye'de ulaşabilirlikle ilgili en önemli sorunların başında binalar, kaldırımlar ve ulaşım araçlarının geldiğine dikkat çekilen raporda, bununla ilgili karşılaşılan sorunlar fotoğraflarla da desteklendi.
Raporda, Ankara'nın merkezindeki okullarda özürlü öğrencilerin sınıflarına erişimlerini sağlayacak tertibat bulunmadığı, en basit şekilde olan tekerli sandalyenin hareket edebileceği rampaların okulların neredeyse hiçbirinde olmadığı kaydedildi.
Kaldırım düzeni konusunda standart ve bütünsel bir yaklaşım bulunmadığına değinilen raporda, şunları yer verildi:
''Bu yüzden, her bina sahibi, kendi binasının önünü kendi anlayışına göre şekillendirme yoluna gitmiştir. Genellikle her binaya ait duvarla çevrili, yer yer kaldırıma doğru sokulmuş ve park alanı olarak kullanılan mekanlar oluşturulmuştur. Bir cadde veya sokağın başından sonuna kadar birbirinden farklı bir çok karakterde kaldırım ve otopark düzeni bulunmaktadır. Böylece hem daha az park alanı ve yeşil alana yer kalmakta, hem de kullanışsız bir kaldırım düzeni ortaya çıkmaktadır. Belediyelerin zaman zaman yürüttükleri kaldırım yenileme çalışmalarında, şahıslar tarafından oluşturulmuş bu şekiller esas alınmakta ve çarpıklık, yetkili kamu otoritesi tarafından da tescil edilmiş olarak süreklilik kazanmaktadır. Bu düzensizliğin ortadan kaldırılması için farklı mühendislik ve sosyal alan uzmanlarından müteşekkil bir heyet tarafından üzerinde çalışılarak bir cadde, sokak, kaldırım ve park düzeni şekli oluşturulması ve bunun bütün belediyeler tarafından uygulanmasının sağlanması önerilir.''
Raporda, teknolojideki gelişmelere rağmen toplu taşım araçlarının ''özürlülerin kullanımına uygunluktan çok uzak olduğu'' da belirtildi.
''HER KURUM AYRI AYRI SAĞLIK RAPORU İSTEMEMELİ''
Özürlülüğün önlenmesi çalışmalarına ağrılık verilmesi, kurumlara verilen görevlerin etkin bir şekilde yerine getirilmesinin sağlanması gerektiği ifade edilen raporda, bu alanda kalıtsal hastalıklarla mücadele, doğru beslenme, çevre sağlığı ve güvenliği, iş güvenliği, fiziki ve sosyal düzenlemelerin ele alınması gereği vurgulandı.
''Özürlülerin ve özürlü ailelerinin sosyal ve psikolojik sorunlarına çözümler geliştirilmeli ve bu konuda devlet politikası belirlenmelidir'' denilen raporda, bazen özürlü bireyin kontrolsüz davranışlara sevk eden cinsel sorunların, cinsel istismara da sebep olabildiği, kimi özürlü ailelerinin sosyal ilişkilere sınırlama getirmek zorunda kaldığı ifade edildi.
Her haktan yararlanması için özürlülerden her kurumun ayrı ayrı sağlık raporu istemesinin yarattığı zorluklara değinilen raporda, özürlülerin hizmetlere ulaşımını engelleyen gereksiz bürokrasinin ortadan kaldırılmasının öneminin altı çizildi.
Raporda, özürlülerle ilgili bilgileri sağlıklı ve güvenilir bir şekilde barındıracak, güvenlik seviyesi en üst düzeyde olan bir veri tabanı oluşturulması ve BM Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme'den doğan yükümlülükler karşısında gerekli tedbirler alınması istendi. (A.A)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.