Şizofrengist Ressam Rauf
‘’Bugün çok iş var yine, daha şimdiden otuz sekiz tane mezar çizmem gerekecek, otuz dokuz oldu. Geçen Pazar tam yüz yirmi üç tane mezar çizmiştim sabaha kadar ama bugün Pazar değil ki Salı bilemedin Cuma, ya namaz, neyse. ’’
Adı Rauf soyadı Ünlü bakmayın soyadının ünlü olduğuna beş para etmez ressamın tekidir aslında. Beş para etmez diyorum haksızlık mı ediyorum acaba? Bence etmiyorum. Daha bir resmini bile görmedi hiçbir canlı, camını her sabah pisleten güvercinler dışında. Muntazam olarak her hafta sonu Eminönü’nde toptancıya gidip üç tane büyük, iki tane de orta boy tuval ile ihtiyacı kadar yağlı boya alıp geri döner evine. Zaman zaman ünlü balık-ekmekçilerde soğansız balık-ekmek yediği ve üzerine şalgam suyu içtiği bilinir. Hatta bir keresinde ıslak mendil satan çocuğa yirmi beş kuruş bahşiş attığı bile tahmin edilir.
‘’Elli altı oldu neyse ki yeteri kadar tuvalim var. Fakat beyaz boya azalmıştı yarın baktığımda. Malum mezar taşı çizmekten. Şu suratı muşmula adamın giydiği siyah sandalet ayakkabıdan sayılır mı acaba, sence sayılmaz, bence de. İçine bir de beyaz çorap giymiş köftehor seni. Uzamış kulak tüyleri bu mesafeden bile fark ediliyor. Hazır farkında lığım artmışken saçıma sakalıma bir şekil vermeli. Camdan yansıyan görüntüm hiç iç açıcı değil. Camdan yansıyan dediysem, neyse korkutmayayım sizi şimdi’’
Firuzağa kahvesinin hemen karşısında oturur Rauf. Rauf’un Evi Cihangir Camii’ne bakar, Cihangir Camii Rauf’un evine. Fakat Rauf daha çok bakmaktadır Cihangir Camiine, hele Cuma günleri. Pek bir telaşlı olur o güzel sabahlarda ellerini tinerle güzelce temizler sonra kaynar suyun altında dakikalarca paklanmasını bekler. Çıktığında ise kulaklarını annesinden kalma tığın arkasıyla temizler bilmem neden. Sakalları vardır Rauf’un upuzun. Aslında Cuma sabahları öyle hazırlık yaptığı da palavradır. Daha hangi dinden olduğunu bilmem, sakalları uzun diye Müslüman bildim Rauf’u. Yanlış yönlendirdim sizi ama özür dilemiyorum. Allah’tan sadece Rauf’un ilaçlarını kullanması için yardım diliyorum.
‘’Etti mi sana seksen yedi daha beş saat var geceye o zamana kadar artar herhalde. Faturaları ödemek gerek, dolabı da doldurmak. Ulan ne kirli bir düzenin kıskacındayım, yaşam eşittir para. Allah’tan babam Napolyon’u severmişte ne dediyse harfiyen yerine getirip üç beş bir şeyler ayırmış bana yani bize. Biz dediysem yanlış anlamayın. Çizdiğim mezar taşları da benden sayılır fakat hepsinin üzerinde aynı isim yazılıdır. Ağlayarak okşarım hepsini, alıp göğsüme bastırırım ömrüm derim ömrüm, kesif tiner kokusu uyuşturur beynimi sızıp kalırım mezar taşlarının başında. ’’
Aslında tablolarının yani mezar taşlarının başında pek sık uyumaz Rauf. Evi iki odalıdır birinde çalışır diğerinde tablolarını saklar. Nerede uyuduğu konusuna gelince, pek sık uyumaz aslında Rauf. Uyuduğunda ise koridora yer yatağını serip bildiği bütün sigara ve ayakkabı boyası markalarını sayıp huzura erer. Rauf yaralıdır sayın abiler ablalar hem de çok ağır yaralı. 17 Ağustos 1999 senesinden beri yalnızdır. Kabul edin hadi, kolay mı iki aylık çeyizinizi ve çok sevdiğiniz eşinizi toprak altında bırakmak. Gözleri dolar be insanın, ağlayamaz, söyleyemez, söylenenleri dinleyemez. Bir yumruk oturur midesine kalkıp gitmez. O vakitlerde olan oldu Rauf’a, babası aldı götürdü bir hastaneye şizofrengi miymiş neymiş. Kaldı üç ay orada kalkıp ziyaretine de gidemedim. Dayanamamış iltihap kokan hastane odalarına. Resim yapmak istemiş, kıytırıktan birkaç parça kağıt ve ne renk olduğu bile belli olmayan pastel boyalar sıkıştırmışlar eline. Sövmüş içinden Rauf 1. 80 boyuyla çatık kara kaşlarıyla devirmiş plastik masayı küçük adam. Üç ay sonra döndü evine Rauf. Babasını da istemedi yanına, hiç yabancılık çekmedi İstanbul’a, her sabah ezanıyla uyandığı koca Cihan sultanına.
‘’Bu ayın rekoru bu tamı tamına yüz elli yedi! Sabah çıkıp yeni tuvaller almalı, sifonun zinciri kopmuş, çaydanlığın da kulpu, halletmeli. Hava karardı seçemiyorum artık kimseyi, yatsı okunuyor kalkayım en iyisi. Sallanıyor ruhum yine, anlaşılan şu lanet olası ilaçları içmeden durmayacak bu. Babamı aramalıyım, uyumalıyım da. Özlemeliyim, özlüyorum da. Allah’ım ben kalkıp bir şey istesem senden çok mu ayıp etmiş olurum ya da bir şey söylesem? Peki. Özür dilerim.
Rauf’un sonunun ne olacağını bilmem ama iyi olacak diye umutla beklerim. İlaçlarını kullanacak, düzelecek o mezar taşlarıyla dolu evden çıkacak, sigarayı azaltacak, ayakkabılarını her gün boyamayacak. Hayatın farklı köşelerini yansıtacak tuvallere, kurtulacak Firüzağa’da gördüğü siyah ayakkabılı insan sayısı kadar mezar taşı çizmekten ve bir gün ülkenin en tanınmış ressamlarından biri olacak belki de. Rauf iyi adamdır, efendi adamdır, zararı dokunmaz kimseye.
Bunları nerden mi biliyorum?
Ben Rauf’un biraz kendisiyim de.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.