Bireyde Düşünmenin Gelişimi*

Bireyde Düşünmenin Gelişimi*
İnsan kendini ve dış dünyayı ayrı varlıklar olarak kavramlaştırır ve zihninde sembollerle temsil eder. İnsan kendi dışındaki bir dünyada yaşar; fakat dış dünyayı sembolik yoldan zihnine taşır ve kendi "ben"i ile birlikte zihninde bir iç dünya kurar.

İnsanın bir canlı varlık olarak ayırt edici niteliği, sembolik düşünme kabiliyetidir. Dış dünyaya duyularını kapadığı ve orada hiç hareket etmediği zaman bile insan, soyut zihinsel düzlemde semboller arasında ilişkiler kurarak hükümler verebilir. İnsan kendini ve dış dünyayı ayrı varlıklar olarak kavramlaştırır ve zihninde sembollerle temsil eder. İnsan kendi dışındaki bir dünyada yaşar; fakat dış dünyayı sembolik yoldan zihnine taşır ve kendi "ben"i ile birlikte zihninde bir iç dünya kurar. İç dünya dışarıdaki dünya ile sürekli yüzleşir. İnsan iç dünyasında yeni kavrayışlara varır; kendini ve dış dünyayı yeniden tanımlar. Soyut zihinsel düzlemdeki iç dünya, dış dünyayla duyumlar ve eylemler yoluyla temas kurar; fakat,  dış dünyayı, duyum ve eylemlere dayanarak oluşturduğu hükümlerle tasarımlar. Hüküm amaçla ilişkiye gelir. Bir sonraki eylem kararlaştırılır. Eylemin sonuçlarına ilişkin duyu verilerine göre amaçla ilişkili değerlendirme yapılır. Böylece sürer gider.  Eylemin mutlaka dış dünyada yapılan bedensel bir hareket olması gerekmez. Bazen kararlaştırılan eylem, düşünmeyi yeni bir kavramın ışığında sürdürmektir.

Hemen eklemek gerekir ki her ne kadar yetişkin insan bireyinde düşünme süreci duyu ve hareketten bağımsız olarak cereyan edebilirse de, düşünme, doğumla birlikte başlayan   duyum ve hareket deneyimleriyle başlar. Sembolik düşünme kabiliyeti geliştikten sonra,  düşünme duyum ve hareketten bağımsız bir sembolik süreç olarak yürütülebilirse de, tam bir izolasyon içinde uzun süre duyu ve hareketten yoksun bırakılan yetişkinin  düşünme süreci bozulur ve duyguları garipleşir.

Jean Piaget, zekânın başlangıcını harekette görmüştür. Bir canlı varlık olarak yeni doğan bebek, birtakım hareketler yapar. Bebekte hem belli özellikteki uyaranlara otomatik olarak yapılan doğuştan gelme refleksler vardır hem de canlılığın doğal enerjisiyle kendiliğinden yapılan rastgele hareketler vardır. Refleksler ve rastgele hareketler,  bebeğin dünyayı tanıması için doğal bir işbirliği içindedir.  Rastgele yaptığı hareketlerle parmağını ağzına götüren bebekte emme refleksi harekete geçer. Bebek parmağı ağza götürme hareketini tekrarladığı zaman artık duyusal-hareketsel bir şema meydana gelir. "Şema" Piaget'nin dilinde, bir bilgi yapısıdır. Burada bebeğin dünyayı tanımasına aracılık eden bir yapılanma vardır. Bebek hayatta kalmak için annesinin sütünü emmek zorundadır. Yeni doğmuş bebeğin dünyaya ilişkin bilgisi yoktur. Anne memesi nedir bilmez. Fakat bebeğin ağzı annenin meme ucu ile temasa getirilirse emme refleksi harekete geçer. Bu deneyimden sonra bebek acıktığında yalnızca ağlamaz; aynı zamanda ağzıyla annenin meme ucunu arar. Bebeğin "zihninde" bir şema oluşmuştur. O şema bebeğin eylemlerine kılavuzluk eder. Rastgele hareketlerin  ve duyumların içinden bir bilgi yapısına ulaşılmıştır. Sherrington da  karmaşık davranışların oluşumuna giren refleksif ögelere dikkati çekmiş ve "beynin bütünleştirici etkinliği" kavramından söz etmiştir. Biyolojik sistem, hayatın korunması açısından  kendi imkânlarına ve ihtiyaçlarına göre ne yapıyorsa, bütünsel bir sistem olarak yapar. Soyut sembolik düşünme ve refleksif duyu-hareket şeması bilim adamının analizci inceleme maksadı bakımından kavramsal olarak ayırt edilmiş işlevsel birimlerdir.  Biyolojik sistemin amacı ve işleyişi bakımından onlar bütünleyici işlevlerdir. Biyolojik sistemin bütünselliğini, onun dış dünyayla bağlantısını göz önünde tutarak genişletebiliriz. Refleksif duyu-hareket şemaları sembolik düşünme işlemleriyle nasıl bir bütünsel sistem oluşturuyorsa, bütünüyle biyolojik sistem de, fizyolojik düzeyde fiziksel-kimyasal alış verişler yoluyla ve psikolojik düzeyde deneyimler aracılığıyla dış dünya ile bağlantı  içindedir. Dış dünya ve biyolojik organizma bütünsel bir sistemdir. Fiziksel-kimyasal ve deneyimsel bağlantı koparsa, biyolojik organizmanın bütünsel sistemi çöker.

Zihin, duyu verilerini işlemden geçirerek gelişir ve sağlıklı işleyişini sürdürür. İşte bu noktada insan bilgilerinin kaynağına ilişkin rasyonalizm ve ampirizm felsefelerinin tek yanlılığı açıkça ortaya çıkar. Bir biyolojik sistem olarak somut insanın bilgi oluşturma süreci sırf akla dayandırılamayacağı gibi duyu verilerinin otomatik sonucu olarak da görülemez. Ampirizm ve onun uzantısı olan pozitivizm, duyu verilerini hem düşüncenin temeli olarak almış hem de düşüncenin gerçekliğini duyu verilerinde aramıştır. Bu yaklaşımın yanılgısı, deneyimi duyu verileriyle bir tutmasıdır. Kant Saf Aklın Eleştirisi adlı eserinde deneyimin insanın anlayışının ürünü olduğunu vurgulamıştı. Goethe'nin "deneyim, insanı her gün düzeltir" sözünü yorumlayan Claude Bernard, "fakat bu söz, insanın gözlediği şey hakkında deneyimine göre ve doğru muhakeme ettiği içindir; öyle olmasaydı insan kendini düzeltemezdi" demiştir. "Aklını kaybetmiş olan insan, yani deli, deneyim ile artık bir şey öğrenemez; artık deneyimine göre muhakeme edemez. Şu halde deneyim akla özgü bir ayrıcalıktır."

Kant'ın ve Bernard'ın yaklaşımını gördükten sonra bilginin kaynağına ilişkin ampirik felsefe görüşüne tekrar dönerek diyebiliriz ki parça parça deneyimler kendiliğinden bilgi haline gelmez. Çünkü bilginin en önemli özelliği cisimlerin ve olayların hayallerini ya da temsil edici  fikirlerini yanyana ya da üstüste koyarak biriktirmek değil, onlar arasında ilişki kurarak  cisim ya da olayların ayrı ayrı hayal ya da fikirlerinin hiçbirinde olmayan hükümlere varmaktır. İnsanın dış dünyadaki eylemlerini belirleyen, duyu verilerinin kopyası olan hayal ya da fikirler değil, onların ilişkileri ve insanın kendi amacı bakımından o ilişkilerin anlamına ilişkin olarak  zihnin verdiği hükümlerdir. Deneyim kazanma,  duyu verisi alma değil, duyu verileri üzerinde zihinsel işlem yapmadır. Piaget'nin duyusal-hareketsel refleksif şema kavramı, düşünme ve bilginin, hiçbir deneyimi olmayan bebekteki biyolojik kökünü göstermesi ve psikolojik nitelikte görülen sonraki zihinsel gelişimin o kökten yükseldiğine dikkati çekmesi bakımından önemlidir. İnsan bireyinde düşünme kabiliyetinin gelişimi bir süreçtir ve o sürecin bir başlangıcı vardır.

Piaget, çocukların düşünme ve eylemlerine ilişkin gözlemsel çalışmalarına dayanarak insan bilgilerinin yapılanmasını açıklama girişiminde bulunmuştur. Piaget'nin çalışmaları genellikle gelişim psikolojisi çerçevesinde algılanmakla birlikte onun asıl amacı insan bilgilerinin oluşumunu anlamaktır. Bu yüzden o kendi çalışmalarını épistémologie génétique olarak adlandırır. Onun gözünde biyolojik gelişim aynı zamanda bilginin yapılanmasıdır. İnsan gelişirken bilgi yapılarını kurar; bilgi yapılarını kurarak gelişir. Yalnız organların büyüme ve olgunlaşması değil, bilgi yapılarının kurulması da, insan bireyinin ihtiyaçlarıyla çevre arasındaki dengenin sürdürülmesi için gereklidir. Piaget'nin gözünde "bilmek", kişinin dış dünyayı ve kendini anlamasını sağlayan bir zihinsel yapı kurması demektir. Eğer kişi bilme eyleminin objesiyle temasa geldiği zaman var olan yapı yetersiz kalıyorsa, o yapı değişmek zorundadır. Böylece Piaget zihinsel gelişimi, gerçeği kavrayan ve gerçeğe ayarlanan mantıksal yapının kurulması olarak tasarımlar. Burada göz önünde tutulması gereken nokta, gerçeği kavramanın bir zihinsel kurgu olmasıdır. Piaget'nin gerçeği keşfetmekten değil, gerçeği kurmaktan söz etmesi, onun felsefî ve psikolojik yaklaşımını gösteren bilinçli bir seçimdir. Gelişme, gerçeğin gittikçe daha iyi kopyalarını çıkaracak araçların meydana gelmesi gibi tasarımlanmamalıdır. Burada Piaget'nin épistémologie génétique yaklaşımı ile sorduğu birbiriyle bağlantılı iki soru kendini belli eder: "Bilgi nedir?" sorusu epistemolojik bir sorudur; "Bilgiye nasıl ulaşılıyor?" sorusu psikolojik bir sorudur. Piaget'ye göre insan bilgilerinin kökü biyolojidedir ve bilgi bir gelişim süreci içinde kurulur.

İşte tam bu noktada, zooloji disiplini çerçevesinde hayvan davranışlarının mekanizmasını karşılaştırmalı olarak inceleyen etologların "algı dünyası" kavramını hatırlamak yerinde olur. Etologlar, aynı fiziksel çevrede yaşayan hayvan türlerinden her birinin, duyu organlarının ve sinir sisteminin farklılıkları ve sınırlılıklarıyla belirlenen ayrı bir algı dünyasında yaşadığını, her bir türün hayatının buna göre birbirinden farklı bir çevrede geçtiğini öne sürmüştür. İnsanın  duyu ve sinir sistemi kapasitesinin de  kendine özgü bir biçimde sınırlı olduğu şüphesizdir. Üstelik insanın nasıl bir dünyada yaşadığını belirleyen yalnızca fiziksel çevre ve organik yapı  değildir. İnsan sembolik düşünme kabiliyeti ve onun imkân verdiği hayal etme, tasarımlama ve değer üretme  kabiliyetiyle yaşamak istediği bir dünyayı zihninde kurabilir. Bu demektir ki insan yalnız kendine özgü bir algı dünyasında yaşamaz; dünyaya zihnindeki model ile bakar ve o modele göre hayatını gerçekleştirmek için çaba harcar.

Piaget'ye göre her canlı türünde olduğu gibi insanda da dış uyaranlara tepki biçimini belirleyen bir iç organizasyon vardır. Birey, dışarıdan gelen etkileri bu iç organizasyonla bilgi yapılarına dönüştürür. Temel biyolojik yapının sınırları ve imkânları çerçevesinde, birey dış dünyayı o bilgi yapılarıyla algılar ve tepkilerini onlara göre kararlaştırır. Dış dünyanın olayları bilgi yapılarına katılır. Piaget, sistemin bu işlevine "özümleme" der. Olaylar, var olan bilgi yapılarıyla özümlenemediği zaman, bilgi yapılarının olaylarla bağdaşacak biçimde değişmesi gerekir. Piaget, bu işleve de "ayarlanma" der. Değişmez özümleme ve ayarlanma işlevleri, değişebilir bilgi yapılarını kurar.

Bilgi yapılarının zamanla değişmesi "dengelenme" sürecidir. Bilgi yapısı, dış dünyanın olaylarını yorumlamada ve eylemleri gereği gibi kararlaştırmada yetersiz kaldığı zaman bilgi yapısının  dış dünya ile dengesi bozulmuştur. Bu durumda birey, yeni bilgiyi alır ve bilgi yapılarını ona göre yeniden düzenler. Piaget'nin görüşünü behaviorist yaklaşımdan ayırt eden nokta, bireyin pasif bir alıcı olmamasıdır. Fiziksel uyaranlar bireyi yönetmez ve bireyin tepkilerini doğrudan biçimlendirmez; birey dışarıdaki olayları ve cisimleri yorumlar. Olay ve cisimlerin özelliklerine göre birey bilgi yapılarını yeniden düzenler. Bilgi yapılarının yeniden düzenlenmesi, koşullar gerektirdikçe hayat boyu sürer gider. Dış dünya ile dengenin bozulması ve yeniden kurulması sürüp giderken, zihinsel gelişme aşamalar gösterir. Aşamalardan her birinde, dış dünya olaylarına bireyin farklı bir eylem  biçimi ortaya çıkar. Bu aşamalarda bireyin kendi eylemlerini düzenleyici aktif rolü vardır. Birey dış dünyayı yorumlar; yorumlama düzeyinin niteliksel farkına göre farklı aşamalar belirlenir.

Görülüyor ki Piaget'de insan bilgilerinin oluşum süreci beş postülaya dayanılarak sistemleştirilmiştir.

1- İnsanın doğuştan getirdiği iç organizasyon

2- Değişmez işlevler: özümleme ve ayarlanma

3- Değişken bilgi yapıları

4- Dengelenme

5- Organizma ve çevre etkileşimi.

Dengelenme hayat boyu sürer ve bu süreç içinde bireyin gelişim evreleri gerçekleşir. Burada işaret edilmesi gereken nokta Piaget'nin sisteminin bir gelişim psikolojisi olmadığı, felsefedeki "insan bilgilerinin kaynağı" problemini biyolojik temel üzerinde psikolojik süreçleri tasarımlayan kavramlarla inceleyen bir épistémologie génétique olduğudur. Bu nedenle Piaget, bilgilerin içeriği ile değil, bilgilerin oluşum biçimi ile ilgilenir. İçerik, biçimi saptamaya yarayan deneyim malzemeleridir. Aynı nedenle Piaget'nin sistemi, belirli yaşlarda neler yapıldığını vurgulayan bir çocuk psikolojisi değildir. Piaget'nin, insan bireyinde hayatın başlangıcından itibaren bilgileri kurma biçiminin değişmelerini saptama amacı açısından önemli olan nokta, belirli yaşlarda neler yapıldığı değil, değişik bilgi kurma biçimlerinin sırasıdır. Sonraki bilgi inşa biçimleri öncekilerin içinden gelişir. Değişmenin sıralı ilerleyişinde somuta bağımlılık azalır ve refleksif duyu-hare- ket şemalarından başlayarak ve algılar güdümündeki somut psikolojik işlemlerle yürütülen düşünme biçiminden geçerek, gittikçe daha soyut sembolik işlemlerle yürütülen düşünme biçimine doğru bir gidiş vardır.

*  Kitap Bölümü: Özakpınar, Y., (2002). İnsan Düşüncesinin Boyutları. İstanbul: Ötüken

Bu haber toplam 7905 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum