Bir Yahudi Bir Filozof Jacques Derrida Üzerine Metinler
Yoksa Derrida’nın Öldüğüne İnanacağımızı mı Bekliyorsunuz?
Böyle bir soru ile bir yazı başlar mı diye düşünenler elbette olabilir. 2004 yılının ekim ayında hayata veda eden filozof, ölümün ardından yazılan bir gazete başlığını çağrıştırdığı için soru ile başlamış bulunulmaktadır. Saçılma’yı sağlayabileceğinin bir göstergesidir aslında bu soru. Şimdi birisi çıksa “Derrida ölmedi, ve fakat gizlendiği yeri kimse bilmiyor, onu saklandığı yerden ortaya çıkartabilecek tek şey işkence ettiği metinler gibi kendisine işkence etmek ve yapıbozum’a uğratmaktır.” şeklinde bir şeylerden söz etse kaç kişi ciddiye alabilir bu tavrı? Filozofu tanımayanlar için durum “evet Derrida ölmüştür”, ama tanıyanlar için durum hiç te öyle değildir. “Acaba Derrida bize gene ne numaralar çekecek bakalım; bakalım ve görelim.” diyeceklerinden eminim. Çünkü filozof’un en sevdiği oyunlardan bir tanesidir, saklanacak yer olmayan arazilerde saklambaç oynamak.
Michael Naas, Derrida’nın seminerlerini ve derslerini takip ettiği zamanlardan bir anısını aktararak, filozofun “Alors, qui êtes-vous” sorusuna muhatab olduğunu ve sonradan güzel bir dostluğa dönüşecek olan ilişkilerinin başlangıcı olarak aktarır. “Peki, siz kimsiniz” diyerek kendi dersliğinin daha doğrusu evinin kapısını açtığını belirtir. Aslında öyle zanneder Naas. Filozofu takip ettiği bir yılı aşkın süre içerisinde cafe ve restoranlarda geçirdikleri vakitlerin ve dolayısıyle birlikte yaptıkları çalışmaların güzelliklerinden bahseder. Filozofun ölümünün ardından sarf edilen bu sözler, bir ölünün arkasından düzülen güzellemeden başka şey değildir bu satırların yazarına göre. Çünkü Derrida’nın “arrivant”ı* ile kurduğu ilişkinin mahiyeti, diasporada kalmış bir yahudinin kendisi dışındakilerle kurduğu ilişki biçimiyle eş-değer düzeydedir. Yani, korunmacı, kendisini açmayan, ele vermeyen, her an tetikte, alesta bir duruş.
Felsefe, Hegel ve Marks veya Nietzsche ve Heidegger’den sonra ölmüş olabilir ama pankreas kanseri’nden ölen (kendisi**) Derrida ile genelde felsefe siyaset ve edebiyat özelde ise teolojik metinler içlerinde sakladıkları “anlam”ı ortaya çıkartabilecek muazzam bir teolojik müfessirini kaybetmiştir. Sözcüklere kadavra muamelesi çekerek masaya yatıran filozof’un muazzam ve dahi korkutucu bir retoriği vardır. O kadar çok şey hakkında yazılar yazdı konferanslar verdi ve mülakatlar yaptı ki, hasta olmasına rağmen hızına yetişilemiyordu.
Geride kendisinin tefsirini yapabilecek, metinlerine nüfuz edecek ve Derrida’yı yapıbozuma’a uğratabilecek bir yetenek bırak(a)madan gitti.
Yapısalcılık sonrası dönemin yani, post-yapısalcılığın güçlü düşünürlerinden olan Derrida, döneminin filozofları gibi işe felsefe tarihini yıkıma uğratarak başlar. Batı felsefesinin yanılgılarını ve çelişkilerini yine batı felsefesinin verilerinden hareketle yeniden inşa etme sürecine girişir, ve kendisinin geliştirdiği o meşhur déconstruction/“yapıbozum”u bir çok alana (tarih, edebiyat, siyaset, dil, v.s) uygulayarak kuramını geliştirir. Yapıbozum’a uğramamış bir metin asla açık bir metin değildir filozofun gözünde, ve bu sebeple söylediği her cümlede ifadelendirdiği her şeyde, en küçük bir yazı’yı dahi yıkıma uğratarak yeniden inşa etmeye koyulur. Çünkü kendisine göre çeki-düzen verilmemiş bir l’ecriture, yolunu bulamamış demektir. Kendi çağcılları ve etkilediği kimi felsefe ve tarih-edebiyat okulları ve ekolleri Derrida’nın metinlerle girdiği ilişkiyi patolojik bulmuşlardır her zaman. Çünkü söylenebilecek ve yazılabilecek her şey, bir adli tıp uzmanı’nın elindeki kadavra gibidir Derrida için. Hiç acıması yoktur. Bu bir bakıma tarihi bir hesaplaşmada rövanş mücadelesi gibidir. Hem Tanrı’dan hem de O’nun dünyada çizdiği tarihi çizgiden. Bu sebeple marrano*** filozof için yeryüzüne indirilmiş bir cennetten sözetmek mümkün olmaktadır. Tanrı’nın lanetlemesine rağmen, kendilerini seçkin ırk olarak gören Yahudiler, bu uğurda Tanrı’yı karşılarına almaktan çekinmemişlerdir. Dolayısıyle bir şekilde yeryüzünde bir hesaplaşma yaşanacaktı ve yeryüzüne cenneti indirmekle bu işi gerçekleştirdiklerini zannetmişlerdir. Çünkü bir marrano Derrida’nın neler yapabileceğini, neleri değiştirip yavaşlatabileceğini Negri’nin**** açtığı parantez ile biraz anlayabiliriz. Antonio Negri, Derrida eleştirisinde Spinoza’nın marrano’luğunu anıştırarak kışkırtıcı bir metin yazar. Kışkırtma, Derrida’ya uygun bir biçimde, açılan bir parantezle meydana gelir. O, Spinoza’nın pathema’sının zihnin çifte karakterini ifade ettiği, pasiflik ve aktiflik arasında belirsiz bir yapıda olduğu, ama tam da bu sebeple arzunun yapısını anlamamıza olanak tanıyacak bir geçişi barındırdığını söyler. Bu duygunun hayaletsi yapısı, kendisini dönüştüren, marrano’luğa özgü kimliği içerir. O, hem marrano’luktaki hem de bu terimdeki değişimin ve dönüşümün mantığını önemsediğini, oysa deconstruction’da bunun eksik kaldığını ima eder. Negri, yapıbozumu bu yeni ontolojik (marrano) düzleme taşıyabilme imkanı olsaydı, der Derrida için, yapıbozumun kapitalist üretimin hayaletsi yapısını aydınlatmaya daha fazla yardımcı olurdu diyerek mevzuyu bağlar. Kastı aslında Derrida’nın kapitalizmin hayaletsi yapısını bizatihi gizlediğini ifadelendirmekti. Tahrik edici bir eleştiriydi ve misillemeye hem de daha provokatif bir yazı ile cevaplanır bu tutumu Derrida tarafından;
“The Specter’s Smile” da Marrano’lara yapılan anıştırma çok hoşuma gitti. Negri’nin aklında her zamanki gibi daha çok Spinoza olduğunu biliyorum. Ama bu önemli değil. Bir tek Spinoza’nın değil, Marx’ın da bir Marrano olduğu düşüncesini ortaya atsak, ne olur? Bir tür gizli göçmen, Protestan imanına dönmüş, hatta biraz da Yahudi düşmanı kesilmiş gibi yapan Alman kılığına bürünmüş bir İspanyol-Portekizli olduğu düşüncesini ortaya atsak ne olur? Bak işte bu, bomba gibi düşer ortaya. Karl’ın oğullarının da bundan haberi olmadığını ekleriz. Kızlarının da haberi yokmuş. En acımasız darbe, dipsiz uçurumlara yuvarlanmak için abartıyı doruklara çıkarmak, saltık artıkdeğer: o kadar iyi gizlenmiş, o kadar iyi frenlenmiş Marranolar ki, artık kendileri bile kuşku duymuyor! Ya da bunu unutmuş, geriye itmiş, yadsımış, yeniden yadsımışlar. Hakiki Marranoların da başına geldiği bilinir bunu, gerçekten şu anda, günümüzde, hakikaten varlıkbilimsel anlamda Marrano olup da, bunun böyle olduğunu artık bilmeyenlerin de başına geldiği bilinir bunu…Marranoluk sorununun kısa bir süre önce geçmişe gömüldüğü de ileri sürüldü. Hiç inanmıyorum buna.atalarını karnından konuşturan, onların hayaletlerini kendileri de bilmeksizin, ete kemiğe büründüren ya da başka bedenlere göç ettiren oğulların ve kızların günümüzde olduğunu biliyorum”.*****
Bu alıntı bize Derrida’nın karşı cevabının ne kadar şiddetli olabileceğinin bir göstergesi sayılmaktadır. Burada kısacık bir alıntılama şiddet noktasında belki çok küçük ipucu verse de makalenin geri kalan bölümünde şiddetin dozunun ne kadar artabileceğini belirtilemektedir. Dolayısıyle düşünürün hafife alınır bir yanı yoktur bu bakımdan.
Derrida’nın bütün metaforlarında, ilk bakışta çelişki gibi gelebilecek o kadar gizil anlam bütünleşmeleri mevcuttur ki bu da kendisini çağın en karmaşık insanlarından biri yapmaktadır. Kendisi ile ilgili yapılan değerlendirmeleri hep bir adım ileride cevaplarla püskürtürken kendisine karşı giriştiği savaşta adım adım yenilginin izleğinde dolaşmaya başlamıştır bile. Hem kendisine karşı savaştadır, hem de oluşturduğu ete-kemiğe bürüdüğü kendi hayaletleri ile. Bir derrida var ortada, ama birden çok hayaletimsi şeyler. Bu koşutluk dönüşü olmayan bir çıkışın gerçekleşmesini için zorunlu bir hal almaktadır. Barışın gerçekleşmesi, aynı ile başka arasındaki farkın, différance’ın artık geçerli olmayacağı bir hükümranlığın altına girmekle gerçekleşecektir. Fark anlamını yitirmiştir. Başka/öteki ile girilen ilişki biçimlerinin artık bir tek yönü vardır. Affedilemez olanı affetmek değildir artık. Kendisi de böyle yapmamıştır.
Derrida’nın belki eti ve kemiği şimdiden çürümeye başlamıştır ama, söylediklerinin çürümesi bu satırların yazarına göre mümkün olmayacaktır. Hitler’in metafizik duruşu ne ise, ona göre konumlanan bir yahudi’nin de konumu sonsuz bir başka’nın muğlak ufku olacaktır.
*gelen kişi, misafir
**İtalik yerler, L’écriture et la Différence içerisindendir. kendisine ilişkin bilmediğimiz o kadar çok şey vardı ki…
*** marranolar 16. yy. da İspanya’dan Amsterdam’a gizlice kaçan İspanyol Yahudilere verilen isim.
****Recep Ağyağıl, Cogito-Derrida Özel Sayısı, YKY, Güz, 2006, Antonio Negri “The Specter’s Smile”, Ghostly Demorcation: A Symposium on Jacques Derrida’s Specters of Marx, London, Verso, 1999
***** Recep Ağyağıl, Cogito-Derrida Özel Sayısı, YKY, Güz, 2006, Antonio Negri “The Specter’s Smile”, Ghostly Demorcation: A Symposium on Jacques Derrida’s Specters of Marx, London, Verso, 1999
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.