Ayasofya ve Obama'nın çağrıştırdıkları
09 Nisan tarihi ilginç rastlantıları bir arada topladı.
Medeniyetler İttifakı Toplantısı, Birleşmiş Milletler Başkanı’nın Türkiye’de olması, ABD Başkanı Obama’nın ilk deniz aşırı resmi ziyaretine Türkiye’nin dahil olması, Rasmussen’in NATO Genel Ssekreterliğine adaylığında Türkiye’nin gösterdiği direniş, bir genel sekreter yardımcısının İslam Kalkınma Örgütü ile diyalogdan sorumlu olarak Türkiye’ye verilmesi, Doğu’da Türkiye’nin kredibilitesinin yükselmesi.
Obama’nın Ayasofya’dan ‘Muhteşem’ olarak söz etmesi dikkat çekici idi.
“Evet dünya’ya mesaj vermek için geldim, laik demokratik Müslüman Türkiye bir modeldir... ABD İslam’la savaşmadı ve savaşmayacak... Dini özgürlükler sivil toplumu canlı tutar... İslam inancına saygımızı göstermeliyiz... Türkiye’nin AB üyeliği Avrupa’nın temelini genişletecek ve kuvvetlendirecektir...” gibi sözlerin altı çizilmelidir.
Obama için ‘dışı kahverengi içi beyaz’ kaygısı nedeniyle dünya vatandaşları hep şüphe taşıyorlar. Fakat aslında dünya’nın barış dönemine geçişi için bir fırsat olma şansı yükselmeye başladı. Doğal, sade, içten, sahtelikten uzak, komplekssiz ve güven veren tavırları neden Amerikan halkının sempatisini kazandığını gösteriyordu. Bu kişilik özellikleri aslında doğu terbiyesi özellikleri idi…
Korku ve çatışma ile beslenen ABD derin devleti Malcom-X’i ve Martin Luther King’i çağrıştıran bu ABD’linin İslam ve Hristiyan Medeniyetlerini yaklaştıran tavrından rahatsız olduğunu belirtti.
ABD derin devletinin yayın organı sayılan Washinton Post gazetesi ‘Obama İslam Alemine Türkiye’den seslenmeyecek’ haberleri yapmıştı.
Aslında Huntington’un oryantalist kibirle yazdığı ‘Medeniyetler Çatışması’ tezi ve11 Eylül 2001 sonrası oluşan güven krizi dünyayı başka yöne çekmek istiyordu. Oluşan güven krizi hedeflenenin aksine ötekileştirilmiş barışcıl bir karekteri lider olarak seçti.
Aynı durum Türkiye için de geçerli idi. 28 Şubat 1997 askeri müdahalesi dini terör gerekçesi ile yapılmıştı. 11 Eylül 2001 trajedisinin hemen sonrası Türk TV’lerinde geçen ‘İslami terör küreselleşti’ alt yazılarını unutmadık.
Ancak Türkiye’de derin odakların siyasetin doğal dinamiklerine müdahalesi ötekileştirilmiş insanların temsicisi Erdoğan’ı iktidara taşıdı. Şimdi birbirine benzeyen her iki liderlik tarihe müdahale etme şansı yakaladılar.
Dünyayı çatışmaya götürecek, devletlerarası ilişkiyi ‘eşitlerin ilişkisi değil güçlünün zayıfla ilişkisi’ olarak gören CFR konseptini değiştirebilecek gelişmelere gebe olduğumuzu görmek gerekir. Eğer seçilmiş liderler kamuoyu tarafından yalnız bırakılırlarsa güç odaklarının eksenine girmek zorunda kalırlar.
Birleşmiş Milletlerin Dünya Parlementosu olması için çalışılması, medeniyetler ittifakı için somut adımlar atılması dünyayı daha yaşanılır yapacağınıdan şüphe etmemek gerekir.
Türkiye’nin dünya tarihinin barışcıl bir şekilde yazılmasında önemli rol üstlenmesini liderlik başarısına indirgememek gerekir. İslam coğrafyasının Türkiye’nin arkasında olması ve Türk dış politikalarının bunu iyi bir şekilde hissettirmesi uluslararası aktör olma kapasitemizi artırdı.
Ilımlı İslam tabiri oryantalist bir tanımdı. Türkiye için ‘değişirsen seni kabul ederim’ üstünlük duygusunu taşıyordu. Bu terim kullanılmadı. Danimarka Başbakanı Rasmussen aslında İslama ilgi duyan birisi idi ve kazan kazan politikası akıllıca uygulandı.
Ayasofya’nın nasıl bir rolü olabilir?
916 yıl kilise 481 yıl cami ve 74 yıldır da müze olan büyük mabede mabed olmak yaraşır. Müze oluşunun gerekçesi, Lozan’ın gizli maddelerinden birisi olduğu söylenmektedir. Dünya derin odaklarının gizli pazarlıklıklarını barındırdığı anlaşılıyor.
Ruhban okulunun açılmasına hassasiyet gösteren Obama’yı medeniyetler ittifakının sembolü olabilecek bir Ayasofya projesi için ikna etmek kolay olabilecektir. Bir örnek vermek gerekirse ‘Asyasofya’da İbrahimi dinlerin ibadetlerinin yapıldığı uygulama örnekleri veya haftada altı gün müslümanlara bir gün hristiyanlara tahsis gibi veya din ve kültürler arası diyalog uygulama merkezi’ gibi.
Önerilerim bazı kimseler tarafından uçuk, imkansız hatta Fatih’e ihanet gibi algılanacağını biliyorum. Başka bir çözümü olan varsa söylenmeli. Bir şey tamamen elde edilemiyorsa tamamen terketme hatası da yapılmamalıdır.
Fatih Ayasofya’daki gravürleri neden yok etmedi, Yüksek hikmet anlamına gelen Ayasofya ismini neden değiştirmedi? Düşünelim
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.