Sularımızdaki Antidepresanlar, Balıkları İlginç Bir Şekilde Etkiliyor

Sularımızdaki Antidepresanlar, Balıkları İlginç Bir Şekilde Etkiliyor
İlaçlı kirleticilerden oluşan bir ‘ilaç çorbasına‘ batmış yabani su canlıları, kendilerini yırtıcılar için kolay lokma haline getiren davranışlar sergiliyor. Yapılan yeni bir araştırmada, bu durumun avcılık davranışlarını da etkileyebileceği öne sürülüyor

Doğulu sivrisinek balığının (Gambusia holbrooki) gruplar halinde yiyecek arama biçimlerine bakan araştırmacılar, insanların atıklarında bulunan antidepresanların, hayvanların sosyal etkileşimlerini alt üst ettiğini keşfetmişler. Araştırmacıların söylediğine göre bu durum, tekil balıklar üzerinde yapılan çalışmalarda asla fark edilmezmiş.

Avustralya’daki Monash Üniversitesi’nde çalışan bilim insanlarının yürüttüğü bu yeni araştırma, psikoaktif atıkların yaban hayatı üzerindeki etkisinin belirlendiği önceki çalışmalarda yer alan muhtemel bir kusurun altı çiziliyor.

Biyolog Jake Martin şöyle söylüyor: “Sonuçlar kayda değer türden, çünkü; sosyal olarak soyutlanmış şekilde yapılan davranış testlerinin, kimyasal kirleticilerin grup halinde yaşayan türler açısından oluşturduğu çevresel tehlikeyi doğru biçimde haber vermiyor olabileceğini akla getiriyorlar.”

Çeşitli psikolojik durumlarla başa çıkmak için alınan ilaçların, yalnızca göllere ve nehirlere gitmediğine; aynı zamanda orada yaşayan hayvanların davranışlarını da etkiliyor olabileceğine yönelik bulgular son yıllar artış gösteriyordu.

Fluoksetin, bu konudaki örneklerden bir tanesi. Prozac olan ticarî ismiyle daha iyi bilinen bu ilaç; normal koşullarda, serotonin şeklinde adlandırılan kurye bir kimyasalı sünger gibi çekecek olan nöronların, taşıma kanallarını tıkıyor.

İnsanlarda, serotonin geri alım kanallarını tıkayan ilaçlar, depresyonun savılmasına yardımcı olabiliyorlar. Fakat bu nörolojik geçidin bulunduğu tek hayvan biz değiliz. Bütün omurgalı canlıların buna sahip olması, bu ilaçların onların beyinlerini nasıl etkiliyor olabileceği sorusunu da ortaya çıkarıyor.

Fakat bu soru, salt akademik bir soru da değil. Fluoksetin, sucul ekosistemlerde; litre başına birkaç yüz nanograma çıkan yoğunluklarda bulunmuş. Bu durum onu, hakkında daha fazla şey öğrenmemiz gereken bir kirletici haline getiriyor.

İlacı deneye tabi tutan araştırmacılar, genelde su tanklarında yalnız şekilde yüzen balıkları izlemekle yetiniyor. Böyle yapmak, değişkenleri sınırlandıran ve hayvanlardaki davranış değişikliklerini daha kolay gözlemlemeyi sağlayan pratik bir çözüm.

“Ancak, maruz bırakılan canlıların verdiği tepkilerin sosyal bağlamda ne anlama gelebileceği, çok az sayıdaki araştırmada dikkate alınmış” diyor Martin.

Balık sayısının herhangi bir farklılık meydana getirip getirmeyeceğini görmek isteyen araştırma takımı, doğadaki kirlenmemiş bir bölgeden dişi sivrisinek balıkları toplamış ve bunları ya tekli olarak, ya da üçlü gruplar halinde geniş tanklara yerleştirmiş.

Bazı balıklar, düşük veya yüksek seviyede fluoksetin içeren tanklarda bir ay boyunca tutulurken, diğer grup ise kimyasala maruz bırakılmamış. Balıklar daha sonra aynı tanklara konulmuş ve araştırmacılar, balıkların en sevdiği yiyeceklerden biri olan tatarcık larvalarını nasıl avladığını izlemişler.

Antidepresana maruz kalmış olmak, etrafı tek başına kolaçan eden balıkların beslenme isteğinde farklılık oluşturmamış. Fakat balıklar gruplar halinde avlandıkları zaman durum böyle olmamış; grup içi rekabet, avcı balıkların mümkün olduğu kadar fazla yemeye ihtiyaç duymasını sağladığından, aradaki farkı meydana getiren şey balıkların ağırlığı olmuş.

Hiç fluoksetine maruz kalmamış hayvanlarda, grup üyeleri arasında rekabet yaşanmış; balıkların ağırlıklarında ne kadar büyük farklılık varsa, her balık o kadar saldırgan şekilde yemiş. Benzer şekilde; grubun ortalama ağırlığı ne kadar düşükse, o kadar fazla yağmalamışlar.

Fakat nispeten yüksek dozlarda antidepresana maruz kalmanın, bu dinamik üzerinde soğutucu bir etkisi olduğu görülmüş.

“Fluoksetine maruz kalmak, tüketilen toplam av sayısı ile grup ağırlığındaki standart sapma arasında bulunan ilişkiyi bozmuştu” diyor davranış ekoloğu Bob Wang.

Kimyasala maruz kalmış balıklarda, ne balıkların ortalama ağırlıkları, ne de ağırlıktaki değişim; yiyecek ararken sergiledikleri saldırgan etkileşim miktarını belirliyordu.

Çalışmada, saldırganlıkta yaşanan bu değişimin, vahşi doğada hayatta kalma olasılığını nasıl etkileyebileceği gösterilmiyor. Ancak bir balığın yediği yiyecek miktarını azaltan herhangi bir şeyin, iyi bir şey olabileceğini düşünmek zor.

Açık bir şekilde, ilaç atıklarımızı bertaraf etme yönünden bir sorunumuz var. Fluoksetin gibi ilaçlar, milyonlarca insanın sağlık ve refahını sürdürme bakımından önemli bir paya sahip. Bu yüzden, kullanılmamış ilaçları nasıl bertaraf edeceğimiz açısından dikkatli olmamız ve kullandığımız atık suları süzmemiz önem taşıyor.

Araştırmaların gösterdiği kadarıyla, gelecekte yapılacak çalışmaların; çevreye yaydığımız ilaç karışımlarının sadece bireysel canlıları değil, hayvan gruplarının bütününü de nasıl etkileyebildiğini hesaba katması gerekecek.

“Bizim elde ettiğimiz sonuçlar, sosyal bağlamın; kimyasal kirleticilerin doğal yaşam üzerindeki ekolojik etkilerine nüfuz etmek bakımından önemli, fakat yeterince değer görmemiş bir etmen olabileceğini akla getiriyor” diyor Martin.

Araştırma, Biology Letters bülteninde yayınlandı.

Kaynak

Bu haber toplam 3686 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.