Prof. Dr. Erol Göka

Prof. Dr. Erol Göka

Post-Kemalist Dönem ve Yapılması Gerekenler

Post-Kemalist Dönem ve Yapılması Gerekenler

Cumhuriyetimizin kimliği sağlam bir tarihsel zemin ve sosyopsikoloji üzerine bina olmuş; çağdaşlık, Türklük ve Müslümanlık bu binanın temel değerlerini oluşturmuştu. Ancak milletin henüz kendi kendini yönetemeyeceği düşünülüyor; değerlerin tanımlarını vasiler yapıyordu. Vasilerin tanım alanının dışında kalan kimlikler bastırılmak zorundaydı. Sonuç olarak resmi ideoloji diye sunulduğu için adına “Kemalizm” diyebileceğimiz vesayetçi ve baskıcı bir sistem ortaya çıktı. Bunları ve 12 Eylül 2010 Referandumu’yla birlikte Cumhuriyetimizin millete güvenmeyen vesayetçiliğe, kimliklerin baskılanması esasına dayanan baskıcı sisteme hayır diyen yeni bir döneme girdiğini söylemiştik. Dikkatli bakıldığında ve vesayetçi-baskıcı sistemin tedrici güç kaybı açısından değerlendirildiğinde 12 Eylül 2010’dan sonra IV. Cumhuriyet dönemine girdiğimiz söylenebilirdi. 1946- 1980 yılları arasındaki II. Cumhuriyet döneminde halkın vasileri istemediği ve demokrasiyle yoluna devam etme kararlığı ayan beyan belli olmuş, 12 Eylül 1980’le başlayan darbe rejimi de halkı bu kararlılığından geri çevirmeye yetmemişti. 12 Eylül 1980 ve 12 Eylül 2010 yılları arasındaki III. Cumhuriyet döneminde ise bu kez bastırılmış kimlikler siyaset arenasına çıktılar. III. Cumhuriyet’in sonunu getiren 12 Eylül 2010 Referandumu ile birlikte vesayete ve baskıya dayanan Kemalist sistem son buldu; IV. Cumhuriyet başladı. Artık ne vesayetçi sistem sürebilir ne de kimlikler ila nihai bastırılabilirdi.

Her Cumhuriyet döneminin temel siyasi aktörleri ve mücadele hedefleri farklıydı. Örneğin I. Cumhuriyet’te, Cumhuriyet’in kurucuları temel aktörlerdi, Cumhuriyeti ve yeni Türkiye’yi ayakta tutmak, halka anlatmak, halka rehberlik (vasilik) etmek temel mücadele hedefiydi. II. Cumhuriyet, vasilere görev sürelerinin daimi olmadığını, eninde sonunda iktidarı milletin kendisine devretmekle yükümlü olduğunu hatırlatmayı amaçlıyordu ve Demokrat Parti önderleri temel siyasi aktörlerdi. Küreselleşme süreçlerinin, liberal paradigmanın işlemeye başladığı ve post-modern kimlik siyasetinin gündemde olduğu III. Cumhuriyet 12 Eylül 1980 darbe rejiminin hemen ardından geldi. Yenidünyaya ayak uydurmak, post-modern kimlik siyasetinin gereği olarak bastırılmış etnik ve dinsel kimlikleri görünür hale getirmek III. Cumhuriyet’in temel hedefiydi ve bu hedefe kendisi de baskıcı kimlik politikalarının mağduru olan Milli Görüş Hareketi’nden kaynaklanan ANAP ve Ak Parti’nin siyasi aktörlüğünde varılacaktı.

12 Eylül 2010’dan itibaren, yeni bir dönemin, bizim tanımımızla IV. Cumhuriyetin içindeyiz. Artık vesayetçi ve baskıcı politikalarla Cumhuriyet gemisinin daha ileriye gidemeyeceği belli olmuştur ve yeni bir rota aramak zorundayız. Bazılarının sandığı ve “ulus-devletlerin sonu” ifadesini kendine göre yorumladığı gibi Cumhuriyet’in sonuna gelinmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti ayaktadır ama çok büyük bir değişim gerektiği açıktır. Bugüne kadar güçlü tarihsel mutabakat zeminiyle sapasağlam bugünlere gelmiş olan Cumhuriyet gemisinin su alıp alamayacağı, uzak denizlere açılıp açılamayacağı, bu dönemin önümüze getirdiği fırsatları nasıl değerlendirdiğimize ve geçmişin olumlu mirasına dayanarak geleceği inşa edip edemeyeceğimize bağlıdır.

12 Eylül 2010 Referandumu ile birlikte idrak etmeye başladığımız post-Kemalist dönemin temel hedefleri, üç aşağı beş yukarı bellidir ama aktörleri henüz tam manasıyla temayüz etmemiştir. Şüphesiz temel hedeflerin başında resmi ideolojinin ilgası gelmektedir. Resmi ideoloji olarak Kemalizm’in ilgası, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere İstiklal Savaşımızın ve Cumhuriyet’imizin önderlerini yüceltmemek anlamına gelmez. Hatta tam tersi olmalı, Kemalizm’in yükünden kurtulan Atatürk’ün ve Cumhuriyet kurucularının manevi şahsiyetleri alabildiğine övülmelidir. Onları kurduğu Cumhuriyet, sınırlarını çizdikleri vatan ve sembol olarak benimsedikleri bayrak her türlü saygıya layıktır ve her zaman önlerinde tazimle eğilmeyi hak etmektedir.

Asıl değişiklik gerektiren alan, Cumhuriyet’imizin kimliği ile ilgilidir. Cumhuriyet’imizin kimliği, vasilerin tanımladığı çağdaşlık, Türklük ve Müslümanlık tanımına dayalıydı; şimdi bu kimliğin muhtevasında demokrasi ve özgürlüklerin gerektirdiği belli rötuşlar, restorasyonlar yapılmak durumundadır. Yeni dönemde en önemli ihtiyacımız geçmiş mirasın içinden olumlu olanlarını ayıklayıp onlara sahip çıkabilmektedir. Temel değer alanları olarak çağdaşlık, Türklük ve Müslümanlık aynı kalsa bile bir içerik değişimi şarttır. Örneğin çağdaşlık, Kemalist dönemde olduğu gibi giyim kuşam ve Batı aristokrasisine benzer bir yaşama ve zevk tarzıyla sınırlandırılamaz; demokrasi, özgürlükler ve insan hakları bağlamında yeni bir değerlendirmeye tabii tutulmalıdır. Çağdaşlık modernleşme olarak anlaşılmak, Batılılaşma reddedilmek durumundadır. “Bizim insanlığın ortak medeniyetine katacak, iddiasını sürdürecek, bugün de dertlere deva olabileceğine inandığımız kendi medeniyet değerlerimiz vardır” bakışıyla hareket edilmelidir.

Türklük ve Müslümanlık, değer alanlarında çok köklü değişikliklerin gerektiği, bu kavramların bastırılmış kimliklerin özgürce ifade edilebildiği bir Türkiye’de, yendi anlamlara kavuşması gerektiği açıktır. Türklüğün 1924 Anayasası’nda olduğu gibi hür eşit yurttaşları tanımlayan bir sıfat olarak tarifinin mümkün olup olmadığı araştırılmalı ama her halükarda tüm etnik ve dini, mezhebi, inanca dair varlık alanları kimlik sahiplerinin nezdinde özgürce ifade edilebilmeli, ana dilin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Devleti din alanından, özellikle din eğitiminden tamamen çekecek, inançlarla ilgili konuları sivil topluma bırakacak bir yöne girilmelidir.

Her yeni dönem, yeni ihtiyaçlarla ve yeni görevlerle tanımlanır. Post-Kemalist dönemde Türkiye, bir yandan çağdaş dünyadan kopmamanın bir yandan da toplumun bağrında uç veren, mezhepsel ve etnik gerilimleri ortadan kaldırarak modernleşmesini tamamlayabilme; hangi etnisiteden ve dinsel tutumdan yana olursa olsun bütün yurttaşlarının kendisini özgür ve eşit hissedeceği gerçek bir demokratik hukuk devletine sahip olabilme çabasının içinde olmalıdır. Paranoid korku ve vehimlerle birliğimizi dağıtmak yerine, Cumhuriyet’in kurucu iradesinin gururu ve özgüveni içinde birliğimizi pekiştirmeliyiz. Ama birlik olabilmek için, birlik isteyen herkesin arzulu ve bu birlikten mutlu olacağını bilmesi gerekir; bunun için de hür ve eşit yurttaşlık ideali hayata geçirilmelidir.

Kemal Karpat, Osmanlı coğrafyasındaki insanları bugünkü Türkiye’ye çeken gücün ne olduğunu soruyordu, biz de bugün bizi bir arada tutan gücün ne olduğunu soruyoruz. Cevabımız, Karpat Hoca’nın cevabına benzerdir; bizi bir arada tutan güç, ne ordu, ne de herhangi bir örgüttür. Biz birlikte yaşama irademiz nedeniyle bir aradayız; birbirimizle olmaktan hoşnut olduğumuz için çeperlere savrulmuyoruz. Merkezin yeniden, daha sağlam olarak inşasını istiyoruz, bunun için yeni birleştirici, daha doğrusu birliğimizi güvence altına alacak değerler arıyoruz. Bu değerler, demokrasi, özgürlük ve insan haklarıdır; insana ve topluma güvendir.

Şimdi artık vesayetçi sisteme de vesayetçilere de gerek yok ama millet(in temsilcileri) bunu kanıtlamak, onlar olmadan pekala ülkenin daha iyi yönetilebileceğini göstermek zorundadır. Vesayet sistemi ve vesayetçiler yoksa onların kimliklerin bastırılmasına dayalı iç politikalarına, kurbağayı ürkütmeme esasına dayanan dış politikalarına da ihtiyaç yoktur. Türkiye, öncelikle kendi halkı için, sonra tüm dünyada baskı ve zulüm gören, ezilen insanlar için bir adalet ve hürriyet diyarı haline getirilmelidir.

Yeni dönemde toplumsal mutabakatımızı yenileyerek, tüm bu konuları yeni bir anayasayla teminat altına işe koyulmamız gerekir. Dağılma, parçalanma korkularıyla baş etmenin en iyi yolu da daha fazla demokrasi ve özgürlüktür. İnsanımıza her insanın hak ettiği eşit ve özgür yurttaş olma hakkı tanındıkça, yeni bir anayasayla söz, yetki ve kararın gerçekten kendisinde olduğu gösterildikçe, içimizdeki korku imparatorluğu da yıkılacaktır.

Bu yazı toplam 4711 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Erol Göka Arşivi