Portakal suyu dolu kadeh
Ünlü bir köşe yazarımız bir sembole dokundu. Sayın Başbakan alkollü olmasa da kadeh kaldırmalıydı.
Ayrıca aynı kişi daha önce Zaman Gazetesi Yayın Yönetmeni Sayın Ekrem Dumanlı’nın makamında Atatürk’ün büyük resmini gördüğünü de hayretle yazılmıştı.
Uzlaşma, semboller ve değişim olgusu derken öfke ve istihzalı tepkiler kafaları karıştırdı.
Devlet içinde 28 Şubat operasyonu bazı semboller üzerinden yapılmıştı. İnsanlar kılık, kıyafet, evinde var olan tablolar, kaç tane Atatürk resmi olduğu, alaturka tuvalet kullanıp kullanmadığı, gümüş yüzük takıp takmadığı ve içki içip içmediğine göre fişlenmişti.
Laiklikte sembollerle belirlenmişti.
Birinci sembol rakı, sarı leblebi ve kadeh kaldırmak…
İkinci sembol sakal, bıyık ve kıyafet…
Üçüncü sembol 10. yıl marşı ve Batı müziği dinlemekti. Hatta iğrenerek hatırlıyorum; bir arkadaşım terfi edebilmek için toplum içinde göbeğinin bira göbeği olduğunu yüksek sesle söylüyordu.
Bir gün Kurmay Albay bir arkadaşımın odasına gittiğimde odasında tam 17 adet Atatürk resmi saymıştım. Bu arkadaşım daha sonra terfi etti.
Bu hatıra bana büyük Atatürk’ün Amasya valiliğinde uzun sakallı bir şeyhle muhaveresini hatırlatır. Amasya ziyaretinde Atatürk bu kişiye uzun sakalı nedeniyle; “İmanın kuvveti sakalın büyüklüğü ve uzunluğu ile orantılı bir şey değildir, diyor ve yeni modernleşmemize uygun davranır mısın?” ricasında bulunuyor. O kişi “Hay hay efendim emriniz olur” diyor. Aradan zaman geçiyor Atatürk sorduğunda ve o kişinin sakalını kesmediğini veya kısaltmadığını öğreniyor. Hemen bir mektup yazıyor. Bu mektup üzerine o kişi hemen sakalını kesiyor. Herkes şaşırıyor. Mektup o kişinin vali olarak atanacağı kıyafetinin bu göreve göre olmasını rica eden bir mektup imiş. Kişi sakalını kestikten sonra ikinci mektupla göreve atanmaktan vazgeçildiğini dünyevi bir şey için inançlarından vaz geçen bir kişinin iyi vali olamayacağı gerekçesi ile bu kararın alındığını belirtir. Bu bilginin kaynağını bimiyorum ama doğru olduğuna inanıyorum.
Aynı şey günümüzdeki bazı semboller içinde geçerlidir. Büyük ve çok sayıda Atatürk resmi veya biçimsel bir modernizm ile yetinmek değişmeye direnmek, o insanın büyük Atatürkçü ve büyük laik olduğunu mu gösterir yoksa büyük bir riyakar olduğunumu gösterir?
Nasıl o şeyh inandığı için değil dünyevi çıkarı için sakalını bırakıyorsa şimdi de biçimsel Atatürkçüler de inandıkları için değil çıkarları için büyük Atatürk resmi büyük Türk bayrağı kullanıyorlar dersek haksızlık mı etmiş oluruz?
Peki uzlaşma nasıl olacak?
Üstünlük duygusu olan kişiler uzlaşma kavramından karşı tarafın kendilerine benzemesini ve hep karşı tarafın adımlar atması şeklinde anlarlar ve bunu beklerler. Bu şekilde öncelik içgüdüsü olan kişi kendisi için iyi ve doğru olanın tek doğru olduğuna inanır. Yani totaliter düşünür.
Özgüveni olmayan kişiler ise fedakarlık yapmam lazım diye rasyonalize ederler ve vericidirler, sürekli taviz verirler, kullanılan kişiler olurlar.
Bir gün yaşlı sakallı bir hastamız vardı. Hastaneden taburcu olurken çok iyi durumdaydı. Doktor hanım kendisine bir isteğin varmı diye sorunca yaşlı hastamız “Var, başını örtmeni istiyorum” demişti. Bu yaklaşım iyi niyetli ama totaliter bir yaklaşımdı ve ortodoks müslümanlığının bir yöntemiydi. Karşı taraf üzerine psikolojik baskı oluşturuyordu, tebliğ yapıyorum derken karşı tarafta eksiklik duygusu uyandırıyordu ve içinde şefkat yoktu. Buyurgan bir tebliğ tarzı idi. Kendini üstün görme ön kabulu ile hareket ediliyordu, gizli bir kibir taşıdığı için zaten sonuç ta vermezdi. Yaşlı dini bütün kişinin bir şey söylemesi gerekmiyordu aslında iyi örnek olması yeterliydi. Karşı taraf belli kültür seviyesinde özgür iradesi ile hareket edebilecek bir insandı. Nasıl giyineceğine kendisi karar verebilirdi. Allah insanları yarattıktan sonra insanların özgür iradelerine saygı göterecek bir dünya düzeni var etmişti.
Şimdi düşününüz bir köşe yazarı totaliter bir şekilde başbakanı kendisine benzetmeye çalışıyor. Onu olduğu gibi kabul etmiyor. Onun kimliğine saygı göstererek diyalog ve uzlaşma içine girmeye çalışmıyor. Yaşlı sakallı hastamızın anlayışı ile bu anlayış arasında büyük bir benzerlik var.
İngilizcede ‘Columnist’ kelimesinin bildiğim kadarı ile iki anlamı vardır. Biri köşe yazarı olmak, ikincisi köşeci olmak… O köşeyi kaybetmemek için kişilik değiştirmek. Anadolu’da esnaf arasında ‘Köşe satmaz köse satar’ şeklinde bir söz vardır. Köşe yazarımızın kendisi ile yüzleşmesinde fayda var.
Bırakalım insanlar kendileri olsunlar, yanlışları yaşayarak öğrensinler. Köşe yazarlarımızın insanları düşündürtmesi, farklı bakış açısı getirmesi, seçenekler sunması yeterlidir ve onlara duyulan saygıyı artırır. İyi niyetli olmak yetmez iyi yöntemler de kullanmak gerekir.
Köşe yazarlığını toplum mühendisliği için insanlara ceza kesildiği, rövanş duygularının artırılarak özel yaşama müdahale edildiği yerler olmaması dileğiyle.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.