Kürt Sorununda psikolojik boyut?

Kürt Sorununda psikolojik boyut?
Kürt Açılımının konuşulduğu şu günlerde göz ardı edilen psikolojik boyut ne durumda? Aksiyon Dergisinden HAŞİM SÖYLEMEZ Rene Descartes Üniversitesi Psikoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Zübeyit Gün’e sordu...

Kürt Açılımının konuşulduğu şu günlerde göz ardı edilen psikolojik boyut ne durumda? Aksiyon Dergisinden HAŞİM SÖYLEMEZ Rene Descartes Üniversitesi Psikoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Zübeyit Gün’e sordu...

Kürt sorunu, fiziki olduğu kadar psikolojik de bir sorun artık. Öteden beri yaşananlar, olayın psikolojik boyutunu tüm etkenlerin üstüne çıkarmış durumda. Bölgeye yatırım yapılması, yeni projelerin hayata geçirilmesi elbette önemli; ancak yaşanan travmayı düzeltmeden atılacak adımların tam karşılık bulmayacağı da kesin.

Peki, Kürt meselesinde açılımın konuşulduğu şu günlerde göz ardı edilen psikolojik boyut ne durumda? Ya da psikolojik tahlil olmaksızın yapılacaklar ne kadar karşılık bulur? Bunları UNICEF, ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ve TDI’ye bağlı projelerde çalışan Rene Descartes Üniversitesi Psikoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Zübeyit Gün’e sorduk. Gün, Fransa’da, politik şiddet görmüş mültecilere yönelik klinik çalışmalar yapıyor. ‘Zorunlu göç ve ruh sağlığı, travma, travma sonrası kimlik inşası ve kültürleme’ konularında çalışmaları bulunuyor.

-Kürt açılımının konuşulduğu son dönemde rehabilitasyon ve sorunun psikolojik boyutu pek gündeme gelmedi. Bu bir eksiklik mi?

Bu her şeyden önce psikolojik bir açılım ve bir kısmıyla psikoloji boyutunun nasıl yürütüleceğine de bağlı. Tüm taraflara yönelik psikolojik bir hareket, yapılacak en küçük bir hata, duyguları alt-üst edebilir. Süreci tam tersine çevirebilir, geciktirebilir. Dolayısıyla psikolojik nabzı iyi tutabilmek sürecin seyrini de belirleyecektir. Muhataplara nasıl ulaşılacağı, mesajların ne zaman, nasıl ve hangi yöntemlerle ulaştırılacağı, muhatapların hassas noktalarına temasın nasıl yapılacağı gibi her türlü girişimin psikolojik boyutuyla beraber dikkate alınması ve yürütülmesi gerekmektedir. Bu konuda hassasiyet gösteriliyor olsa da belli bir dengenin gözetilmediği görülmekte. Başbakan, açılışı DTP Başkanı (Ahmet Türk) ile yapmış gibi görünse de hedeflenen, ülkenin batısı. Asıl sıkıntının batıdan çıkacağı düşünülmekte. Bu nedenle süreçteki heyecanın bitmemesi için soyut tartışmalar eşliğinde somut adımlar atılmalı. Yani süreç birlikte yürütülmeli.

-Bu psikolojik denge nasıl ayarlanmalı size göre?

Sürecin psikolojik olarak sağlıklı yürüyebilmesi için beklentileri çok yüksek tutmaya neden olacak ve hemen ertesi gün bu sorun bitecek gibi bir ruh hâlinin oluşmamasına dikkat edilmeli. Bu kadar karmaşık, uzun zamana yayılmış bir sorunu bugünden yarına halletmek kolay değil. Çok iddialı sözlerden kaçınılmalı, daha mütevazı hedefler belirlenmeli, bir an önce pratik adımlar atılmalı. Yüksek hedefler ve söylemler, beklentilerin de yüksek olmasına yol açar ve gerçekleş(e)mediği takdirde veya gecikmesi durumunda hayal kırıklığına dönüşür.

-Çatışma ortamı nasıl bir sonuç doğurmuş olabilir? Çünkü ortaya çıkan sonucu henüz net olarak bilmiyoruz.

Bu çok önemli bir eksiklik; ama bu sorunun kurbanlarının konuşulmaması ya da yokmuş gibi davranılması yeni değil. 25 yıldır bir çatışma ortamı var. Bölgede gibi görünse de her anlamda birçok boyutu ile tüm toplumu kapsayan bir şiddet zinciri bu. Yaşanan olayların gerek bireysel gerekse de kolektif düzeyde etkileri nasıl oldu? Bu bilinmiyor. Konu hakkında gerçek bir bilimsel araştırma yok. Tüm toplumu her düzeyde ve her alanda direkt ya da dolaylı etkileyen bu sorun neden es geçildi? Ayrıca sadece Kürtler değil, şiddetin her tarafı için geçerli bu. Diyarbakır’da başının üstünden geçen savaş uçağının kızını ya da oğlunu bombalamaya gittiğini bilen bir anne ile evde 2 aydır operasyonda olan kocasını bekleyen bir subay eşinin ve çocuklarının neler yaşadığına dair tek bir bilimsel çalışma yok. Bölgede 25 yıl boyunca askerlik yapan insanların daha sonraki hayatları nasıl? Cevabını bilmiyoruz. Bölgede görev yapıp gelen askerlerin ne kadarı şiddet olaylarına karıştı? Ya da orada görev yapan polislerin ne kadarı intihar etti? Kaçının ruh sağlığı bozuldu? Kaçı tedavi görüyor? Soru listesi uzatılabilir.

-Bölgede yaşayan halkın etkilenmesi daha derin olmadı mı?

Halkın etkilenmesi, askerlerin veya polislerin etkilenmesinden çok daha derin. Geçmişten günümüze aktarılarak biriken travmatik deneyimlere, son 25 yılda yaşananlar zincirin son halkası olarak eklendi. Bunlar hakkında da elimizde bir veri yok. Psikolojilerini bilmiyoruz. Bu alanda çalışmalar olsaydı, elimizde birikmiş bir literatür olurdu. Bireyleri, dolayısıyla toplumu ne hâle getirdiği hakkında esaslı bilgimiz olabilirdi. Bugün barışı isteyenlerin ne kadar haklı olduğu konusu daha iyi izah edilebilirdi.

-Genel manada açılımın içinde konunun psikolojik boyutu nasıl ele alınmalı?

Çok temel noktalardan bahsedilebilir; özür dilenmesi, adaleti yerine getirecek bağımsız yapıların oluşturulması ve mağdur tarafın değişik yollarla samimi ve ciddi bir şekilde sürece dâhil edilmesi.

-Özür ile neyi anlamak gerekir?

Acıların tanınması için önemli. Devlet her şeyden önce yaşattıklarından dolayı özür dilemeli. Devlet eliyle gerçekleştirilmiş travmalardan dolayı en yetkili ağızlardan özür dilenmeli. Sadece bununla yetinilmemeli. Bu özrü pekiştirecek adımlar da atılmalı. Diyarbakır Cezaevi’nin müzeye dönüştürülmesi bir özürdür. Kürtler sadece şiddeti yaşamadı, yaşadıkları şiddeti ispatlamaya da çalıştılar. Bu çaresizlik, bir güvensizlik oluşturdu. Acının tanındığı, kabul edildiği bir ilişki, güven ilişkisine evrilme ihtimalini güçlü bir şekilde içinde barındırır. Devlet ayrıca temsilcilerle görüşmeli. Bu, çok önemli.

-Bu temsilciler kim olmalı?

Batıdaki gibi doğuda da sivil toplum örgütleriyle görüşülmesi önemli ama yeterli değil. Çünkü batıdan farklı bir toplumsal doku ve sosyolojiye sahip bölgede toplumun nabzını tutan aslında sivil toplum örgütleri değildir. Tarafların sürece aktif katılması, eşit ilişki için önemli bir nokta. Çünkü ‘devlet gerekli gördü, yaptı; devlet gerekli gördü, hakları verdi’ imajı, ilişkinin eşitliği konusunu zedeleyici bir şeydir. Hiyerarşik bir ilişkiden öte, dikey bir ilişkiden yatay bir ilişkiye geçmek önemli. Güven duygusunun gelişebilmesinin şartlarından biri bu. Çabaların ve ziyaretlerin daha çok batıda yoğunlaştırılmamasına dikkat edilmeli. Aslına bakarsanız sorunu sıcak yaşayanların vereceği pratik önerilerin, günlerce sürecek soyut teorik tartışmalardan daha etkili olabileceği unutulmamalı.

-Psikolojik sıkıntı ile ekonomik yatırımlar arasında bir bağlantı var mıdır?

Birbirinden ayrı şeyler değil; birbirini besleyen, birbirini olumlu ya da olumsuz etkileyen iki önemli etken. Ama Kürt sorununu kesinlikle sadece ekonomik problemlerle açıklayamayız. Sadece ekonomik sıkıntının tablonun ağırlaşmasına neden olduğu söylenebilir. Yani ekonomik sıkıntılarla yıpranmış bir bireyin, travmatik bir olay karşısında daha kırılgan olabileceği söylenebilir.

-Yıllardır süren çatışma ortamına bağlı olarak meseleye ruh sağlığı açısından nasıl yaklaşmak lazım?

Sorunun psikolojisini bir çırpıda anlatmak kolay değil. Bir kere çok köklü, çok boyutlu bir sorundur ve önemli bir partnerinin dillendirilmemesi çok önemli bir eksikliktir. Kürt sorununun aynı zamanda Türk sorunu boyutu da var. Görüşmelerden anlaşılan o ki sürecin yürütücüleri bunun farkında ve görüşmeleri daha çok batıdaki muhataplar odaklı yürütmektedir.

-Kürt meselesinde Türk sorunu problem teşkil edebilir mi?

Elbette sorunun Türk kimliği boyutu önemli bir boyuttur. Öyle ki imparatorluk sonrası ulus devlet kurma sürecinde, aynilik ve bütünlük algısı oluşturmak için kendi içindeki diğer unsurları (Ermeniler, Rumlar ve Kürtler) ötekileştirmiş, tehdit gibi göstermiş ya da değersizleştirmiştir. Aslında son zamanlarda mevcut iktidarın açılımları (Kıbrıs, Ermeni meselesi, Kürt sorunu) ile, Türk milliyetçiliğinin inşasında ve sürdürülmesinde önemli yeri olan temel argümanların bir nevi ortadan kalkabileceği görülmekte. Bu açılımların gerek ulusalcı ve gerekse de milliyetçi çevrelerde tepki görmesinin temel nedeni budur. Burada kendine ve kimliğine güvensizlik, tepkileri hırçın ve çok şiddetli kılmaktadır.

-Kürt kimliği ile beslenen bir Türk kimliği mi var?

Aslında yıllardır Kürtleri değersizleştiren, aşağılayan ve kendini bu algılar üzerinden olumlu bir şekilde beslemeye çalışan bir Türk kimliği mevcut. Böyle kodlanmış ilişkinin kodlarını sökmek çok kolay olmayacaktır. Değersizleştirme, ayrımcılık ve aşağılama o kadar yaygın ki yıllarca böyle davrandığı, böyle algıladığı kişiyle her anlamda eşit olma ihtimali herkesin hoşuna gitmeyecektir. Bu nedenle sürece direnç sadece ulusalcı ya da milliyetçilerden değil, sokaktaki insandan da gelebilir. Kimliksel aidiyetler ve kimlikle ilişki, bireysel ruh sağlığını da etkileyebilmektedir. Birey ve kolektif kimlik ilişkisi, karşılıklı ve birbirini etkileyen bir süreçtir. Dilin yasaklanması, yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesi ile kolektif belleğe de saldırılmış oluyor. Kolektif belleğin sürekli saldırıya uğramış olması tesadüf değil.

-Kimlik travması aynı zamanda sahiplenmeyi doğurmuyor mu?

Sadece yakın tarihe bakarak diyebiliriz ki Kürtlerin yaşadığı travmalar ardışık, birikimsel ve tarihseldir. Kimliğini sahiplenme ve kimliğini reddedene kabul ettirme çabasının bedeli olarak yaşadıkları ağır travmalar, sanki Kürtlüklerini sahiplenmelerinin bir bedeli gibi görünmektedir. Elbette travmalar gerek bireysel gerekse kolektif düzeyde önemli altüst oluşlara neden olmuştur. Ama diğer yandan bu travmaların zamanla onların var etmeye çalıştığı kimliklerinin bir parçası hâline gelmesi çok önemli bir nokta. Yani korumaya çalıştıkları kimlikleri için yaşadıkları travmatik olayların zamanla kimliklerini inşa etmeye ve yeniden kurmaya katkısı olduğunu gözlemek mümkün.

-Oluşan travmayı yıkmak için ne yapılması gerekir?

Öncelikle bilimsel çalışmalar alanında bir açılımın tasarlanması lazım. Bu kadar yıkıcı, parçalayıcı bir sorun hakkında özellikle de psikiyatri ve psikoloji alanında araştırmaların yok denecek kadar az olması düşündürücü. ‘İnsanlar bu süreçten nasıl etkilendi?’ sorusuna verilecek cevabımız, sınırlı alan deneyimleri sonucu fark ettiklerimizden ibaret. Ama doğru bir rehabilitasyon, müdahale ve önleme programlarının geliştirilmesi önemli. Bu çalışmalar çerçevesinde tüm toplumu kapsayacak şekilde programlar geliştirilmeli ve sabırla uygulanmalı. Yaşanan travmatik olayların tarihsel, ardışık ve birikimsel olduğu unutulmamalı. Etkilerini hemen görebileceğimiz gibi, örtülü bir dönem yaşayıp çok sonra da semptomlar ortaya çıkabilir. Bunun kuşaklar boyunca aktarıldığı ve tekrar tekrar üretildiği de düşünülürse ne kadar zor bir durumla karşı karşıya kaldığımız kendiliğinden anlaşılacaktır.

-Başka etkenleri açılımın parçası hâline getirmek mümkün mü?

Aslında sadece travmalara ya da süreçte ortaya çıkan patolojilere yönelik çalışmaların yapılması yeterli değildir. Toplum bir bütün olarak normal işleyişine kavuşmalı; eğitim, bilim, sanat ve medya da bu açılımın bir parçası hâline getirilmeli. Türkiye’de resmî ideoloji tarafından yok sayılan belli inançlar ve etnik yapılar mevcut. Son zamanlarda kırılma belirtileri görülse de hâlen çok yaygın. Bu insanlar yokmuş gibi sanat, bilim, edebiyat üretiliyor. Örneğin bu ülkede sayıları 15 milyonla ifade edilen Kürtlerin ders kitaplarında isim düzeyinde bile olsa kaç defa geçtiklerini araştırdığımızda durumun vahameti kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

-Ders kitaplarında yok ama gündelik hayatta varsa bu ne anlama gelir?

Hem aidiyet duygularını zedeleyen hem de kişilerin ruh sağlığını olumsuz etkileyen diğer etken ırkçılık konusudur. Türkiye’de yıllarca ırkçılık olmadığı, ırkçılık yapılmadığı söylendi. Hem gizli hem de açık ırkçılık toplumda oldukça yaygın. Dolayısıyla, ırkçılık ve ayrımcılığı önlemeyle ilgili çalışmaların yapılması önemli. Diğer tarafı dışlayan fiziksel, düşünsel ve sembolik tüm öğelerin arındırılmasına yönelik çalışmalar yapılmalı. Eğitim sistemi de bu vesile ile gözden geçirilmeli. Bunun için gelecek kuşaklara yatırım yapılmalı demek kesinlikle bir abartı değil. Çünkü normalleşme kuşaklar boyu sürebilir. Ayrıca ırkçılığa ve ayırımcılığa uğrayan insanların kendilerini yalnız hissetmeyecekleri bir yapı geliştirilmeli; yani ırkçılıkla mücadele kurumları oluşturulmalı. İnsanların haklarını arayabilecekleri, başvurabilecekleri güvenilir kurumlar oluşturulmalı. Çok kapsamlı ve çok ciddi bir ırkçılık ve ayırımcılıkla mücadele yasası hazırlanmalı.

Göç edenler için tampon kurumlar kurulmalı

-Göçlerle oluşan sorun ve travmalar nasıl giderilmeli?

Zorunlu Kürt göçü bu travmatik sürecin en önemli boyutlarından birini oluşturuyor. Ama zorunlu göç birçok açıdan eksik ele alınıyor. Genelde göç ettikten sonra yaşananlara odaklanılıyor. Oysa birey göçten önce ve göç sırasında da birçok travmatik deneyim yaşayabilmektedir. Dolayısıyla göçün öncesi, sonrası ve göç sırasındaki olayları iyi incelemek gerekir. Ayrıca göç sürecini araştırırken, göç veren yeri, göç alan yeri ve göç eden kişiyi incelemek gerekir. Zorunlu göç genelde gidilen yer ile varılan yerde neden oldukları sorunlar açısından ele alınıyor. Oysaki zorunlu göçte en büyük bedeli göç edenler ile geride bıraktıkları ödemektedir.

-Geri dönüş sorunu çözer mi?

Geri dönüşün önündeki tüm engeller kaldırılmalı. Ama göç ettikleri yerlere uyumları için de çalışmalar yapılmalı. Her şeyi geri dönüşe odaklı yapmak, istenmedikleri duygusunu provoke edebiliyor. Sonuçta geldikleri yer de onların ülkesinin bir parçası. Gittikleri yerlerdeki uyum ve entegrasyonları için ara tampon kurumların oluşturulması gerekmektedir. Gittikleri yerlerde kabul düzeyi ne kadar yüksekse yaşadıkları ruhsal sıkıntıları daha çabuk atlatabilme ihtimali artmaktadır. Geri dönüş için de aynı yöntem kullanılmalı.

Haşim SÖYLEMEZ / Aksiyon Dergisi

Bu haber toplam 13552 defa okunmuştur
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.